Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

O zaman Sidre'yi Allah'ın nûru kaplamıştı. Göz ne şaştı, ne de başka birşeye baktı.

Necm Sûresi, 16-17

03.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Aldatan, cimri ve yaptığı iyilikleri başa kakan kimseler Cennete giremez.

Câmiü's-Sağîr, c: 3, 3885

03.02.2007


Mühim bir âlim: Ali Ulvi Kurucu

1922’de Konya’da doğan, Akif-i Sânî ünvanıyla meşhur Ali Ulvi Kurucu, uzun ve bereketli bir dünya hayatından sonra 3 Şubat 2002’de Medine’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Medine’de Cennetü’l-Bakî mezarlığına defnedilen Kurucu, Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatını anlatan “Tarihçe-i Hayat”ın Önsöz’ünü yazmıştı. Bediüzzaman Hazretleri, bu Önsöz’ün başında, kendisinden ‘mühim bir âlim’ olarak bahsediyordu.

Tarihçe-i Hayat’ın Önsöz’ü nasıl yazıldı?

Ali Ulvi Kurucu, Önsöz’ü yazması için, Bediüzzaman Hazretlerinin talebesi Atıf Ural’dan takdirkâr bir mektup alır. Sonrasını kendi ağzından dinleyelim:

“Sanki bir lav gibi gönlümü yakan bu mektubu okuduktan sonra, Risâle-i Nur Külliyatı’nı mütâlâaya koyuldum. Kalbim yanarken, iç âlemimin İslâm’ın nuru ile aydınlanıp, Kur’ân-ı Kerim’in feyziyle dolup taştığını müşahede ettim. O günlerde bir gece rüyada Üstad Bediüzzaman Hazretlerini gördüm. Rü’yânın safahatı şöyleydi:

“Üstad Hazretleri bir yerde sohbet yapacaklarmış. O sohbeti dinlemek için gittim. Oraya varınca şöyle bir sahneyle karşılaştım: Sultanahmet Camii’ni andıran çok muhteşem ve aynı zamanda son derece ruhanî bir mekân idi. Merhum Üstad, oturdukları yerde konuşuyorlardı. Sanki vaaz veriyorlar ve ders okutuyorlar gibi, bir fikrin telkinine çalışıyorlar gibi tavır ve hareketlerle sohbetlerine devam ediyorlardı. Fakir, salona girince ayağa kalktılar, beni yanlarına çağırdılar. Sağ taraflarına beyaz bir çarşaf serdikten sonra fakiri kucaklayıp şu şekilde hitap ettiler: ‘Sen bugünden itibaren en aziz kardeşlerimden oldun. Bundan böyle duâlarımın başındasın. Bu beyaz çarşafı senin için hazırlamıştım. Sen buraya oturacaksın.’

“Uyandığımda, varlığımın her zerresinin nura gark olduğunu hissettim. Günlerce o mânevî, İlâhî tesirin altında kaldım.

“O günlerde Atıf Ural’dan bir telgraf aldım. Şöyle diyordu: ‘Muhterem ağabeyimiz! Tarihçe-i Hayat, matbaada dizildi. Önsözü bekliyoruz.’ Bunun üzerine eve kapanıp bir müddet kütüphaneye gitmemeye karar verdim. ‘Bismillahirrahmanirrahim vebihî nesteîn’ diyerek önsözü yazmaya başladım. Öyle müstesna bir fütuhata mazhar oldum ki, uzun sayılabilecek önsözü 24 saat zarfında yazdım ve hemen postayla gönderdim.”

(Ali Ulvi Kurucu, Gecelerin

Gündüzü, Neşre Hzr: M. E. Düzdağ, Marifet Yay., s. 291)

03.02.2007


Gönüller Fatihi Büyük Üstâda

(Medine-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlimin, Risâle-i Nur hakkında yazdığı bir manzûmesidir.)

Nuruyla bütün gönlümü fetheyleyen üstad!

Gönlüm seni, kudsî heyecanlarla eder yâd.

İlhâmıma can geldi berâet haberinle,

Mü’minleri şâd eyleyen ulvî zaferinle.

Sıyrıldı ufuklardan o kasvetli bulutlar;

Göklerde melekler, bu büyük bayramı kutlar.

Milyonların imanını kurtardı cihâdın;

Par par yanar imanlı gönüllerdeki yâdın.

Coşturmada imanları binlerle vecizen,

Tarihini kudsî heyecanlarla süzerken.

İlhâmımı mestetti tecellâ-yı cemâlin;

“Fâtih” gibi rehberleri andırmada hâlin.

Dağlar gibi sarsılmadın, en korkulu günlerde,

Her ânı ölümler dolu tazyikin önünde.

Dünyalara dehşet salıyor, sendeki iman;

Sarsılmayan imanına düşman bile hayran.

Rehber sana zîra, “Yüce Peygamberimiz”dir.

Ölmez eserin: Gençliğe gösterdiğin izdir.

Kur’ân-ı Kerim’in ezelî feyzine erdin;

İnsanlığa, iman ve kemâl dersini verdin.

Ey başlara cennetlerin ufkundan inen tâc!

Âlem senin irfânına, irşâdına muhtaç.

Derya gibi nurlar taşıyor her eserinden;

“Allah”a giden Nurcuların rehberisin sen!

Milyonları derya gibi coşturmada “Sözler”;

Cennetteki âlemleri seyretmede gözler.

Hikmet dolu her cümlede, Kur’ân’daki nur var;

Her lem’ada, bin bir güneşin huzmesi çağlar.

“Nur Yolcusu” insanlığa örnek olacaktır.

Kudsî heyecanlarla, gönüller dolacaktır.

Mefkûresi, günden güne erdikçe kemâle;

Gark olmada iç âlemi, en tatlı visâle.

Coştukça denizler gibi kalbindeki iman;

Bin ders-i hakikat veriyor ruhuna Kur’ân.

Âzâdedir İslâmı saran tehlikelerden;

Dâvâsı temiz çünkü siyasî lekelerden.

Her hamlesinin kuvve-i kudsiyesi vardır;

Vicdanları mesteyleyen ulvî sesi vardır.

Aşkın ezelî sırrına erdikçe gönüller;

Yer yer donatır ufkunu sevda dolu renkler.

Bir ülkeyi baştan başa fetheyledin ey Nûr!

Nurun olacaktır, bütün insanlığa düstur.

Kur’ân seni te’yid ediyor mu’cizelerle;

Ey şanlı gönül fâtihi hiç durmadan ilerle!

Târih-i hayatın doludur hârikalarla;

Hiç sönmeden âlemde güneşler gibi parla!

Manzûme-i şemsiyeyi temsil ediyorsun;

Heybetli fezâlarda hız almış gidiyorsun!

İmanlı nesiller, seni tâkip edecektir;

Yıllarca, asırlarca peşinden gidecektir.

Tarihi aşarken sen o iman dolu hızla,

Milyonları aşmış bütün evlâdlarınızla;

Birden açılır ruhuma esrarlı bir âlem,

Vasfeyleyemez aşkımı, şi’rimdeki nâlem...

Ali Ulvi Kurucu

Mektubat, s. 465, Y.A.Neşriyat

03.02.2007


“Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak, Cenâb-ı Hakka zor gelmez”

(Bu önsöz Medîne-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlim tarafından yazılmıştır.)

Büyük İkbal’e ait olan “Önsöz”de demiştim ki, “Büyüklerin tarih-i hayatları okunurken, ulvî menkıbeler söylenip, azîz hatıraları anılırken, insan başka bir âleme girdiğini hissediyor, gönlünü, ter temiz sevgi hislerinin ulvî ateşi yakıyor ve İlâhî feyzi sarıyor. Tarih, öyle büyük insanlar kaydeder ki, birçok büyükler, onlara nispetle küçük kalır.”

“Tarihe şerefler veren erler anılırken,

Yükselmede ruh en geniş âlemlere, yerden.

Bin rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,

Geçmiş gibi Cennetteki gül bahçelerinden.”

Bu derin hakîkati, “Önsöz”ü yazarken bütün azamet ve ihtişamıyla idrak etmiş bulunuyorum. Zîra, azîz ve muhterem okuyucularımıza en derin bir ihlâs ve samimiyetle takdim ettiğimiz bu eser, hemen bir asra yaklaşan uzun ve bereketli ömrünün her safhası binlerle harikaya sahne olan gönüller fatihi büyük üstad Bediüzzaman Said Nursî’ye, onun yüz otuz parçadan ibaret olan Risâle-i Nur Külliyat’ına ve ahlâk ve fazîletleri, ihlâs ve samimiyetleri, îman ve irfanları ile hayatın her safhasında sadece bir ülkeye değil, bütün insanlık âlemine ter temiz örnekler vermekte devam eden Nur Talebelerine aittir.

Bir kitabın “Mukaddeme”sini, o kitabın hülâsası diye tarif ederler. Halbuki, her mevzûu müstakil bir esere sığmayacak kadar derin ve geniş olan bu muazzam kitabın muhteviyatını böyle birkaç sahîfelik mukaddimeye sığdırmak kàbil midir?

Bugüne kadar, acizane yazdığım manzum ve mensur yazılarımın hiçbirisinde bu kadar acz ve hayret içerisinde kalmamıştım. Binaenaleyh, bu eseri derin bir zevk, İlahî bir neşe ve coşkun bir heyecanla okuyacak olanlar, hayranlıkla görecekler ki, Bediüzzaman çocukluğundan beri müstesna bir şekilde yetişen ve bütün ömrü boyunca İlâhî tecellîlere mazhar olan bambaşka bir âlim ve mümtaz bir şahsiyettir.

Ben, bu büyük zatı, eserlerini ve talebelerini inceden inceye tetkik edip de, o nur âleminde hissen, fikren ve rûhen yaşadıktan sonra, büyük ve eski bir Arap şairinin bir beyti ile, çok derin bir hakîkati ifade ettiğini öğrendim: “Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak, Cenâb-ı Hakka zor gelmez.”

Gàyesinin ulviyetinden, dâvâsının ihtişamından ve îmanının azametinden feyiz ve ilham alan bu kutbun cazibesine takılanların adedi günden güne çoğalmaktadır.

Akıllara hayret veren bu ulvî hadise münkirleri kahrettiği gibi, mü’minleri de şad ve mesrûr eylemekte devam edip gidiyor.

Îmanlı gönüllerde manevî bir rabıta halinde yaşayan bu İlâhî hadiseyi büyük bir mücahid, kalpleri vecd içinde bırakan bir üslûpla, bakınız nasıl ifade ediyor: “Ahlâksızlık çirkefinin bir tûfan halinde her istikàmete taşıp uzanarak her fazîleti boğmaya koyulduğu kara günlerde, onun, yani Bediüzzaman’ın feyzini bir sır gibi kalpten kalbe mukàvemeti imkânsız bir hamle halinde intikal eder görmekle tesellî buluyoruz... Gecelerimiz çok karardı; ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.”

Evet, bir sır gibi kalbden kalbe mukàvemeti imkânsız bir halde yayılıp dağılan bu nûrun memleketin her köşesinde feyiz ve tesirini görenler, hayret ve dehşetler içinde sormaya başladılar: “Şöhreti memleketimizin her tarafını kaplayan bu zat kimdir? Hayatı, eserleri, meslek ve meşrebi nedir? Tuttuğu yol bir tarîkat mi, bir cemiyet mi, yoksa siyasî bir teşekkül müdür?”

Bununla da kalmadı; derhal, gerek idarî ve gerek adlî çok mühim takipler ve pek ciddî tetkikler, uzun ve müselsel mahkemeler cereyan etti. Neticede, bu İlâhî tecellînin gönüller ülkesine kurulan bir “îman ve irfan müessesesi”nden başka birşey olmadığı tahakkuk edince, adaletin İlâhî bir sûrette tecellîsi şu şekilde zuhur etti:

Bediüzzaman Said Nursî ve bütün Risâle-i Nur eserlerinin beraeti kararı resmen ilan edildi. Ve artık, rûhun maddeye, hakkın batıla, nûrun zulmete, îmanın küfre her zaman galebe çalacağı, ezelden ebede değişmeyecek olan İlahî kànunların başında gelen bir hakîkat olduğu güneşler gibi belirdi.

(Tarihçe-i Hayat, s. 9-21)

—Devamı yarın—

03.02.2007


NURDAN DUÂLAR

Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. Âmin.

Sözler, s. 207

Allahım!

Sevdiğin ve râzı olduğun şekilde Kur'ân'ın sırlarını anlamayı nasip eyle. Ona hizmet etmeye bizi muvaffak kıl. Âmin. Bunu rahmetinle yap ey merhamet edenlerin en merhametlisi!

Allahım!

Kur'ân-ı Hakîmin indiği zâtın kendisine, bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle.

Sözler, s. 228

Allahım!

Bize Kur'ân'ın sırlarını anlamayı nasip et ve her an ve zamanda ona hizmet etmeye bizi muvaffak kıl.

Sözler, s. 242

03.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004