Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli Bir kimse faizden mal çoğaltırsa, âkibeti mutlaka yokluk çekmek olur. Câmiü's-Sağîr, No: 3354 |
29.07.2009 |
Barışın teminatı, Risâle-i Nur
Şimdi umum beşerde sulh-u umumî için, yani beşerin ifsad edilmemesi için çareler aranıyor, paktlar kuruluyor. Ve madem bu hükümet-i İslâmiye musalâhat-ı umumiye ve hükûmetin selâmeti için, Yugoslavya’ya, tâ İspanya’ya kadar onları okşayarak dostluk kurmaya çalışıyor. İşte bunların çare-i yegânesinin bir delili olarak gösteriyoruz ki, tesis edilecek Şark Darülfünununun ilk müteşebbisinin bir ders kitabı olan ve ulûm-u müsbete ve fenniye ile ulûm-u imaniyeyi barıştıran ve bu otuz seneden beri bütün filozoflara meydan okuyan ve resmî ulemaya dokunduğu ve eski hükûmetle resmen mübareze ettiği halde bütün bunlar tarafından takdir ve tahsine mazhar olan ve mahkemelerde beraat kazanan Risâle-i Nur’un bu vatan ve millete temin ettiği âsâyiş ve emniyettir ki, İslâm memleketlerinde, hususan Fas’ta, Mısır ve Suriye ve İran gibi yerlerde vuku bulan dahilî karışıklıkların bu vatanda görülmemesidir. İşte, nasıl ki bu vatan ve millette Risâle-i Nur—emniyet ve âsâyişin ihlâline sair memleketlerden daha ziyade esbap bulunmasına rağmen—âsâyişi temin etmesi gösteriyor ki, o Doğu Üniversitesinin tesisi, beşeri müsalemet-i umumiyeye mazhar kılacaktır. Çünkü şimdi tahribat mânevî olduğu için ona mukabil tamirci mânevî bir atom bombası lâzımdır. İşte, bu zamanda tahribatın mânevî olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci mânevî atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak, üniversitenin mebde’ ve çekirdeği olan Risâle-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’dan gelen dehşetli dalâlet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir. O mânevî tahribata karşı Risâle-i Nur tamirci ve mânevî bir atom bombası olmuş. Emirdağ Lâhikası, s. 404, (yeni tanzim, s. 780) *** Kat’iyen tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur hariçten hücum eden küfr-ü mutlaka karşı bu milleti ve âlem-i İslâmiyeti muhafaza edecek Kur’ân-ı Hakîmin mu'cize-i mâneviyesinden bir derstir ki, dinsiz filozoflardan hiçbirisi ona karşı mukabele çaresi bulamadılar. Kat’iyen haber aldık ki: Hariçte bazı yerde bir milyon gençler “Müsalemet-i umumiyeyi temin edecek Risâle-i Nurdur” demişler. Sulh-u umumî taraftarı Almanya ve Amerika gibi bazı ecnebîlerin de Risâle-i Nur’u tercümeye başladığını haber aldık. Emirdağ Lâhikası, s. 451, (yeni tanzim, s. 864) *** Azîz kardeşlerim, Bu mübârek vatan ve milletin ve âlem-i İslâmın ebedî saadetini ve kurtuluşunu ve dolayısıyla yeryüzünde umumi sulh ve selâmeti temin edecek bir inâyet ve kudrete mâlik olan Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde şöyle gayet sağlam kuvvetler toplanmış ve imtizaç etmiştir: 1. Yüksek bir kuvvet ve bütün kemâlâtın üstâdı olan hakikat-i İslâmiye. 2. Şehâmet-i imâniye. Yani tezellül etmemek, bîçarelere tahakküm ve tekebbür et- memek. 3. Müslümanlığın insana verdiği izzet ve şeref, terakkî ve teâlînin en mühim âmili olan izzet-i İslâmiye. Sözler, Konferans, s. 710, (yeni tanzim, s. 1227)
Lügatçe: müsalemet-i umumiye: Umumun selâmeti; insanlığın barışı. sulh-u umumî: Genel barış. musalâhat-ı umumiye: Genel barış. |
Bediuzzaman Said Nursi 29.07.2009 |
Bediüzzamân ve Said Halim Paşa Yalısı (Beni dünyaya çağırma)
edîüzzamân Kosturma (Kostroma) esâretinden dönmüş ve İstanbul’a gelmiştir. Bu arada bir inkîlâb-ı rûhî geçirmektedir. Bu hâlet-i rûhiyesi onun Eski Saîd’den Yeni Saîd’e geçiş döneminin mukaddemesidir. Bedîüzzamân bu arada çok cazip ve dünyâda ondan başka belki de kimsenin red edemeyeceği bir teklif alır. Bu teklifi kendisine hiçbir vârisi olmayan Saîd Halîm Paşa yapmıştır. İstanbul’da olan ve etrafı ile İstanbul’un en müşâşalı güzellikleri ile meşhur olan yalısını teklif etmiştir. Bu yalı, Saîd Halîm Paşa Yalısı’dır. Paşa Bediüzzamân’ı sevmiş ve ona “Gel bu yalıyı sana vereyim burada ilmî çalışmalarını yap” demiştir. Bu olayla ilgili bilgi Risâle-i Nûr Enstitüsü internet sayfasında şöyle geçmektedir. “Bu arada Bediüzzaman’ın fikirlerini çok beğenen ve yaptığı hizmetleri yakından takip eden Sadrazam Saîd Halîm Paşa, Yeniköy’deki yalısını çok büyük arazisi ile beraber ona vermek istemişti. Bediüzzaman, bu köşkte hem ilmî çalışmalarına devam edebilir, hem de çok sıkıntılı ve yorucu geçen hayatının bundan sonraki kısmını rahatça geçirebilirdi. "1 Bedîüzzaman ilk teklifi aldığında hemen red etmemiş, düşünmesi gerektiğini söylemiştir. Aradan zaman geçmiş ve Paşa Bedîüzzamân’a adam göndermiş. “Karârını versin, benim işim var” diyerek Bedîüzzamân’ın kararını vermesini beklediğini söylemiş.” Fakat Bediüzzaman, hizmetindeki ihlâsa zarar gelmemesi için, II. Abdülhamid’in teklifini reddettiği gibi, Saîd Halîm Paşa’nın teklifini de reddetti. Çamlıca’daki dinlenme günlerinde Kosturma’da (Kostroma) filizlenen ve dünyanın fanî yüzünü gösteren tefekkür yeniden başlamıştı. İstanbul’daki siyaset de onu bunaltmıştı. Yeni bir ruhî uyanışın sancılarını yaşayan Bediüzzaman, sık sık Beykoz’daki Yuşa Tepesi’ne çıkarak tefekküre dalıyor ve dünyayla olan bağlarını tamamen koparmaya çalışıyordu." 2 Bedîüzzamân bir gece dahâ müsaade istemiş ve o gece istihâre yapmış. Devâmını kendisinden dinleyelim: “Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yûşa Tepesinde, dünyânın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyâya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız; istihâre edeyim. Sabahleyin kalbime bu iki levha hutûr etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübârek hâtıranın hâtırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhâfaza edildi.
Beni dünyaya çağırma, / Ona geldim fenâ gördüm. Demâ gaflet hicâb oldu, / Ve nûr-i Hak nihân gördüm. Bütün eşyâ-yı mevcûdât / Birer fâni muzır gördüm. Vücud desen, onu giydim, / Âh, ademdi, çok belâ gördüm. Hayat desen onu tattım / Azap-ender azap gördüm. Ömür ayn-ı heva oldu, / Kemal ayn-ı heba gördüm. Akıl ayn-i ikab oldu, / Bekayı bir belâ gördüm. Amel ayn-i riya oldu, / Emel ayn-ı elem gördüm. Visâl nefs-i zevâl oldu, / Devâyı ayn-ı dâ gördüm. Bu envar zulümât oldu, / Bu ahbâbı yetim gördüm. Bu savtlar na‘y-i mevt oldu, / Bu ahyâyı mevât gördüm. Ulûm evhâma kalb oldu, / Hikemde bin sakam gördüm. Lezzet ayn-i elem oldu, / Vücutta bin adem gördüm. Habîb desen onu buldum, /Âh, firâkta çok elem gördüm."3
İşte Bedîüzzamân bu mısralarla muhataplarına karşılık vermiştir. Daha sonra ise şöyle gelişmeler olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrası diğer İttihatçılar gibi Saîd Halîm Paşa da mahkemeye çıkarılır ve önce Mondros’a, oradan da Malta’ya sürgüne yollanır. Sonra da Roma’ya yerleşir. 6 Aralık 1921 tarihinde, akşamüstü arabayla evine döndüğü sırada bir Ermeni militan tarafından alnından vurularak şehid edilir.4 Na’şı İstanbul’a getirilmiş ve Yeniköy’deki yalısından alınarak büyük törenle Sultan Mahmud Türbesinin hazîresine (bahçesine) defnedilmiştir. Paşanın yalısı da vârisi olmadığı için devlete kalmış. Bir süre devlet, misafirlerini bu yalıda konaklatmış, sonra ise ülkenin ilk kumarhânelerinden biri olarak kullanılmış. Şu haber ise yalının hangi amaçlarla kullanıldığının en önemli delîlidir: “Saîd Halîm Paşa Yalısı, kumarhâne, bar ve gece kulübünden sonra şimdi de butik otel oluyor.” 5 Bu yalının hâli, Üstad Bedîüzzamân’ın haklılığını gözler önüne seriyor. İşte mecâzî mâşuklardan hakîkî aşka yönelen Bedîüzzamân, dünyanın cazip tekliflerini elinin tersi ile itmiştir. O bu yalıyı kabul etseydi bu gün elimizde bulunan ve milyonlarca insanın îmânının kurtulmasına vesîle olan Risâle-i Nûr Külliyâtı olamazdı. Çünkü Risâle-i Nûrlar bir çilenin ve bedelin netîcesi ve ürünüdür. Sıcak odalarda, yumuşak koltuklarda değil, soğuk mekânlarda ve hücrelerde, sert kışlarda kıvâmını bulmuş ve lezzete kavuşmuştur. Bedîüzzamân dünyâyı terk etmenin yolunu da bizlere şöyle göstermiştir: “Dört şey için dünyâyı kesben değil, kalben terk etmek lâzımdır: 1. Dünyanın ömrü kısa olup, sür’atle zevâl ve gurûba gider. Zevâlin elemiyle, visâlin lezzeti zevâl buluyor. 2. Dünyânın lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır. 3. Seni intizar etmekte ve senin de sür’atle ona doğru gitmekte olduğun kabir, dünyânın ziynetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabûl etmez. Çünkü dünyâ ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir. 4. Düşmanlar ve haşerât-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvâzene, kabirle dünyâ arasındaki aynı muvazenedir. Maahazâ, Cenâb-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye dâvet ediyor ki, senelerce dostlarınla berâber râhat edesin. Öyleyse, kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allâh’ın dâvetine icâbet et. 6
Dipnotlar: 1. http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=SaidNursi&SubSection=Biyografi&Page=2 2. http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=SaidNursi&SubSection=Biyografi&Page=2 3. Sözler, 2004, s: 350. 4. Eski Saîd Eserleri, 2009, s: 830. 5. http://www.arkitera.com/haberler/2004/11/05/yali.htm 6. Mesnevî-i Nuriye, 2006, s: 201.
|
BAKİ ÇİMİÇ 29.07.2009 |