Risale-i Nur Enstitüsü’nün kongrelerinde hazırlanıp kamuoyuna açıklanan deklarasyonlar, “müsbet hareket bildirisi” niteliğiyle bugüne de ışık tutuyor.
Dünyada son yıllarda meydana gelen olumsuz gelişmeler, farklılıkları bir arada barış içinde tutabilecek çoğulcu, kucaklayıcı arayışları hızlandırmıştır. Bu bağlamda Said Nursî’nin Kur’ânî bir bakış açısıyla geliştirdiği bir arada yaşama prensiplerinin ortaya konulması önem kazanmıştır. Anarşizm, sivil vesayet, otoriterizim gibi müstebit anlayışlar ve uygulamalar karşısında nasıl bir tavır takınılacağına ilişkin Risale-i Nur’daki “müsbet hareket” prensibi yol göstericidir. Bediüzzaman, barışçıl yöntemlerle sorunların çözümünü önceleyen ‘müsbet hareket’i bir düstur olarak kabul etmiştir.
● Devlet toplumsal hareketlerin içinde suça bulaşanlarla bulaşmayanları ayırd etmeli; birçok zulüm ve haksızlıklara sebep olacak toptancı anlayışlarla hareket etmemeli; şefkatli, merhametli, adaletli ve itidalli olmalı;dir. Kamu düzenini korumak için masum olanların hakkıgöz ardı edilmemeli, bu konuda gereken hassasiyet gösterilmelidir.
● İnsanlığın ortak paydası hak ve hürriyetler, adalet ve demokrasidir.
● Müsbet hareket, toplumsal huzur ve barışın sağlanmasında çok önemli bir role sahiptir.
● Yaratılıştan sahip olunan temel hak ve hürriyetlerini kullanmak için çabalayan grupların devlete, kamu düzenine, başkalarının haklarına zarar vermeden faaliyet içinde bulunması müsbet harekettir.
● Bir ülkede din ile ya da hak ve özgürlükler ile bağdaşmayan kanunları, nizamları kabul etmemek ve amel etmemek, bir başka ifadeyle sivil itaatsizlik yapmak müsbet harekettir. Ancak bunlara karşı muhalefet adı altında asayişi bozucu fiili bir durum oluşturmak menfi harekettir. Said Nursî’nin Cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Said’in hareketine destek vermemesi en güzel müsbet hareket örneklerindendir. Çünkü ona göre, cihad, dahilde manevi tarzdadır. “Millet irşad ve tenvir edilmelidir.”
● Siyasi otoriteye karşı muhalefet; adalet, hürriyet ve eşitliğin sağlanması için gerekli ve meşru bir unsurdur. Otoritenin dindar bir kimlikle tezahürü halinde bile muhalefet meşru bir hak olarak görülmeli ve dine muhalefet olarak algılanmamalıdır.
● Şiddete, asayişi bozmaya, anarşi ve teröre sebep olmayan toplumsal hareketlerin eylemlerine karşı gücü elinde bulunduran devletin, şefkatli, merhametli, adaletli ve itidalli olması müsbet harekettir. Toplumsal hareketlerin içinde suça bulaşanlarla, bulaşmayanları ayırt etmesi müsbet harekettir. Böyle bir ayırım gözetmeksizin toptancı anlayışlarla hareket edilmesi, bir çok haksızlık ve zulümlerin yapılmasına sebep olacağından, menfî harekettir.
● Said Nursî’nin özellikle vurguladığı “Adalet-i mahza” bir suçlunun sadece kendisinin (suçunun büyüklüğü nispetinde) ceza görmesini öngörmektedir. Anayasalara da giren bu ceza hukukunun en temel prensibi, “suçta ve cezada şahsilik” diye anılmaktadır. Bediüzzaman bu prensibi (suçun başkalarına sirayet etmemesini), bir kusurlu kişinin kusurlu davranışının, diğer masum yönlerine sirayet etmemesi şeklinde daha da ince ve insanî bir şekilde ifade etmektedir (suçların şahsiliği). Bu açıdan kamu düzenini korumak için masum olanların hakkı göz ardı edilmemeli, bu konuda gereken hassasiyet gösterilmelidir.
● Farklılıklar; fıtratın, sosyal hayatın, kâinat kanunlarının ve varlık hikmetinin en belirgin ve vazgeçilemez bir sonucudur. Eşyanın Esma-i ilahiyenin yansıması olduğu düşüncesinden hareketle, varlıklardaki farklılıklar, Allah’ın isimlerindeki zenginliğin bir göstergesi ve her İlahi ismin çok farklı yönlerinin varlığa yansıması olarak anlaşılmıştır. Bu zenginliğin sosyal düzene yansıması ise farklı inançları, farklı kültürleri ve farklı etnik yapıları doğurur.
● Başta Kürtler olmak üzere, ülkemizde yaşayan farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşamasının en temel şartı hepsinin kendi değerlerini muhafaza ve yaşama zemini bulduğu ortak bir üst kimlik ile mümkündür. Bu anlayışla devlet tüm alt kimlikleri kucaklayıcı bir yaklaşım içinde olmalıdır.
● Türkiye’de yaşayan Gayr-ı Müslimlerle de problemli olan noktaların belirlenip çözümlenmesi, herkesin eşit hak ve hürriyetlere sahip olduğu bir hukuk düzeninin gereğidir.
● Çok dilli ve çok kültürlü bir dünyada, insan onuruna aykırı hiçbir ötekileştirme kabul edilemez. Farklı görüşlere ve anlayışlara saygı ve tahammül esastır.
● Bu bağlamda; Türkiye’nin her türlü farklılıkları tanıyan, çoğulculuğu bir zenginlik olarak gören, resmi ideolojiden arındırılmış, anayasal vatandaşlığı esas alan yeni, demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı vardır.
● Bediüzzaman, şahıs, zümre, grup, sınıf hakimiyetine ve her türlü keyfiliğe karşıdır. Birlikte yaşamanın gereği olarak hukukun üstünlüğüne vurgu yapar. ‘Herkes harekat-ı meşruasında şahane serbest olmalıdır.’ der.
● Bediüzzaman, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğünü “kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat tevzi edilmiş olur” diyerek dile getirmiştir. İstibdadın sadece şahıslarda değil, kurumlarda da söz konusu olabileceğini, komitecilikle daha da şiddetlenip çok zulümlere sebebiyet verebileceğini belirtmektedir. Hukukta “şah ve geda birdir”, “müsavatsız adalet adalet değildir” hakikatleri ışığında, dini, ırkı, makamı ne olursa olsun, herkesin kanun önünde eşit haklara sahip olduğunu dile getirmektedir.
● Sivil toplum, birey ve kimlikle ilgili olduğu için devletten önce gelen, devletin içinde yaşayan fakat “onunla özdeş olmak zorunda olmayan, devletten ayrı”, daha da önemlisi karşı koyma hakkının bile kullanılabildiği bir toplumsal ilişkiler formudur. Bir yönüyle sivil toplum hareketi sayılabilecek dini cemaatler yerlerini konumlandırırken, siyasi iktidarla ilişkisini doğru tanımlamalıdır. Bu açıdan sivil toplum hareketi olarak cemaatler, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için siyaset karşısında talepler üretebilir ve kendi tabanıyla yönetimler arasında aracılık yapabilirler, ancak doğrudan ve dolaylı olarak siyasi bir arayış içinde olmamalıdırlar.
● Devlete düşen görev, toplumun kendi yatay dinamiklerini harekete geçirecek hürriyetçi bir yapı kurmak suretiyle “nasihatçi”lerin önünü açmaktır.
● Eğitim demokratik hale getirilmeli; eğitim müfredatı her türlü ayrımcı ifadeden temizlenmeli ve bütün olarak eğitim ve öğretim sistemi Türkiye’nin çok kimlikli toplumsal yapısını yansıtmalıdır.