Siyasette tarifi kendisinden menkul “millîliği” partilerine has gösteren, bunun dışında kalanları toptan “millî olmamak”la itham eden “siyasî istismar” diğer bütün ortak değerleri de kullanıyor.
Özellikle iktidar mahfilleri ve “iktidara iliştirilmiş medya” bütün siyasi rakiplerini “teröre destek”, “terör örgütleriyle işbirliği” ve hatta “teröristlik”le suçluyor. Basit ve sığ politik polemiklerle, dehşetli demagojilerle “darbeye arka çıkmak”, “darbecilik” ve hatta “ihânet” iftirası atıyor.
Ülkenin iç ve dış devâsa problemlerine karşı ortak çözüm arayışları yerine, siyasi rakiplerini tasfiye adına “millîlik” propagandası manipülasyonlarıyla, toplumu bölen, ayrıştıran, ötekileştiren ve düşmanlaştıran, iftiraklarla kamplaştırıp kutuplaştırarak tefrika zehrini aşılayan medyatik politik cerbeze ile ülkenin birliği ve bütünlüğü, vatandaşların kardeşliği zehirleniyor.
Meclis üzerindeki vesâyetin kaldırılması, hukuk ve adalet talepleri, OHAL eleştirileri “FETÖ’yü desteklemek” benzeri çarpık demagojilerle karalanıp fitne ateşi dinamitleniyor.
“DEHŞETLİ KİN VE ADÂVET”LE TEHLİKELİ TAHRİK!
Özetle Bediüzzaman’ın, mahkemelerin “adâlet hakikati ile herkesin hukukunu bilâtefrik (ayırım gözetmeksizin) muhâfazaya sırf hak nâmına çalışması gerektiği”, aksi halde “adâlet nâmına pek çok dehşetli zulümlerin işleneceği” ikazına karşı (Tarihçe-i Hayat, 487), hukukun temel kuralları hiçe sayılarak, savunmaları dahi alınmadan, yargılanmadan ve suçluluğu mahkeme kararıyla ispat edilmeden, 15 Temmuz Hâdisesi’yle hiçbir ilgisi olmayan yüzbinlerin peşinen “suçlu” ilân edilmesiyle fay hatları tetikleniyor.
Bir zamanlar sırf çocuğunu devletin açtığı okullara gönderdiği, teşvik ettiği sendikaya kaydolduğu, “lig banka” övgüsüyle alây-ı vâlâ ile açtığı finans kuruluşunda işlem yaptığı ya da o dönemde iktidarı destekleyen gazetelere, dergilere abone olduğu için, resmî rakamlarla 111 bin 598 kamu görevlisinin ihrâcıyla, 50 bin vatandaşın tutuklanmasıyla kalınmıyor; ebeveynleri, çocukları ve yakınları da suçlanıp töhmet altında bırakılarak mağduriyetlere duçar ediliyor.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “bir câninin cinâyeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şeni gıybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinâyet yüz cinâyete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adâveti damarlara dokundurup kin ve garâza ve mukâbele-i bilmisile mecbur ediliyor.” (Emirdağ Lahikası, 393)
Ancak en vahimi, “milli değerler” gibi “dini değerler”in de istismar edildiği, mitinglerde, parti kongrelerinde siyasi atışmaların arenasında peşpeşe âyetlerin okunduğu, yerli - yersiz “Fâtihalar”ın çekildiği, İslâmi tâbirlerin istimal edildiği “siyasetin çirkin yüzü”yle din siyasete âlet ediliyor.
Siyasî rakiplerini “din düşmanlığı”yla itham eden illetli siyaset anlayışıyla, siyasi rant uğruna muhaliflerini “dine aleyhtarlık tavrını almaya” sevk eden kışkırtıcı söylemlerle dinî hassasiyetler hoyratça tahrip ediliyor. “Sahte siyaset bezirgânlığı”yla mukaddeslerin istimâliyle dinî değerler “siyasetin cinâyeti”ne aletedilmeye yelteniliyor. (a.g.e. 386, 435)
“DİNİ İNHİSARLA DİN ALEYHTARLIĞI UYANDIRMAK!”
Bediüzzaman’ın daha geçen asrın başlarında takbih edip bütün siyasetçileri ehemmiyetle sakındırdığı, “muharriki ve müreccihi (harekete geçireni ve tercih ettireni) siyasetçilik ve tarafgirlik olan, isâbet de etse mes’ul olan” ve “dine himâyet”le hiçbir alâkası olmayan, sâdece dini siyasetine âlet eden bir vebâl ve vahamete sapılıyor. (Sünûhat, 65-66)
Yine “fâsık (günâhkâr) siyasetdaşını (partililerini), mütedeyyin (dindar) muhalifine su-i zan bahaneleriyle tercih eden, umûmun mâl-i mukaddesi (herkesin ortak mukaddesi) dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına (siyasettaşlarına) daha ziyâde has göstermekle, kavi (kuvvetli) ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşüren” ve Bediüzzaman’ın “şeytandan sığındığı gibi Allah’a sığındığı” din üzerinden siyasetin tahripkâr vartasına düşülüyor. (a.g.e.)
“Din nâmına gayet tehlikeli siyasetçilik tarafgirliliği”yle, “âdi zâhir acemice yalan ve siyasî iftiralar”la, “vicdansızca gaddarlıklar”la fevkalâde tehlikeli bir fitne kargaşasına ortam oluşturuluyor.
Türkiye’nin artık bu anafordan çıkması, siyasetin milletin ortak değeri olan başta din ve mukaddesleri konjonktürel politik çıkarlar uğruna istimal ve istismara son vermesi bir vecibe.
Aksi halde, dini istimal ve istismarın ağır bedelini topyekûn milletle beraber en başta “istismarcı din simsarları” öder…