"Gerçekten" haber verir 10 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selâmette olduğu kimsedir. Mü'min de canları ve malları konusunda insanların kendisinden emin olduğu kimsedir.

Câmiü's-Sağîr, No: 3791

10.02.2009


Hâricî düşmanın hücumunda dâhilî münakaşâtı terk etmeli

Altıncı Sebeb: Ehl-i hakkın ihtilâfı nâmertliklerinden, himmetsizliklerinden, hamiyetsizliklerinden olmadığı gibi; gafletli ehl-i dünyanın ve ehl-i dalâletin hayat-ı dünyeviyeye ait işlerde samimâne ittifakları dahi mertlikten, hamiyetten, himmetten değildir. Belki, ehl-i hakkın, ekseriyetle âhirete ait olan faydaları düşünmekle, o ehemmiyetli ve kesretli meselelere hamiyeti, himmeti, mertliği inkısam eder. Hakikî sermaye olan vaktini bir meseleye sarf etmediği için, meslektaşlarıyla ittifakı muhkemleşmiyor. Çünkü meseleler çok, daire dahi geniştir.

Gafletli ehl-i dünya ise, yalnız hayat-ı dünyeviyeyi düşündüklerinden, bütün hissiyâtıyla ve ruh ve kalbiyle, şiddetli bir surette hayat-ı dünyeviyeye ait meselelere sarılır. Ve o meselede ona yardım edene kuvvetli yapışır. Ve hakikat nokta-i nazarında beş paraya değmeyen ve ehl-i hak ona on para kıymet vermeyen meselelere, divane olmuş elmasçı bir Yahudinin beş paralık cam parçasına beş lira fiyat verdiği gibi, beş yüz lira kıymetindeki vaktini o meseleye hasreder. Elbette bu kadar fiyat verip ve şiddetli hissiyatla sarılmak, bâtıl yolunda dahi olsa, samimî bir ihlâs olduğundan, o meselede muvaffak olur ve ehl-i hakka galebe eder. Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mahkûmiyete ve tasannua ve riyâya düşüp ihlâsı kaybeder. O nâmert, himmetsiz, hamiyetsiz bir kısım ehl-i dünyaya dalkavukluk etmeye mecbur olur.

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz. “Onlar boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” (Furkan Sûresi: 25:72.) edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve hâricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir sûrette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz. “Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim” deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız. Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte, mühim ve hususî şerâit dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazen geçmesi gibi, bu ehl-i hakkın mağlûbiyeti zamanında, mânevî mücahede mesâilinde, küçük bir meseleye sarf olunan senin kıymettar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir. Madem livechillâhtır, o işin küçüğüne, büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve rızâ-i İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rızâ-i İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.

Lem’alar, 20. Lem’a, (yeni tanzim, s. 381)

edeb-i Furkanî: Kur`ân`ın edebi, terbiyesi, dersi.

ehâdis-i Nebeviye: Peygamberimizin (asm) sözleri, hareketleri ve hâllerini bildiren hakikatler.

ehl-i dalâlet: Doğru ve hak yoldan sapanlar.

ehl-i hak: Hak ehli, hak yolda olanlar.

hamiyet: Mukaddesatı, milletin haklarını, nâmus ve haysiyeti korumak hususlarında gösterilen gayret ve titizlik.

inkısam: Kırılıp ayrılma. Parçalanma.

kesretli: Çok.

livechillâh: Allah için, Allah nâmına.

maraz-ı ihtilâf: Bölünme, uyuşamama hastalığı.

mesâil: Meseleler.

muhkem: Sağlam.

şerâit: Şartlar.

teavün: Yardımlaşma.

uhuvvet: Kardeşlik.

vazife-i uhreviye: Ahirete âit vazife.

yekdiğer: Bir diğer.

Bediuzzaman Said Nursi

10.02.2009


GARİP

Cebinde beş kuruş parası yoktu

Üşüyen ellerini cebine attığında

Eline sadece pantolonunun yırtık astarı geliyordu

Babasından da isteyemiyordu

Çünkü ayın on beşine daha çok vardı

Buzlu yollarda yürürken

Ayağındaki potinlere takıldı gözleri

Ne zaman aldığını o bile unutmuştu

Bazen yolların buz tuttuğuna şükrederdi

Çünkü buz tutmasa

Potinlerin altındaki yarıktan su girecekti

Kitaplarını tutan elleri mosmor olmuş,

Çatlamış dudakları kararmıştı.

Soğuktan mıdır nedir, aç olduğunu bile unutmuştu

Ona çorbayı en son rahmetli annesi yapmıştı.

Bu yüzden birçok şeyin tadını unutmasına rağmen,

Tarhananın tadını unutmamıştı.

Tarhana çorbasının tadını ne zaman duysa

Açlığı değil, annesi gelirdi aklına

Ah! Derdi, ah keşke annem yanımda olsaydı da

Olsaydı da keşke hep aç kalsaydım.

Birdenbire hayatı bir film şeridi gibi gözlerinde canlandı

Kitapları sağa sola savrulmuş,

Yırtık potinleri ayağından çıkmıştı.

O da anlayamamıştı ne olduğunu

Karşısında birisi ona gülümsüyordu.

O da tebessümle karşılık verdi.

“Siz kimsiniz?” dedi. O da şöyle cevap verdi:

“Seni annene götürecek kişiyim”

FARUK BAHADIR ÖNAL

[email protected]

10.02.2009


Kul olmak bana yeter!

“İnsan acz ve fakrını anlamakla

tam bir Müslüman ve abd olur.”

Bediüzzaman Said Nursî

[Rahmet Peygamberi Efendimiz (asm) gibi kulluğu tercih edenlerden olmak ve onun gittiği kulluk yolu olan ‘târîk-ı ubûdiyette’ gidip ‘mahbubiyet’ makamının küçük bile olsa bir tecellîsine mazhar olmak duâsıyla… Kulluğunu en büyük şeref bilenlere…]

Ayakları yerde, elleri duâlar ufkunda, kalbi göklerde bir kul olmak bana yeter.

Alâyişten uzak, şu küçük tepede çiçeklerle, böceklerle hemhâl, bin bir tecellî içinde bir tecelli olmak ve kalbi daimî huzurda bir kul olmak bana yeter.

Âcizlik sermayesi, Rabbine karşı fakirliğini hissetmek en büyük ni’meti olan biri olmak, “insanlar içerisinde bir insan” gibi yaşamak bana yeter.

Şu kocaman dünyada, şu kutlu kâinat şehrinde, dünya sarayında bir misafir gibi yaşamak ve fânîye aldanmamak en büyük şeref bana. Kalbinin bütün duygularıyla bâkî olana yönelmiş ve ebedî tecellileri seyre dalmış bir kul olmak bana yeter.

Gelenlerle gidenler arasında, gideceğinin, bir yolcu olduğunun, fânî olduğunun, burada kal(a)mayacağının farkında, acz- fakr tezkeresine müştak bir kul olmak bana yeter.

Kendi küçük dünyasında mutlu, yanı başındakileri unutmayan, meselâ her gün kendisini tevâzuyla karşılayan ağaçlara imanî bir nazar eden, kuşlarla türkü söyleyen, çiçeklerle sevinen, yanı başından akan pınarların bir rahmet olduğunu bilen, onlara çöp atmayı bile kabullenemeyen, ara sıra arkadaşı Ahmed’den öğrendiği üzere ağaçları kucaklayıp öpen, bir ağaç dostu, bir çevre dostu, bir kâinat yolcusu olmak, bir kul olmak bana yeter.

Elleri duâda, kalbiyle Dâî olana yönelmiş, kendisinden geçmiş, kendini var edene yönelmiş bir kul olmak bana yeter.

Yeter bana seccadem

Bana yeter tesbihim

Bana yeter şükür ile yediğim o tatlı ekmeğim.

Ve yeter bana hakikat yazan kalemim…

İçtiğim su, rahmet rahmet sunulan hava, şuâ şuâ gönlüme, ruhuma akan iman, huzur ile bin bir ni’metin içinde ve Elhamdülillah farkında olarak yaşayan bir kul olmak, O’nun (cc) rızasına mazhar olmak, O’ndan (cc) râzı olmak şeref olarak, makam olarak bana yeter...

***

Kulluğum!

Ne azîz, ne yüksek bir şeref, bir rütbesin.

İçimde gönlümde sultan, âlemimde padişah sensin.

***

Ömür geçiyor, insan aldanıyor, düşüyor. Rabbi ayağa kaldırıyor.

Yıkılıyor insan, onu yine Rabbi terbiye ediyor.

Sıkılıyor insan, kalp sıkılıyor, ruh sıkılıyor. Huzuru Allah (cc) oluyor.

Ve nihâyet elde bir tek kulluk kalıyor.

Bütün rütbelerin dışarıda toprak parçasına dönüştüğü yerde, ölüm günü kabrimize bir tek kulluk giriyor.

***

Gelin bu sefer kulluğumuzu ayağa kaldıralım.

Ni’metler içerisinde, ni’met vereni görmeyen gönül gözümüzü bir açalım.

Mevcudâtın tesbihine, zikrine, kâinatın tevhid sofrasına bir kulak kesilelim. Onları dinleyelim.

O güzel zikir seslerini ruhumuza, içimize taşıyalım.

***

Ayaklarımızı şerden alıp iyiliğe yürüyelim.

İyiliğe gitmek isteyen biri mi var, elinden tutalım.

Ve kulluğumuzu ayağa kaldıralım.

Kullukla ebedî şeref bulalım.

***

Allahım! Suya, ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, Sana, duâya, şükre, zikre olan ihtiyacımızı unutturma. Ve yağmurla rahmetini gönderdiğin gibi toprağımıza, kalbimizi de yağmursuz rahmetsiz bırakma. Gönül toprağımızı çiçeksiz, meyvesiz bırakma. Bizi o en selâmetli ve umumî ve risksiz kulluk yolundan, târîk-ı ubûdiyetten ayırma.

***

Rabbimiz (cc)! Sen neyi görmemizi istediysen işte gözlerimiz onu görsün.

Neye kulak kesilmeli idi isek, kulaklarımız onu dinlesin duysun.

Kalbimiz hangi muhabbet için takılmışsa göğsümüze, gönlümüz onunla huzur bulsun.

Elimiz ayağımız neye, nereye yürümeli idiyse, işte oraya yürüsün.

Ve kulluk kalbimizin ilâcı, ruhumuzun aşı, başımızın tâcı olsun!

***

Efendim kulluk yolunda saf ve temiz bir kul olmamız ve kulluk yolunda dâim olmamız duâsıyla.

Kulluğunuzla saf ve temiz kalın!

CİHAN CAMBAZ

10.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır