Şu âlem, görünen ve görünmeyen bütün tabakat ve envâıyla “Lâ ilâhe illâ hû” diye tevhidi ilân ediyor.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Şu âlem, görünen ve görünmeyen bütün tabakat ve envâıyla “Lâ ilâhe illâ hû” [Ondan başka ilâh yoktur] diye tevhidi ilân ediyor. Çünkü aralarındaki tesanüd böyle iktiza ediyor. Ve o tabakatla envâ, bütün erkânıyla ”Lâ rabbe illâ hû” [Ondan başka rab yoktur] diye ilân-ı şehadet ediyor. Çünkü aralarındaki müşabehet böyle istiyor. Ve o erkân, bütün azasıyla ”Lâ mâlike illâ hû” [Ondan başka mülk sahibi yoktur] diye şehadetlerini ilân ediyorlar. Çünkü aralarındaki temasül böyle iktiza eder. Ve o aza, bütün eczasıyla ”Lâ müdebbire illâ hû” [Ondan başka idare edici yoktur] diye şehadet eder. Çünkü aralarında teavün ve tedahül vardır. Ve o ecza, bütün cüz’iyatıyla “Lâ mürebbiye illâ hû” [Ondan başka terbiye edici yoktur] diye olan şehadetini ilân eder. Çünkü aralarındaki tevafuk kalemin bir olduğuna delâlet ediyor. O cüz’iyat, bütün hüceyratıyla “Lâ mutasarrıfa fi’l-hakikati illâ hû” [Hakikatte Ondan başka tasarruf edici yoktur] diye şehadet eder. Ve o hüceyrat, bütün zerratıyla “Lâ nâzıma illâ hû” [Ondan başka düzenleyici yoktur.] diye ilân-ı şehadet eder. Çünkü cevâhir-i ferde arasındaki haytın bir olduğu böyle iktiza eder. Ve o zerrat, bütün esîriyle “Lâ ilâhe illâ hû” cevheresiyle ilân-ı tevhid eder. Çünkü esîrin besateti, sükûnu, intizamla emr-i Hâlık’a sür’at-i imtisali böyle iktiza eder.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Hiçbir insanın Cenab-ı Hakka karşı hakk-ı itirazı yoktur ve şekva ve şikâyette de haddi yoktur. Çünkü şikâyet eden ferdin hilâf-ı hevesini iktiza eden nizam-ı âlemde binlerce hikmet vardır. O ferdi irza etmekte o bin hikmetin iğdabı vardır. Bir ferdi razı etmek için bin hikmet feda edilemez.
“Eğer hak onların keyiflerine tâbi olsaydı, gökler ve yer hep fesada uğrardı.” [Mü’minun Suresi: 71.] Eğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın nizam ve intizamı fesada gider.
Ey müteşekkî! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki zannettiğin nimet, nikmet olmasın? Senin ne kıymetin var ki sineğin kanadına muvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin?
Mesnevî-i Nuriye, Şemme, s. 210-11
LÛGATÇE:
besatet: basitlik, sadelik.
cevahir-i ferde: tek başına olan atomlar, zerreler.
ecza: cüzler, parçalar, kısımlar.
envâ’: nev’ler, türler.
erkân: rükünler, esaslar.
esîr: kâinattaki boşlukları dolduran, havadan hafif olup ısı ve ışığı nakleden cevher.
hayt: ip, iki şeyi birbirine bağlayan bağ.
iğdap: gadaplandırma, kızdırma, öfkelendirme.
irza: bir kimseyi razı etme, gönlünü yapma, hoşnut etme.
müşabehet: benzeme, benzeyiş.
tedahül: iç içe olma, birbiri içine girme.
temasül: benzeme, benzeyiş.
tesanüd: dayanışma.
tevafuk: uyma, uygunluk, birbirine denk gelme.