İslâm âlemi ve Türkiye kamuoyu, İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) İstanbul deklarasyonunun hayata geçirilmesini bekliyor.
Dört yüz yıl Osmanlı’nın himâyesinde barış ve huzur içinde kalmasının yüklediği tarihî verâsetle İTT’nin Dönem Başkanlığını üstlenmiş Türkiye’nin, işgal altındaki Doğu Kudüs’ün başkenti olduğu bağımsız Filistin’i tanınmada öncülük etmesi bekleniyor.
Ne var ki “one minute” çıkışında olduğu gibi “Ey İsrail!” diye başlayan restlere ve meydan okumalara rağmen, geçen sürede İsrail’le kat kat artan ekonomik - ticarî işbirliklerinden bir teki dahi askıya alınmazken, yine beylik lâflarla, tumturaklı nutuklarla alınan kararların fiiliyata dönüştürülmesi geçiştiriliyor.
Öncelikle İsrail Başbakanı Netanyahu’nun pişkince “İİT deklarasyonu bizi etkilemez!” pervâsızlığı ve İsrail İstihbarat ve Nükleer Enerji Bakanı Yisrael Katz’in, “Tüm sert söylemlere rağmen, Türkiye ile ilişkilerimizde sorun yok” açıklaması İsrail’e caydırıcı, etkili, ciddî bir yaptırıma gidilmediğini ortaya koyuyor. (gazeteler. 14.12. 2017)
Cumhurbaşkanı’nın İsrail karşıtı sert çıkışlarına rağmen, Türkiye - İsrail ilişkilerinin geliştiğini belirten İsrailli Bakan’ın, “hatta Gazze’ye insanî yardım götüren Türk Bayraklı sivil Mavi Marmara’daki on Türk vatandaşının İsrail askerlerince uluslararası sularda öldürülmüş olmasının dahi Türkiye’nin İsrail’le anlaşmalarını etkilemediği” övgüsü, İsrail’le işbirliğinin tam gaz sürdüğünün ikrarı.
YİNE “KINAMA” VAR, YAPTIRIM YOK!
Keza deklarasyonun ardından İsrailli Bakan’ın, “Türkiye mallarının yaklaşık yüzde 25’i Hayfa limanından ve Ürdün üzerinden Körfez bölgesine ulaştırılıyor” deyip “İsrail’e en çok yolcu taşıyan uçak firmalarının Türk uçak firmaları olmasını” örnek göstermesi ve “Her şeye rağmen ilişkileri iyi giden Türkiye İsrail’in dostu” nitelemesi, süreçte İsrail’le artan işbirliğinin açık itirafı.
İİT toplantısından bir gün önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, -aynı gün Gazze’ye saldıran İsrail sanki Filistin’e saldırılarını durdurup zulümden caymış gibi-, “Eğer İsrail uluslararası hukuku ihlâl edip Gazze’ye saldırırsa ve illegal biçimde Filistin topraklarını işgal ederse, eleştiri ve tutumumuzun düzeyi İsrail saldırganlığının düzeyi kadar olur” sözündeki kırılganlık ise manidar.
“İslâm dünyasından bazı ülkeler korku ve çekingenlik içinde. Biz bugün Müslümanların üç kutsal şehrinden biri olan Kudüs’ü savunmayacağız da ne zaman savunacağız!” diyen Bakan’ın, peşinden “İsrail’e yaptırımların olup olmayacağı” sorularına, “Biz yaptırımlara karşıyız, oraya yaptırım, buraya yaptırım olmaz” cevabı, yine kuru kınamalarla kalınacağının işaretlerini veriyor. (SonDakika.com, 12.12.17)
BM’DE ÜÇTE İKİ ÇOĞUNLUK SAĞLANMALI
Netanyahu’nun “birçok ülkenin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağı ve büyükelçiliklerini bu kente taşıyacakları” iddiasına karşı, tıpkı bolca sözü edilip propaganda edilen “Gazze’ye ambargonun - ablukanın kaldırılması” ve “Mavi Marmara baskınını yapan İsrailli katillerden hesap sorulması” akıbetsiz vaadlerinde olduğu gibi, Cumhurbaşkanı’nın “Doğu Kudüs’ü bağımsız Filistin devletinin başkenti olarak tanıyoruz” sözleri havada kalmamalı.
Kudüs komplosuna karşı, Türkiye ve İslâm dünyası, âcilen İİT’nin “İsrail’in 1967 sınırlarına çekildiği, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin” kararı için harekete geçip büyükelçiliklerini Doğu Kudüs’e taşımalı.
Bu arada, ABD’nin İsrail’i kollayan vetosuyla kararın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) döneceği hesâbıyla, mesele Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na taşınıp, etkin diplomasiyle 193 üye ülkenin üçte iki çoğunluğunun temini için, Müslüman ülkelerin yanısıra başta AB, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin desteğinin sağlanması gerekiyor.
Haklı Filistin dâvâsında samimiyetin ve Kudüs’ün kudsiyetine ve tarihî - mânevî verâsetine sadâkatin gereği bu…