Türkiye, İran ve Rusya arasında Soçi’de, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde barış ve istikrarı esas alan Suriye mutabakatı, bölge ülkeleri ekseninde siyasî çözüme ulaşılması açısından fevkalade ehemmiyetli.
Öncelikle “mutabakat” metninde, üç ülkenin Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini teyit”le, “gerginliği azaltma bölgelerin tesis edilmesi ve Suriye ihtilâfının çözümüne yönelik hiçbir siyasî girişimin Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne hiçbir suretle halel getiremeyeceği”nin vurgulanmasının büyük önemi var.
Keza “ülkenin birliğini yeniden tesis etmelerinde Suriye halkının desteğini alacak bir anayasayı netice verecek, kapsayıcı, özgür, âdil, şeffaf ve serbest seçimlerle “siyasi çözüm”e yardımcı olmada anlaşılması dikkate değer.
Çözüm aşamasındaki bir diğer önemli husus, yakın gelecekte Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde Suriye hükümeti temsilcileri ile Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine, toprak bütünlüğüne ve parçalanamaz karakterine bağlı olan muhalefeti yapıcı şekilde katılım sağlamaya çağrısı oluyor.
Ve “Cenevre görüşmeleri” ile sürdürülen “Astana süreci”nin devamı niteliğindeki sözkonusu “siyasî çözüm” irâdesi, Suriye’deki bütün tarafların bir araya gelmesi, Suriye’nin yanı sıra bölge dışı ecnebilerin işgal ve ifsadlarla Suriye üzerinden ateşe attıkları bölgenin barış ve istikrara zemin oluşturması açısından büyük ümit vaat ediyor.
“SİYASÎ ÇÖZÜM”ÜN “YOL HARİTASI”
Bu durum, altı yıldır küresel güçlerin maşası ve taşeronu silâhlı örgütlerin ağababalarının egemenlik ve çıkarları adına “vekâlet savaşları”yla yürüttüğü iç savaş bataklığında 600 bin sivilin katledilği, yine yüzbinlercesinin yaralandığı, on milyon Suriyelinin yurdunu – evini terkle göçe zorlanıp “sığınması” duruma sürüklendiği ve başta ülkenin baştan sonra yıkılıp yakılarak tahrip edildiği kargaşanın sona erdirilmesi için ciddî bir merhale oluşturuyor.
Aslında Putin’in, “Sayın Esad ile görüşmelerde barışçıl çözümleri ve özgür seçimlerin gerçekleşmesi, sosyal ekonomik düzenlemelerin yapılması, alt yapı, sanayi, tarım, ticaret alanında ülkenin tekrar ayakları üzerine durması için yeniden yapılandırılma ve insanî yardım konularında, Suriye’nin tamamen silâhlarından arınması, tarihî ve kültürel değerlerin korunma altına alınması konularında görüşüldü” sözleri, öngörülen “siyasî çözüm”ün “yol haritası”nı özetliyor.
Ve yıllardır emperyal devletlerin “yerli” taşeronları silâhlandırdıkları işbirlikçi örgütler üzerinden çatışmaları tahrikle alevlendiren “askerî çözüm”ün neticesizliğini bir defa daha ortaya koyuyor.
Gerçek şu ki, Suriye’de nihaî çâre olarak Şam yönetimi dahil ülkedeki bütün yerli unsurların katılacağı “siyasî çözüm”ün deklâre edilmesi, AKP iktidarında Ankara’nın baştan beri “Esad’ın devrilmesi”ne saplanan Suriye politikasının iflâsının ilânı oluyor.
ANKARA “MUTABAKATI” KORUMALI…
Ne var ki, bütün olup bitenlere rağmen hâlâ –çoğu zaman iç kamuoyuna yönelik propaganda ve bir türlü vahim hataları kabul etmeme sâikiyle- eski söylemleri sürdürme garabeti sergileniyor. Uzun emekler sonucu ulaşılabilen sonucu zedeleyen çıkışlarla ne yazık ki yeniden pişmiş aşa su katılmaya çalışlıyor.
Tam da üç ülkenin Soçi’de “Suriye mutabakatı”na imza koyduğu günün öncesinde, France 24 televizyonuna konuşan Cumhurbaşkanlığı sözcüsünün, “Suriye’yi birleştirecek kişi Esad değil. Esad meşrûiyetini çoktan kaybetti” sözü bunun sinyali.
Oysa ülkenin büyük bir bölümünü kontrol eden, düzenli ordusunu elinde tutan ve BM’de temsilcisi bulunan Şam yönetimini dışlamanın Suriye’ye çözüm getirmediği altı yıldır artan kaos ve kargaşa ile ortada.
Bunun içindir ki, “Suriye mutabakatı”nda öncelikle “Suriye halkının kararıyla ülkenin kaderinin belirleneceği belirtilirken, hâriçten ithal edilmiş terör örgütleri hariç, Suriye’deki bütün grupların katılacağı bir çözüm platformu öneriliyor.
Ankara’nın imzaladığı “Suriye mutabakatı”nın kıymetini diğer ülkelerden daha ziyade önemseyip koruması gerekiyor. Zira şimdiye kadar ki yanlış politikalarla en fazla Türkiye zarar gördü ve büyük ağır bedeller ödedi, ödüyor...