İslâmda sosyal adâlet ve dayanışma erdemi
İslâm inancına göre, insanlar arası ilişkileri tanzim etmede en çok üzerinde durulan kavram, hiç şüphesiz “adâlet” kavramıdır. Hakkı teslim etmek ve hakka hukuka riayet etmek demek olan adâlet, insanların haklarına saygı göstermek, herkese lâyık olduğu ve hak ettiğinin karşılığını vermek gibi erdemleri ihtiva eden ahlâkî, hukukî, felsefî, dinî ve aynı zamanda evrensel bir değerdir. Bu sebeple adâlet, İslâm medeniyetinde toplumsal hayatın esası ve mülkün temeli sayılmıştır. Kur’ân ve hadislerde, Allah’ın adâletle hükmettiği, adâleti emrettiği ve adâletle davranmak gerektiğine dair çok sayıda İlâhî mesaj yer almaktadır.1 Bu mesajlar, toplumsal yaşantıda sosyal barışı sağlamak için adâlet ilkesinin mutlaka hâkim kılınması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Hiç şüphesiz haksızlıkların, zulmün ve yoksul kılınmışlığın mevcut olduğu bir ortamda adâlet ilkesinden bahsetmek imkânsızdır. Dolayısıyla toplumsal hayatta bu denli gerekli olan adâletin tesisi de, bir yönüyle sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın gerçekleştirilmesiyle mümkündür. Toplumda lüks bir hayat süren zengin ve sermaye sahibi insanların, kazancının belli bir kısmını, gerek mallarının vergilerini düzenli bir biçimde ödeyerek ve gerekse dinî inançlarının bir gereği olarak zekât ve sadakalarını vermek sûretiyle çevresindeki yoksul kimselerle paylaşması, sosyal adaletin tesisine katkı sağlayan erdemli bir davranıştır. Hiç şüphesiz bu tavır, yardımlaşmanın ve dayanışmanın sadece bir türünü ifade etmektedir. Böyle bir davranış bile, toplumsal yaşantıda zengin ile fakir arasındaki dengenin sağlanması, fakirin zengine karşı duyduğu haset ve kıskançlık duygularının aklanmasına yönelik adalet ilkesine riayeti gösteren dindarca bir tavırdır.
İslâm kültürünün temel esaslarından biri ve aynı zamanda evrensel insânî bir değer olan adâlet ilkesinin toplumsal yaşantıya hâkim kılınmasının en önemli ayaklarından sayılan “sosyal dayanışma ve yardımlaşma” prensibi de, Kur’ân’ın ve hadis-i şeriflerin uyulmasını öngördüğü temel bir prensiptir.2 Şüphesiz yeryüzündeki imkânlardan faydalanma konusunda, insanların farklı konumlarda oldukları bilinmektedir. Bunun insana özgü tabiî bir durum olduğunu söylemek de mümkündür. Zira yüce Yaratıcı, her ne kadar insanları temel nitelikler açısından eşit olarak yaratmış olsa da insanoğlu, sonraki yaşantısında kendindeki bu mevcut yetenekleri daha az ya da daha çok kullanması itibariyle sosyal hayattaki statüsünün farklılaşmasını mümkün kılabilmektedir. Sözgelimi kişisel özelliklerini ve çevresel faktörleri daha çok ve daha verimli kullanmak sûretiyle sosyal hayatta daha farklı bir mevkie ulaşmak mümkündür. Nitekim toplumda ekonomik açıdan daha zengin ve daha fakir insanların mevcudiyeti bundan ileri gelmektedir. Bu durum, insanlar arasında tabiî olarak sosyal yaşantı itibariyle bir farklılaşmayı da beraberinde getirmektedir.
Dünya nimetlerinden daha az ya da daha çok istifade eden insanlar arasındaki uçurumun daha da büyümemesi, güçlü ile zayıf, zengin ile fakir arasındaki dengenin belli düzeyde tutulabilmesi ve böylelikle sosyal adaletin tesis edilebilmesi için “paylaşma erdemi”ne şiddetle ihtiyaç vardır. Gücünü, imkanlarını ve sermayesini şu ya da bu şekilde başkalarıyla paylaşmayı erdem sayan fertlerin yoğun olarak yaşadığı toplumlar, hem sosyal adaletin ve hem de toplumsal barışın gerçekleştirilmesinde büyük bir kazanım elde etmiş olacaklardır. Böylesi toplumlarda daha az tabakalaşma olacak, daha az çatışma yaşanacak ve daha huzurlu bir toplumsal yaşantı hüküm sürecektir.
Dipnotlar:
1. “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90) “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Mâide, 5/8) “Ona dedik ki: ‘Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında adâletle hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır.”(Sâd, 38/26) “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın.” (Nisâ, 4/135) “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ, 4/58) Ayrıca bk. 42/15; 5/42 2/282; 6/115; 7/29, 159, 181; 42/15; 57/25; 60/8. “Kim Müslümanların kadılık hizmetini talep edip elde etse, sonra adaleti zulmüne galebe çalsa Cennete girer. Zulmü adaletine galebe çalsa, ateş onundur.” (Ebu Davud, Akdiye 2) “Kadı zulmetmedikçe, Allah Teâlâ Hazretleri onunla birliktedir (yardımcısıdır). Zulme yer verdiği zaman onu terk eder, artık şeytan onunla beraber olur.” (Tirmizi, Ahkâm 4) “Kıyamet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka eda edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak.” (Müslim, Birr 6; Tirmizi, Kıyamet 2) “Kim (gasben başkasının) arazisine bir karış haksız tecavüz ederse yedi kat yerin dibine kadar boynuna dolandırılarak cezalandırılır.” (Buhari, Bedü’l-Halk 2, Mezalim 13; Müslim, Müsakat 142).
2. Kur’ân’da konuya ilişkin şu âyetler yer almaktadır: “Ey İnananlar!... Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydukları için bir topluluğa karşı beslediğiniz kin, aşırı gitmenize neden olmasın; iyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşın, günah ve aşırı gitmede yardımlaşmayın…” (Mâide, 5/2) “Sarp yokuş nedir bilir misin? O, bir tutsağı özgürleştirmek, yahut açlık gününde, akraba olan bir yetimi, veya toza toprağa bulanmış bir yoksulu doyurmaktır…” (Beled, 90/12-16). Ayrıca bk. Nahl, 16/90; Nîsâ, 4/26; Ra’d, 13/21.
–Devam edecek–
|
Doç. Dr. Osman GÜNER
09.08.2006
|
|
Toprağın efendileri
Ordu'da fındık, başşehirde de Manisalı sebze ve meyve üreticilerinin yaptığı olaylı protesto gösterileri, çiftçilerin problemlerini bir kez daha gündeme taşıdı. Yetkililer benzer sıkıntıların diğer tarım ürünlerinde de yaşandığını belirtiyorlar. Tedbir alınmadığı takdirde bu protestoları yenilerinin izleyeceğini savunuyorlar.
Fındık, sebze, meyve, buğday ve ayçiçeğinde üreticilerin isyanına yol açan hükümet politikalarına muhalefet tarım sektörünün bütününe yayılıyor. İktidarın uyguladığı ekonomik ve sosyal politikaların tarımda büyük bir çöküşe yol açtığını söyleyen Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, hükümetin, IMF ve Dünya Bankası reçeteleriyle tarım sektörünü tükenme noktasına getirdiğine dikkati çekti. Ekonomide çizilmeye çalışılan pembe tablonun artık inandırıcılığını yitirdiğini ifade eden Günaydın, “Türkiye’de tarım bitme noktasına geldi. Çiftçi, geçim kaynağı olan tarımı yitirmenin telâşı içinde, kendi topraklarında bağımlı bir köle olarak çalışıyor” dedi. (01.08.2006. Birgün)
Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin de, “Bugüne kadar çiftçide sosyal patlama olmadıysa, bu Türk çiftçisinin devlete olan bağlılığındandır. Ancak bıçak kemiğe dayandı.” Pamuktan, çaya, hububattan meyve ve sebzeye bütün ürünlerin yetiştirilmesinde problemler yaşandığına dikkat çeken Yetkin, “Bugün fındık öne çıktığı için tartışılıyor. Ancak benzer sıkıntılar tüm ürünlerde var ve önümüzdeki günlerde benzer gelişmelerin o ürünlerde de yaşanması muhtemeldir” uyarısında bulundu.
“Süt, sudan daha ucuz, var mı böyle bir şey?” diye soran Yetkin, sıkıntıya örnek olarak domates üreticilerini gösterdi. Antalya-Kumluca’da yetiştirilen domatesin 20 kg lık kasasının 2 YTL'ye satılabileceğini, ancak aynı domatesin şehirlere geldiğinde kilosunun 1 YTL civarında tüketiciye sunulduğunu söyledi. “Adam sebzeyi, meyveyi pahalıya üretip ucuza satıyor. Üreticinin sattığının 10 katı fiyatına tüketici manavdan alıyor. Yani hem tüketici kazık yiyor, hem de çiftçi yerin dibine giriyor. Kim kazanıyor? Masa başında telefonla iş yapan, kayıt dışı yollarla mal alıp depolayan satan kişiler. Bu sistem değişmeli.” (03.08.2006 Tercüman)
Çiftçinin işi zor. Bir yılda mazota yüzde 44, gübreye yüzde 27 zam yapıldı. Bu şartlarda nasıl üretim yapılacak? Çiftçi sihirbaz da değil, cambaz da… Bugün AB’de bütçenin hâlâ yüzde 40’ı tarıma ayrılan desteklerden meydana geliyor. Çiftçi başına verilen destek Fransa’da, Türkiye’de verilenden 23 kat fazladır. Hektar başına verilen destek de ülkemizde, Fransa’da verilen desteğin beşte biri kadardır. Rekabet edeceğimiz ülkeler AB ülkeleri olduğu için, gerektiğinde tarım sektörümüzü bu ülkelerin tarımıyla, tarımsal destekleriyle mukayese etmek ve zamanla bu ülkeleri yakalamak zorundayız.
Tarım, gıdayı üreten bir faaliyet alanı olarak, evrensel önemi olan bir sektördür. Tarım ve gıda sanayi hayatın temel ögesidir. 70 milyon insanımızın etini, sütünü, meyvesini, sebzesini tarım sektörünün efendileri çiftçiler üretmektedir. Yediğimiz ekmekte onların alın teri vardır.
Yemeden içmeden üreterek, toplumu doyuran ve bu manada ana-baba görevini üstlenen Toprağın efendileri bugün hor görülüyor. Ana-babaya nankörlük olur mu?
Sakarya Ziraat Odası (SZO) Başkanı Hikmet Karabayır, “Avrupalı çiftçiyle bizi son fiyat açısından yarıştırıyorlar. Oradaki planlama, garanti, teknoloji ve teşvikler bizde yok. Teşviklerimizi 1.5 yıl gecikmeli alıyoruz. Tüm ziraat odaları irtibat halinde. Eylül ayında Ankara’ya yürüyebiliriz. Sadece fındık üreticileri değil, bütün çiftçiler gider. 300 bin kişi Ankara’da eylem yapar. Tarihin en büyük kalabalığı olur.”
Yurdun değişik yerlerinden TZOB’e “öneri” yağıyor: “Bir miting de bizim ilde yapalım.” “Orta Anadolu’nun çiftçileri de Ankara’da toplanmak istiyor.”
TZOB Başkanı, Şemsi Bayraktar yaptığı açıklamada, “Büyük infial var... Kırsal kesim dinamit gibi... Miting yapsak, bütün Türkiye Ankara’ya akacak... Hükümetin buna fırsat vermemesi lâzım” diye konuşmuştu.
Toprağın efendilerinin sabrı taşmak üzere… Sabır taşarsa daha kalabalık olarak Ankara ya gelecekler…
|
Mehmet Abidin KARTAL
09.08.2006
|