Zübeyir Ağabey Risâle-i Nur’u dikkatle, sindire sindire okurdu
İlhan Yüce kimdir?
1934 Denizli doğumluyum. Evli ve üç çocuk babasıyım. Nurları 1955 yılında tanıdım. Mesleğim astsubay. 1977’de emekli oldum.
Zübeyir Ağabeyin, sizi ve sair tâlebeleri yakından takip ettiği oluyor muydu?
Evet, Zübeyir Ağabey talebeleri takip ederdi. Kalpten geçeni biliyordu. Bir ara bir duyum aldım. Genç kardeşlerden bir kısmı beni kastederek ‘Bu derslerde çok konuşuyor’ demiş. Ben de ‘Ben konuşmayacağım daha, gençler bu işleri yapsınlar’ dedim kendi içimden. Kimseyle de paylaşmadım. Akşam Zübeyir Ağabey rüyama girdi. Bana o düşüncelerimden dolayı kızdı. Ben de ‘Bana duâ öğret, muvaffak olayım’ dedim. Öğretti. O duâyı her namazdan sonra okudum. Elhamdülillah—sadece evimin bulunduğu bu sokak üzerinde—10 talebe yetiştirdim. Kur’ân, Risâle-i Nur, Cevşen, duâlar vesâire… Ayyaşlar vardı, içkiyi bıraktılar, külliyât aldılar, okudular. Hatta o ayyaşlardan biri çok okumuş, “Gözlerim çatlayacak gibi okuyorum” diyordu.
Zübeyir Ağabeyin size öğrettiği duâ neydi?
“Yarabbi! Üstadımıza saadet-i ebediyede pek yüksek makâmât ver. Beni hizmet dairesinde istihdam eyle. İhlâsla amel etmemi sağla…” Tabii bu duânın kabul edilmesi için de, bol bol Risâle-i Nur okumak gerekiyor. Risale-i Nur’u okuyup, anlamaya çalışmak, sonrasında da anladıklarını hayatına tatbik etmek… Yoksa sadece az evvel zikrettiğim duâyı yapmak tek başına yetmez… Hem fiilî, hem kavlî duâ olması lâzım…
Zübeyir Ağabeyin Risâle-i Nur okumaları nasıldı?
Zübeyir Ağabey, döner döner okurdu. Akılda kalsın diye Zübeyir Ağabey bazen aynı sayfayı dönüp 40 defa okuduğu olurdu. Bazı yerleri ezberlerdi de… Teennî ile okurdu… Doktora yapar gibi… Sindire sindire… Kat’iyen gazete okur gibi okumazdı.
Küçüklüğümde hatırlıyorum, Risâle okuduğumuz için asker karşıydı, ordu karşıydı, anne baba karşıydı, akrabalar karşıydı, arkadaşlar karşıydı, öğretmenlerimiz karşıydı… Suçumuz neydi peki? Suçumuz takvâlı olmaktı! Kahveye, sinemaya, dansa gitmemekti! Ama elhamdülillah bu badirelerin hepsini atlatarak bugünlere gelebildik…
Dünyada bugüne kadar en çok okuyucu kitlesi bulan, Risâle-i Nur eserleridir. Başka hiçbir kitabın bu kadar okuyucu kitlesi yok! Bunda ağabeylerin payı çok büyüktür.
Röportaj başlarken 75 yaşında olduğunuzu söylediniz. Uzun yıllardır hizmetin içerisindesiniz. Hapishaneye girdiğiniz hiç oldu mu?
60 ihtilâlinde Üstadın bir mektubu mes’elesinden dolayı 9 ay hapis yattım. Benim yazdığım ve üzerinde benim adım bulunan bir mektubu birisi almış, çoğaltmış. Ondan sonra Eskişehir’de bir dershaneye baskın oluyor, yakalanıyor, üzerinde benim adım olduğu için beni tutukluyorlar…
Hapisten çıktıktan sonra...
9 ay yattıktan sonra beraat ettirdiler beni… Dışarı çıktım, üzerimde para yok, pul yok, hiçbir şey yok… Cebimde beş para yok. Benim huyumdur, sıkıntı ve derdimi gidip kimseye anlatmam. Bir gün Maliye Müdürü bana “Ben seni rüyamda gördüm” dedi. Oysa ki ben onu tanımam, o beni tanımaz. Yerlerimiz birbirine uzak ve ayrı. Senin hakkında mahkeme kanun çıkarmış (elinde bir yazı), şunu yaz, sana 9 ay maaş bağlayacağım. Ondan sonra, ben o dilekçeyi yazdım, hemen 9 ay maaş bağladılar bana. Çok büyük bir tevâfuk; hapis yattığım süre ile maaş bağladıkları süre aynı! Bu, Risâle-i Nur’un inayeti, Allah’ın yardımı… Nur talebelerinin daima muhafaza altında olduklarının göstergesidir.
Hapisten çıktıktan sonra astsubay olarak mı mesleğinize devam ettiniz?
Evet. Hatta hapisten çıktıktan sonra, resmî (astsubay) elbisemi giyip medreseye gittim. Kapıyı çaldım, açtılar, şapkamı çıkardım, askıya astım ve hemen tuvalete girdim. Ardımdan dershaneyi polisler bastı. Zübeyir Ağabey ile birlikte 4-5 kişi daha vardı o gün dershanede. Polisler her tarafı aradılar. Benim içinde bulunduğum tuvaleti aramayı unuttular. Ben de çıkmadım içeriden. Baktım bir gürültü var, tuvaletin içinde durdum. Sesleri geliyor: “Bu adam nereye gitti?!” diye. Ama Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle beni bulamadılar. Eğer beni yakalasaydılar, Zübeyir Ağabey ve diğer talebelerin de başı belâya girecekti. Beni de işten atarlardı. Beni bulamayınca, kitap falan aramaya başladılar. Ne bulduysalar alıp götürmüşlerdi. Zaten o zamanlar Nur Talebelerin üzerinde çok sıkı bir denetim vardı. Bundan dolayı Zübeyir Ağabey hep kendi açardı kapıyı, başkasına açtırmazdı. Bakardı, yabacı biriyse, ona göre muâmele yapardı. Ben Zübeyir Ağabeyin yanında bulunduğum süre içerisinde, ne vakit polisler arama yapmaya gelseler, Zübeyir Ağabey beni hemen tuvalete sokardı (gülüyoruz). Ararlar, beni bulamayınca da çeker giderlerdi.
Siz hapishanede iken Zübeyir Ağabey sizi ziyarete geldi mi hiç?
Geldi geldi. Ama bir düşünün, askerî kışladayım! Sinek uçurtmuyorlar! İhtilâl olmuş, ama Zübeyir Ağabey cesaret edip beni ziyarete geliyor! Baktım Zübeyir Ağabey, risâle almış, boş bir defter almış, bir okka divit almış (kapıdan bunları nasıl geçirip getirdiğini şu an bile hayretle düşünüyorum), bana getirip verdi; “Sen burada sıkılmayasın diye, al bu risâleyi yaz” dedi. (İlhan Yüce röportajdan sonra yazdığı o risâleyi getirdi; inceledik, baktık, hayalen o günlere gittik! Nurların bu günlere hangi şartlarda ulaştığını bir nebze müşahede ettik. Bu da Nurlara, daha çok yakınlaşmamızı sağladı. Hâzâ min fadli Rabbî! Ö.E.) Ben de o risâleleri kendime yazdım. Ama, risâle olduğu anlaşılmasın diye (korktuğumdan değil, tedbir amaçlı) kapak yaptırıp, üzerlerine ‘cep ilmihali’ vb. yazılar yazdım. Bu vesileyle sıkıntılı geçen hapis müddetim, feyizli ve nurlu geçti elhamdülillah.
Sağlığında Üstad Hazretlerini gördünüz mü?
Evet, görmek nasip oldu çok şükür. Üstad Hazretleri buraya (Ankara’ya) geldiği zaman, bir otelde kalırken, bir sabah namazında bizi çağırdı. Ben, Sungur Ağabey, Said Özdemir Ağabey vesâire nur talebeleri vardık… Ben o zamanlar astsubaydım. Bir astsubay arkadaş daha vardı. 3-5 kişi esnaf vardı. Toplam 15 kişi gittik Üstad Hazretlerinin yanına. Üstad bize dedi ki: “Korkmayınız kardeşlerim! Komünizmin beli kırılmıştır. Bundan sonra bir şey yapamayacaklar. Sizi üç Said olarak kabul ediyorum... Bundan sonra ‘uhuvvete’ dikkat edip çalışacağız.”
Günümüzde daha ne gibi hizmetler yapılabilir? Üstad Hazretleri nasıl bir hizmetten memnun olur, takdir ve tebrik eder?
Şimdi senin sorduğun sorunun aynısını, zaman zaman yanıma sohbete gelen genç kardeşler de soruyor: “Biz ne yaparsak, Üstad Hazretleri bizi sever?” diye. Ben bizzat bu minvalde yaşadığım bir hatırayı sizlerle paylaşayım: Zübeyir Ağabeyin bana verdiği bir kısım risâleler vardı, ben onları bir yüzbaşına verdim. Kendisi Kayserili idi. Kendisi okumuş, hanımı öğretmendi, hanımı da okumuş. Sonra bu yüzbaşı namaza başladı. Bir gün Üstad Hazretleri geldi rüyamda, bana sarıldı; bu hizmetten ötürü. Yani Üstad bu gibi şeyleri seviyor; başkalarını Nurlarla tanıştırmayı, başkalarının Nur Talebesi olmasına, namaza başlamasına, günahtan-haramdan uzak durmasına vesile olmayı vesâire…
Üstad Hazretlerini rüyada kaç defa gördünüz?
Çok gördüm elhamdülillah. Belki 15-20 defa. Hepsi bu tarz meselelerden dolayı. Hep Üstad rüyama girer, tebrik ederdi.
Zübeyir Ağabeyin, sizi ve sair tâlebeleri yakından takip ettiği oluyor muydu?
Evet, Zübeyir Ağabey talebeleri takip ederdi. Kalpten geçeni biliyordu. Bir ara bir duyum aldım. Genç kardeşlerden bir kısmı beni kastederek ‘Bu derslerde çok konuşuyor’ demiş. Ben de ‘Ben konuşmayacağım daha, gençler bu işleri yapsınlar’ dedim kendi içimden. Kimseyle de paylaşmadım. Akşam Zübeyir Ağabey rüyama girdi. Bana o düşüncelerimden dolayı kızdı. Ben de ‘Bana duâ öğret, muvaffak olayım’ dedim. Öğretti. O duâyı her namazdan sonra okudum. Elhamdülillah—sadece evimin bulunduğu bu sokak üzerinde—10 talebe yetiştirdim. Kur’ân, Risâle-i Nur, Cevşen, duâlar vesâire… Ayyaşlar vardı, içkiyi bıraktılar, külliyât aldılar, okudular. Hatta o ayyaşlardan biri çok okumuş, “Gözlerim çatlayacak gibi okuyorum” diyordu.
Zübeyir Ağabeyin size öğrettiği duâ neydi?
“Yarabbi! Üstadımıza saadet-i ebediyede pek yüksek makâmât ver. Beni hizmet dairesinde istihdam eyle. İhlâsla amel etmemi sağla…” Tabii bu duânın kabul edilmesi için de, bol bol Risâle-i Nur okumak gerekiyor. Risale-i Nur’u okuyup, anlamaya çalışmak, sonrasında da anladıklarını hayatına tatbik etmek… Yoksa sadece az evvel zikrettiğim duâyı yapmak tek başına yetmez… Hem fiilî, hem kavlî duâ olması lâzım…
Zübeyir Ağabeyin Risâle-i Nur okumaları nasıldı?
Zübeyir Ağabey, döner döner okurdu. Akılda kalsın diye Zübeyir Ağabey bazen aynı sayfayı dönüp 40 defa okuduğu olurdu. Bazı yerleri ezberlerdi de… Teennî ile okurdu… Doktora yapar gibi… Sindire sindire… Kat’iyen gazete okur gibi okumazdı.
Küçüklüğümde hatırlıyorum, Risâle okuduğumuz için asker karşıydı, ordu karşıydı, anne baba karşıydı, akrabalar karşıydı, arkadaşlar karşıydı, öğretmenlerimiz karşıydı… Suçumuz neydi peki? Suçumuz takvâlı olmaktı! Kahveye, sinemaya, dansa gitmemekti! Ama elhamdülillah bu badirelerin hepsini atlatarak bugünlere gelebildik…
Dünyada bugüne kadar en çok okuyucu kitlesi bulan, Risâle-i Nur eserleridir. Başka hiçbir kitabın bu kadar okuyucu kitlesi yok! Bunda ağabeylerin payı çok büyüktür.
Röportaj başlarken 75 yaşında olduğunuzu söylediniz. Uzun yıllardır hizmetin içerisindesiniz. Hapishaneye girdiğiniz hiç oldu mu?
60 ihtilâlinde Üstadın bir mektubu mes’elesinden dolayı 9 ay hapis yattım. Benim yazdığım ve üzerinde benim adım bulunan bir mektubu birisi almış, çoğaltmış. Ondan sonra Eskişehir’de bir dershaneye baskın oluyor, yakalanıyor, üzerinde benim adım olduğu için beni tutukluyorlar…
Hapisten çıktıktan sonra...
9 ay yattıktan sonra beraat ettirdiler beni… Dışarı çıktım, üzerimde para yok, pul yok, hiçbir şey yok… Cebimde beş para yok. Benim huyumdur, sıkıntı ve derdimi gidip kimseye anlatmam. Bir gün Maliye Müdürü bana “Ben seni rüyamda gördüm” dedi. Oysa ki ben onu tanımam, o beni tanımaz. Yerlerimiz birbirine uzak ve ayrı. Senin hakkında mahkeme kanun çıkarmış (elinde bir yazı), şunu yaz, sana 9 ay maaş bağlayacağım. Ondan sonra, ben o dilekçeyi yazdım, hemen 9 ay maaş bağladılar bana. Çok büyük bir tevâfuk; hapis yattığım süre ile maaş bağladıkları süre aynı! Bu, Risâle-i Nur’un inayeti, Allah’ın yardımı… Nur talebelerinin daima muhafaza altında olduklarının göstergesidir.
Hapisten çıktıktan sonra astsubay olarak mı mesleğinize devam ettiniz?
Evet. Hatta hapisten çıktıktan sonra, resmî (astsubay) elbisemi giyip medreseye gittim. Kapıyı çaldım, açtılar, şapkamı çıkardım, askıya astım ve hemen tuvalete girdim. Ardımdan dershaneyi polisler bastı. Zübeyir Ağabey ile birlikte 4-5 kişi daha vardı o gün dershanede. Polisler her tarafı aradılar. Benim içinde bulunduğum tuvaleti aramayı unuttular. Ben de çıkmadım içeriden. Baktım bir gürültü var, tuvaletin içinde durdum. Sesleri geliyor: “Bu adam nereye gitti?!” diye. Ama Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle beni bulamadılar. Eğer beni yakalasaydılar, Zübeyir Ağabey ve diğer talebelerin de başı belâya girecekti. Beni de işten atarlardı. Beni bulamayınca, kitap falan aramaya başladılar. Ne bulduysalar alıp götürmüşlerdi. Zaten o zamanlar Nur Talebelerin üzerinde çok sıkı bir denetim vardı. Bundan dolayı Zübeyir Ağabey hep kendi açardı kapıyı, başkasına açtırmazdı. Bakardı, yabacı biriyse, ona göre muâmele yapardı. Ben Zübeyir Ağabeyin yanında bulunduğum süre içerisinde, ne vakit polisler arama yapmaya gelseler, Zübeyir Ağabey beni hemen tuvalete sokardı (gülüyoruz). Ararlar, beni bulamayınca da çeker giderlerdi.
Siz hapishanede iken Zübeyir Ağabey sizi ziyarete geldi mi hiç?
Geldi geldi. Ama bir düşünün, askerî kışladayım! Sinek uçurtmuyorlar! İhtilâl olmuş, ama Zübeyir Ağabey cesaret edip beni ziyarete geliyor! Baktım Zübeyir Ağabey, risâle almış, boş bir defter almış, bir okka divit almış (kapıdan bunları nasıl geçirip getirdiğini şu an bile hayretle düşünüyorum), bana getirip verdi; “Sen burada sıkılmayasın diye, al bu risâleyi yaz” dedi. (İlhan Yüce röportajdan sonra yazdığı o risâleyi getirdi; inceledik, baktık, hayalen o günlere gittik! Nurların bu günlere hangi şartlarda ulaştığını bir nebze müşahede ettik. Bu da Nurlara, daha çok yakınlaşmamızı sağladı. Hâzâ min fadli Rabbî! Ö.E.) Ben de o risâleleri kendime yazdım. Ama, risâle olduğu anlaşılmasın diye (korktuğumdan değil, tedbir amaçlı) kapak yaptırıp, üzerlerine ‘cep ilmihali’ vb. yazılar yazdım. Bu vesileyle sıkıntılı geçen hapis müddetim, feyizli ve nurlu geçti elhamdülillah.
Sağlığında Üstad Hazretlerini gördünüz mü?
Evet, görmek nasip oldu çok şükür. Üstad Hazretleri buraya (Ankara’ya) geldiği zaman, bir otelde kalırken, bir sabah namazında bizi çağırdı. Ben, Sungur Ağabey, Said Özdemir Ağabey vesâire nur talebeleri vardık… Ben o zamanlar astsubaydım. Bir astsubay arkadaş daha vardı. 3-5 kişi esnaf vardı. Toplam 15 kişi gittik Üstad Hazretlerinin yanına. Üstad bize dedi ki: “Korkmayınız kardeşlerim! Komünizmin beli kırılmıştır. Bundan sonra bir şey yapamayacaklar. Sizi üç Said olarak kabul ediyorum... Bundan sonra ‘uhuvvete’ dikkat edip çalışacağız.”
Günümüzde daha ne gibi hizmetler yapılabilir? Üstad Hazretleri nasıl bir hizmetten memnun olur, takdir ve tebrik eder?
Şimdi senin sorduğun sorunun aynısını, zaman zaman yanıma sohbete gelen genç kardeşler de soruyor: “Biz ne yaparsak, Üstad Hazretleri bizi sever?” diye. Ben bizzat bu minvalde yaşadığım bir hatırayı sizlerle paylaşayım: Zübeyir Ağabeyin bana verdiği bir kısım risâleler vardı, ben onları bir yüzbaşına verdim. Kendisi Kayserili idi. Kendisi okumuş, hanımı öğretmendi, hanımı da okumuş. Sonra bu yüzbaşı namaza başladı. Bir gün Üstad Hazretleri geldi rüyamda, bana sarıldı; bu hizmetten ötürü. Yani Üstad bu gibi şeyleri seviyor; başkalarını Nurlarla tanıştırmayı, başkalarının Nur Talebesi olmasına, namaza başlamasına, günahtan-haramdan uzak durmasına vesile olmayı vesâire…
Üstad Hazretlerini rüyada kaç defa gördünüz?
Çok gördüm elhamdülillah. Belki 15-20 defa. Hepsi bu tarz meselelerden dolayı. Hep Üstad rüyama girer, tebrik ederdi.
|