Basından Seçmeler |
YETKİ CUMHURBAŞKANINA VERİLMEMELİ “Anayasa değişikliği teklifine göre 17 Anayasa Mahkemesi üyesinin sadece üçünü TBMM seçecek, geri kalan üyeler cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek. Bu düzenleme, AYM ile ilgili istenilen sonucu vermez, vermemekle de kalmaz, zaten parlamenter sistemdeki sorumsuzluk ilkesiyle bağdaşmayacak biçimde yetkili olan cumhurbaşkanını daha da yetkili kılar.” BÜROKRATİK VESAYETİ AŞMANIN ŞARTI “AYM 17 üyeden oluşacaksa, bunun en az 8'i TBMM tarafından seçilmelidir. Bürokratik vesayetçiliğin bu önemli kurumunun demokratik ölçüler içine çekilmesinin şartı TBMM'nin ağırlığının arttırılmasıdır. Sistem içinde Meclisin ağırlığından kaçınmak, uzlaşma kaygısıyla yapılmışsa, bunun boşuna olduğu herhalde anlaşılmıştır.” Vesayetten kurtulmanın yolu, Meclisin ağırlığını arttırmaktan geçer YİNE ve en yoğun biçimiyle anayasa değişikliği mes’elesini tartışmaktayız. Tartışmalar bu defa AK Parti mensubu milletvekilleri tarafından TBMM’ye sunulan anayasa değişikliği teklifi üzerinden cereyan ediyor. Tartışmalar, beklendiği gibi, usûle ve esasa yönelik boyutlar taşıyor. Teklifin içeriğinde en önemli yere sahip bulunan Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu (HSYK) ilgilendiren değişiklikler ile siyasî partilerin kapatılmasını Venedik Kriterleri’ne göre düzenlemeye çalışan öneriler, muhalefetin en çok tepki gösterdiği değişiklikler olarak karşımıza çıkıyor. Anamuhalefet liderinin son açıklamalarına bakılırsa, bu üç unsur, anayasa değişikliği teklifinin esas itiraz edilen ve kesinlikle uzlaşılamayacak olan bölümünü meydana getiriyor. Buradan anlayabiliyoruz ki, teklifin muhalefet açısından bir “AK Parti Anayasası” veya bir “AK Parti dayatması” diye nitelenmesi de bu üç unsura dayanıyor. Buna karşılık, Türkiye’nin daha ileri bir demokrasi standardına kavuşması için askerî ve sivil bürokrasinin demokratik siyasî süreç üzerinde kurmuş bulunduğu vesâyeti ortadan kaldırmak isteyenler, değişiklik teklifini eksik ve yetersiz bulsalar da desteklemek eğilimindeler. İçeriğine biraz sonra gireceğim bu üç noktadaki değişiklik tekliflerinin dışında, teklifin diğer unsurları, kendi içlerinde önemli görülebilirlerse de, Türkiye demokrasisinin temel sorunlarına dönük ciddî bir gelişme sağlayamayacak nitelikte. Örneğin kadın-erkek eşitliğine yönelik pozitif ayrımcılığı yeniden ve biraz daha pekiştirerek ifade eden değişiklik önerisi, yahût zâten devlet olarak bağlanmış bulunduğumuz çocuk hakları sözleşmesinin genel bir ilke gibi anayasaya girmesi. Bir kısmı sıradan kanunlarla yapılabilecek düzenlemeleri içeren bu konuların yanında, Türkiye demokrasisinin temel sorunlarına bir bakacak olursak: Öncelik demokratik siyasî süreç üzerindeki bürokratik vesâyetin ortadan kaldırılması olmak üzere Kürt, Alevi ve gayrimüslim azınlıklar gibi kimlik farklılıklarının ortaya koyduğu siyasî sorunların çözümü için örneğin anadilde eğitim mes’elesi, merkeziyetçiliğin azaltılması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi. Böyle bakıldığında, Türkiye’nin daha ileri bir demokrasi standardına kavuşması bakımından gayet eksik ve yetersiz görünen bir değişiklik teklifi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır. Teklifin kamuoyundaki destekçileri de zâten bunu kabûl etmekte fakat özellikle AYM, HSYK ve parti kapatma ve askerî yargının alanını daraltmaya yönelik öneri bakımından teklifin bürokratik vesayet engellerini kaldırmakta olduğunu düşünmektedirler. Türkiye’de demokratik siyasetin yerleşmesinde en büyük engellerden olan askerî ve sivil bürokratik vesayet anlayışı tek-parti döneminin ideolojik bir ürünüdür, 1961 Anayasası’yla hukukî bir yapıya kuvuşturulmuş ve 1982 Anayasası ile tam olarak kurumsallaştırılmıştır. Bu kurumsal yapının en başlıca taşıyıcıları, Millî Güvenlik Kurulu (MGK), AYM, Danıştay, HSYK ve dolayısıyla yüksek yargı ve unutmamak gerekir ki Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Bu kurumlardan MGK geçmişte yapılan değişikliklerle büyük ölçüde demokratik sürece tâbi bir kurum hâline getirilmiş gibi görünmekte, en azından 28 Şubat’ın mimarı bu kurum hakkında bugün bürokratik vesayet eleştirisine tâbi tutulabilecek bir yön görünmemektedir. Teklife gelecek olursak. Önce AYM. Hatırlatmaya gerek var mı, bilmem ama 367 kararı bir yanda, anayasa değişikliklerini iptâl etmesi diğer yanda, anayasa ile kendisine çizilmiş olan yetki sınırlarını zorlayarak aşan bu “yüksek mahkeme”nin bugüne kadar vermiş olduğu parti kapatma kararlarıyla edinmiş olduğu AİHM nezdindeki kötü sicili de öbür yanda. Hepsini birlikte düşündüğümüzde, kararlarıyla sürekli olarak AİHS’yi ihlâl etmiş görünmekle kalmayıp TBMM’yi vazifesini yapmaktan alıkoymakla yetinmeyip üstüne bir de anayasa değiştirme (tâlî kurucu iktidar) yetkisini açık vesayeti altına almış bulunan bu kurumun, Avrupalı emsallerine göre yeniden yapılandırılmak suretiyle, demokratik sürece kısmen de olsa tâbî bir konuma getirilmesi gerekmektedir. Teklif bunu yapıyor mu? Cevap açıkça “hayır”dır. AK Parti yetkililerinin tartıştığımız teklife kadarki açıklamaları AYM üyelerinin önemli bir bölümünün TBMM tarafından seçilmesi gerektiği yönündeyken şimdiki teklife göre 17 üyenin sadece üçünü TBMM seçecek, geri kalan üyeler cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek. Bu düzenleme, AYM ile ilgili istenilen sonucu vermez, vermemekle de kalmaz, zâten parlâmenter sistemdeki sorumsuzluk ilkesiyle bağdaşmayacak biçimde yetkili olan cumhurbaşkanını daha da yetkili kılar. Bu durumda teklifin bürokratik vesayetçiliği ortadan kaldırma iddiası da temelsiz kalmaktadır. Çünkü, 1982 Anayasası ile tam olarak kurumlaştığını söylediğimiz bürokratik vesayetçiliğin en önemli taşıyıcılarından biri de Cumhurbaşkanlığı’dır. Türkiye, parlâmenter bir sisteme sâhiptir ve buna göre cumhurbaşkanı sorumsuz, sorumsuz olduğu için de yetkisiz olması gerekir. Ancak 12 Eylül askerî darbesi, darbenin başaktörü Kenan Evren’e göre bir Cumhurbaşkanlığı makamı oluşturmuşlardır: Yetkili ve sorumsuz, gerçek bir hukuk garabeti. Üstelik bu makamın hangileri olduğunu açıkça bilmediğimiz “tek başına yapacağı işlemler” hakkında yargı yolu da kapalıdır, yâni açıkça belirli olmayan bir yetki alanında cumhurbaşkanı hiç hesap vermeyen bir kamu görevlisidir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, cumhurbaşkanı, 1982 Anayasası’na göre, devlet organlarının uyumlu çalışmasını gözetmekle de görevli ve dolayısıyla yasama-yürütme-yargı organları arasındaki uyum için onlara telkinde ve tavsiyede bulunmaya da yetkili kılınmıştır. (...) Şimdi, önerilen anayasa değişikliklerinde, cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesi, bırakın AYM’nin kompozisyonundaki yetersizliği, 1982’nin bu önemli vesayet makamını pekiştirmeyecek midir? AYM 17 üyeden oluşacaksa, bunun en az 8’i TBMM tarafından seçilmelidir. Bürokratik vesâyetçiliğin bu önemli kurumunun demokratik ölçüler içine çekilmesinin şartı TBMM’nin ağırlığının artırılmasıdır. AK Parti milletvekillerinin sunduğu teklifte, Türkiye demokrasisinin bir diğer ağır ve âcil çözüm bekleyen sorunu olan siyasî parti kapatma rejiminin değiştirilmesi önerilmektedir. AYM örneğinde olduğu gibi burada da AK Parti mensupları, daha önceki açıklamalardan farklı bir yol izlemektedirler. Önceki açıklamalarda ağırlık kazanan fikir, siyasî parti kapatma konusunun siyasî bir konu olduğu, dolayısıyla sürecin başlatılması için siyasî bir organın devreye sokulması gerektiği, Almanya ve İspanya örneklerinde olduğu ve Venedik Kriterleri’nde de ortaya konulduğu üzere, bu organın parlâmento olması gerektiği yönündeydi. Şimdi ise, TBMM değil, TBMM’de grubu bulunan siyasî partilerin demokratik temsil oranları ne olursa olsun, eşit sayıda üye ile temsil edilecekleri bir komisyon oluşturulmak istenmektedir. Burada da TBMM Genel Kurulu’nda üçte iki veya beşte üç gibi nitelikli bir çoğunlukla verilebilecek bir kararla parti kapatma sürecinin başlatılması düşüncesini hayata geçirmek gerekmektedir. Özetle, anayasa değişikliği teklifi, olumlu pek çok yön içermesine rağmen, bürokratik vesayetçiliği ortadan kaldırmak bakımından yetersiz, bu vesayetçiliğin ana ayaklarından biri olan Cumhurbaşkanlığı’nın ağırlığını artırmak bakımından sakıncalı yönleri olan bir teklif görünümündedir. Sistem içinde TBMM’nin ağırlığından kaçınmak, “uzlaşma” kaygısıyla yapılmışsa, bunun boşuna olduğu herhâlde anlaşılmıştır. Muhalefet, demokratikleşmenin esasına yönelik değişiklikler konusunda uzlaşmaya yanaşmamaktadır. Dolayısıyla teklif AK Parti’nindir, AK Parti bu süreçte yalnızdır. Bu durum görüldüğüne göre, uzlaşma için demokratik ilkelerden taviz verir gibi yapmaktansa, demokratik standartları yüksek bir Türkiye için nasıl bir “yeni anayasa” öngörüldüğünün açıklanması, daha demokratik bir Türkiye tasavvuru için artık elzemdir.
Prof. Dr. Levent Köker Zaman, 8.4.2010
|
09.04.2010 |