Haberler |
Risâle-i Nur Malezya İslâm Üniversitesinin müfredatında |
Malezya İslâm Üniversitesinden Prof. Dr. Zeenath Kausar, üniversitede özellikle Bediüzzaman Said Nursî ve Mevdudî'’nin fikir ve eserlerinin ön plana çıktığını belirtti. Bediüzzaman’ın bilimle Kur’ân’ı birleştiren mümtaz bir şahsiyet olduğunu hatırlatan Kausar, Risâle-i Nur eserlerinin üniversite müfredatında yer aldığını vurguladı. Risâle-i Nur Malezya İslâm Üniversitesinin müfredatında
KATILIMCILAR 4 gün boyunca konuşmacılarla yakından tanışma ve sohbet etme imkânı buldular. Bu sohbet toplantılarından birinin konukları da Malezya İslâm Üniversitesinden Hindistanlı Prof. Dr. Mohd Mümtaz Ali ve eşi Katar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeenath Kausar idi. Konuklar Hindistan ve Malezya’daki çok kültürlülük hakkında bilgi verdiler. Prof. Dr. Zeenath Kausar Malezya İslâm Üniversitesi’nin buradaki çok kültürlülüğe önemli katkıları olduğunu, üniversitede özellikle Mevdudî ve Bediüzzaman Said Nursî’nin fikir ve eserlerinin ön plana çıktığını belirtti. Bediüzzaman’ın bilimle Kur’ân’ı birleştiren mümtaz bir şahsiyet olduğunu, Risâle-i Nur eserlerinin üniversite müfredatında yer aldığını vurguladı. |
23.05.2009 |
KEMALİZM TEK TİP İNSAN MODELİ DAYATIYOR |
72 Sivil Toplum Kuruluşu tarafından ortaklaşa düzenlenen “Ufuk Turu Toplantıları”nda, Türkiye’de birlikte yaşamanın 1923’ten sonra zorlaştığı, yaşanan sorunların temelinde İttihat ve Terakki’den miras kalan ve Kemalizmin dayatmaya çalıştığı, tek tip insan modelini benimseyen ulus devlet yapısının yattığı ifade edildi. “MÜNÂZARÂT” BİRLİKTE YAŞAMA PROJESİ
Batının en önemli projesinin çok ırklı, çok kültürlü bir toplumu bir arada yaşatabilme olduğu belirtilerek, bizde bu noktada en çok çaba sarf eden ismin Bediüzzaman Said Nursî olduğuna dikkat çekildi. Onun, “Münâzarât” isimli eserinin çok kültürlü, çok dinli bir toplumun nasıl bir arada yaşayabileceğini anlatan sosyal bir proje olduğu vurgulandı.
Otoriter laiklik birliğe engel
KONYA'DA bulunan 72 Sivil Toplum Kuruluşu (STK) tarafından ortaklaşa düzenlenen Ufuk Turu Toplantıları’nda, Türkiye’de hakim olan otoriter laiklik anlayışının birlikte yaşamaya en çok zarar veren unsurlardan biri olduğu belirtildi. Ufuk Turu Toplantılarının altıncısı 15-19 Mayıs tarihleri arasında Nevşehir Kozaklı’da gerçekleştirildi. Bu yılki konusu “Birlikte Yaşama Kültürü”olan toplantıların açılışında konuşan Konya STK İcra Heyeti Başkanı Lâtif Selvi, Konya merkezli ya da Konya’da şubesi bulunan 72 adet STK ile 10 yıla yaklaşan süredir ortak çalışmalar yaptıklarını, toplumun genelini ilgilendiren meseleleri uzman görüşleri ışığında değerlendirerek kamuoyu oluşturmayı ve çözüm teklifleri sunmayı hedeflediklerini belirtti. Her yıl mutad olarak Mayıs ayında yapılan toplantıya bu sene, yurt içi ve yurt dışından çok sayıda akademisyen, gazeteci, yazar ve siyasetçi yanında, 25 vilayetten 100’ü aşkın STK’nın temsilcileri ve 200’ü aşkın misafir katıldı. Konya, Adana ve Bursa Yeni Asya Vakfı Temsilciliklerinin de katıldığı toplantı, 5 oturum ve özel sohbetler halinde gerçekleştirildi.
“MÜNÂZARÂT” BİRLİKTE YAŞAMA PROJESİ İlk gün yapılan birinci oturumda “Birlikte Yaşamanın İlkeleri (Yasal, Siyasal ve Sosyal Çerçeve)” konusu ele alındı. Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, Prof. Dr. Bünyamin Duran, Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçük ve Gazeteci-Yazar Harun Tokak’ın konuşmacı olarak katıldıkları oturumda insanın fıtratı gereği birlikte yaşamaya muhtaç olduğu; birlikte yaşamanın anayasal bir zemine oturması gerektiği, anayasanın toplumsal bir sözleşme niteliğinde olduğu, bunun da sivil anayasa ile mümkün olduğu ifade edildi. Türkiye’de hakim olan otoriter laiklik anlayışının birlikte yaşamaya en çok zarar veren unsurlardan biri olduğu vurgulandı. Batının en önemli projesinin çok dinli, çok ırklı, çok kültürlü bir toplumu bir arada yaşatabilme projesi olduğuna, bizde bu noktada en çok çaba sarf edenlerden birinin Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri olduğuna ve “Münâzarât” isimli eserinin çok kültürlü, çok dinli bir toplumun nasıl bir arada yaşayabileceğini anlatan sosyal bir proje olduğuna dikkat çekildi.
IRKÇILIK, İSLÂM BİRLİĞİNE ZARAR VERİYOR İkinci günün ilk oturumda ise Prof. Dr. Abdullah Özbek, Prof. Dr. Şerafettin Gölcük, Prof. Dr. Ahmet Önkal ve Doç Dr. Ahmet Özel “İslâm tarihinde birlikte yaşamanın örnekleri”ni ele aldılar. İslâm’ın cihanşümul bir din olduğu, insanlığın hangi din ve ırktan olursa olsun aynı ana babadan doğan büyük bir dünya ailesi olduğu ifade edildi. Kur’ân-ı Kerim’de Yahudiler ve Hıristiyanlarla dostluğu yasaklayan âyetin yanlış anlaşıldığı, burada kastedilenin İslâm’ın aleyhine sonuçlar doğurabilecek birliktelikler olduğu vurgulandı. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından hicretten sonra hazırlatılan Medine Vesikası’nın hiçbir kavmi ve inancı dışlamadığına, hepsine bir ümmet nazarıyla baktığına, bugün de Müslüman olmayanlara ümmet-i dâvet nazarıyla bakılması gerektiğine dikkat çekildi. Bugün Âlem-i İslâm’ın yaşadığı birlik ve beraberlik sıkıntısının temelinde ırkçılık veya kavmiyetçilik hastalığının tahrik edilmesi olduğu; aslında bu problemin çözüm temelinin hicretle birlikte Medine-i Münevvere’de muhacir ve ensar arasındaki “muahad” (kardeşleştirme) uygulamasıyla atıldığı vurgusuna yer verildi.
DAYATMACI LAİKLİK UYGULAMASI BİRLİKTE YAŞAMANIN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL Prof. Dr. Ömer Çaha, Prof. Dr. Şaban Çalış, Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı ve Gazeteci-Yazar Roni Margulies’in konuşmacı oldukları 3. oturumda ise “birlikte yaşama konusunda Türkiye’deki durum” ele alındı. Türkiye’de birlikte yaşamanın 1923’ten sonra zorlaştığı, Müslümanların ve diğer azınlıkların yaşadığı sorunların temelinde İttihat ve Terakki’den miras kalan ve Kemalizmin dayatmaya çalıştığı, tek tip insan modelini benimseyen ulus devlet modelinden kaynaklandığı ifade edildi. Anayasa Mahkemesi’nin laiklik tanımının problemli olduğu, devletin din üzerinde tahakküm kurduğu ve dini kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı laiklik uygulamasının, Türkiye’de birlikte yaşamanın önündeki en önemli engel olduğu vurgulandı. Öte yandan Türkiye’nin yıllardır kanayan yarası durumundaki Alevi-Sünnî meselesinin temelinde, her iki kesimin birbirleri hakkındaki peşin hükümleri, yanlış yönlendirmeler ve bunlara dayanan iletişim eksiklikleri olduğu tesbit edildi. En kısa sürede bir Alevi-Sünnî ortak müzakere zemini oluşturulmasının lüzumuna işaret edildi.
ABD VE AB İSLÂMİYETLE TAM YÜZLEŞMEDİ Dördüncü oturumun konusu “Batıda birlikte yaşama örnekleri” idi. Konuşmacılar Prof. Dr. İ. Erol Kozak, Prof. Dr. Yasin Aktay, Doç. Dr. A. Nuri Yurdusev ve Dr. Ertan Özensel, Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve Kanada’daki birlikte hayat tecrübelerini aktardılar. Avrupa ve ABD’nin geçmişte çok büyük savaşlara, kat- liâmlara, yıkımlara sahne olmasına rağmen bugün birlikte yaşama konusunda önemli adımlar attıkları ve bunu da kısmen başardıkları ifade edildi. Ancak hâlâ hem kendi geçmişleri ile, hem de İslâmiyet ile tam olarak yüzleşememiş olmaları sebebiyle, Müslümanların entegrasyon problemi yaşadığı belirtildi. Prof. Dr. İhsan Dağı, Prof. Dr. Mikail Bayram, Doç. Dr. Mustafa Demirci ve Gazeteci-Yazar Mustafa Armağan’ın yer aldığı 5. oturumda “Tarihimizden birlikte yaşama örnekleri (Selçuklu, Osmanlı ve Endülüs tecrübeleri)” paylaşıldı. |
23.05.2009 |
Geniş katılımlı sivil anayasa hazırlanması şart |
DÖRDÜNCÜ gün bütün oturumlar tamamlandıktan sonra, hazırlanan sonuç bildirgesi, İcra Heyeti Başkanı Latif Selvi tarafından bütün katılımcıların huzurunda okundu. Sonuç bildirgesinde; “Toplumun gerçeklerini ve taleplerini dikkate alan geniş katılımlı yeni bir sivil anayasa hazırlanması zarurîdir. Hz. Peygamber (a.s.m.) ve dört halife dönemi ile birlikte tarihsel geçmişimizdeki müsbet örnekler ve tecrübeler iyi irdelenmesi gereklidir. AB’ne katılım sürecinde, batılı modellerin ülkemiz açısından uygulanabilir yönleri tahlil edilmelidir. Günümüzdeki problemlerin birçoğunun çözümü bu tecrübeler ışığında mümkün görünmektedir. Çok kültürlü, çok dinli, çok milletli bir devlet yapısı içerisinde ulus devlet oluşturma projesinin sarstığı birlikte yaşama zeminini yeniden tesis etmek, toplumun gerçeklerine ve değerlerine saygı gösteren, evrensel insan hakları ve özgürlükler temelinde bir toplumsal, siyasal ve hukuksal mutabakat oluşması ile mümkündür. Bu toplantının ve tartışmaların ülkemizde barış içinde birlikte yaşama zemini oluşmasına katkı sağlaması dileğiyle, kamuoyuna saygı ile duyurulur” denildi. |
23.05.2009 |
Yassıada, özgürlük ve demokrasi adası olsun |
Genç Siviller, 27 Mayıs darbesinin 50. yıl dönümünde, darbenin simgesi Yassıada’nın yeni bir dönemin simgesi, özgürlük ve demokrasi adası olması için kampanya başlatttı. HALKIN TEMSİLCİLERİ YARGILANMIŞTI
Darbecilerin, halkın temsilcilerini iterek, kakarak, aşağılayarak, sürükleye sürükleye Yassıada’ya götürdüklerini hatırlatılan çağrıda, “Yassıada yeni bir dönemin simgesi olsun” denildi.
Yassıada, özgürlük ve demokrasi adası olsun
Genç Siviller, 27 Mayıs darbesinin 50. yıl dönümünde, darbenin simgesi Yassıada’nın yeni bir dönemin simgesi, özgürlük ve demokrasi adası olması için kampanya başlattı. Genç Siviller, Yassıada’nın ebedî özgürlük ve demokrasi adası olması için “Ebedî Özgürlük Tepesi Çağlayan’dan Ebedî Özgürlük ve Demokrasi Adası Yassıada’ya” adlı kampanya başlattı. Yassıada mağdurlarının çocukları ve torunlarının da destek verdiği kampanya, “www.yassiada.org” sitesinde imzaya açıldı. İlk imzacılar, yarın teknelerle Yassıada’ya gidecek. Kampanyanın çağrı metninde, bundan 49 yıl önce, mutlu bir azınlık olma ayrıcalığını kaybedeceğini anlayan asker ve sivil burokratik devlet elitlerinin omuz omuza verip seçilmiş meşrû hükümeti silâh zoruyla devirdikleri belirtildi. Darbecilerin, halkın temsilcilerini iterek, kakarak, aşağılayarak, sürükleye sürükleye Yassıada’ya götürdükleri hatırlatılan çağrıda, şu ifadelere yer verildi: “İşkence ettiler. Uyduruk mahkemelerde yargıladılar. Bir başbakanı ve iki bakanı idam edip aralarında Cumhurbaşkanı’nın da olduğu çok sayıda Demokrat Partiliyi zindanlarda çürüttüler. Sonra da bu yaptıklarına ‘devrim’ dediler, yıl dönümlerinde kutlama yaptılar. Yaptıkları anayasa ile darbe düzenini kurumsallaştırdılar, yasallaştırdılar. ...Ve Yassıada’da başlayan bu kabus her 10 yılda bir millet iradesine karsi saygısızca tekrarlandı. Bu ülkenin sade vatandaşları bizler, olan biteni sadece seyrettik. Tıpkı İstanbul’un hemen karşısında duran, bugün serserilerin, soyguncuların, çetelerin, fuhuş çirkeflerinin rezil viranelerin bulunduğu her türlü pislik yuvası, kirli bir geçmişe sahip Yassıada’yı seyrettiğimiz gibi.” Çağrı metninde, Yassıada’nın, toplumsal sorumluluğumuzu ve utancımızı her gün yüzümüze vurduğu kaydedilerek, şimdi önümüzde tarihi bir fırsat olduğu vurgulandı. Türkiye’nin yaşadığı millet iradesine saygısız bu korkunç ve çirkin darbenin 50. yıl dönümüne sadece bir yıl kaldı hatırlatılan metinde, “Bizler; hiç bir favori darbesi olmayan, vesayetçi bir rejimde yaşamak istemeyen, demokrasiden yana vatandaşlar olarak hükümete, devlete, Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a sesleniyoruz: Yassıada, yaşadığımız bu ilk darbenin 50. yıl dönümünde; darbelerle yüzleşeceğimiz bir müze, demokrasi çıtamızı yükseltecek çalışmaların yürütüleceği bir enstitü, Uluslar arası çapta etkinliklerin yapılacağı bir sivil toplum merkezi olsun. Yassıada, yeni bir dönemin simgesi olsun. Yassıada, özgürlük ve demokrasi adası olsun” denildi. |
23.05.2009 |
Çağdışı anda tepkiler büyüyor |
Özgür Eğitim Sen’den yapılan açıklamada, eğitim sistemimizin bireyi, farklı etnik kimlikleri, farklı inançları ve hayat formlarını inkâr etmek ve yok saymak üzerine kurgulandığı ifade edilerek, okullarda okutulan and eleştirildi. Eğitimde reform şart
Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi, eğitim sistemimizin ciddî bir reformdan geçirilmesi gerektiğini belirtti. Tanrıverdi, yaptığı açıklamada, eğitim sistemimizin bireyi, farklı etnik kimlikleri, farklı inançları ve hayat formlarını inkâr etmek ve yoksaymak üzerine kurgulandığı ifade ederek, okullarda okutulan andı eleştirdi. Tanrıverdi, ülkemiz eğitim sisteminin özgürlükçü demokrasiyle yönetilen ülkelerin eğitim seviyesiyle kıyaslandığında geri ve ilkel bir pozisyonda durduğunu dile getirerek, şunları kaydetti: “Eğitim sistemimiz; bireyi, farklı etnik kimlikleri, farklı inançları ve yaşam formlarını inkâr etmek ve yoksak üzerine kurgulanmıştır. Devlet erkanı her ne kadar ‘asimilasyon’ yapıldığını reddetse de, eğitim sistemi tüm özüyle asimilasyoncudur. Asimilasyon sadece etnik kimlikler üzerinden değil, inanç ve seçme hürriyeti üzerinden de yapılmaktadır. Eğitim sistemimiz ciddî bir reformdan geçirilmelidir. Bireye ve tercihlerine saygı duyan, özgürlükçü, tüm farklılıkların barış içinde özümsendiği ve yaşayabildiği bir eğitim felsefesiyle yeniden dizayn edilip, soruna kaynaklık eden tüm kimlikleri ve renkleri inkâr eden, asimilasyoncu, ırkçı ideolojik yapıdan arındırılmalıdır.” |
23.05.2009 |
AB sürecinde yavaşlama yok |
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, müzakerelerde siyasî reformlarda herhangi bir eksikliğin, geri adımın veya tıkanıklığın Türkiye’nin AB müzakere sürecini olumsuz etkileyeceği düşüncesiyle bu süreci hassasiyetle takip etme konusunda ortak kararlılıkları olduğunu söyledi. AB sürecinde yavaşlama yok
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Son aylarda yapılan reformlar, AB sürecinin yavaşlamadığını, tam aksine çok ciddî bir kararlılıkla hızlandığını göstermektedir” dedi. Reform İzleme Grubu (RİG) 15. toplantısı, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış başkanlığında yapıldı. AB Genel Sekreterliğinde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in katılımıyla yapılan toplantının başında konuşan Bağış, RİG toplantılarının iki ayda bir düzenleneceğini, gerek görüldüğünde de daha sık toplanılacağını vurguladı. Devlet Bakanı Bağış, son 4,5-5 aylık sürede yapılan reformların, ülkede AB sürecinin yavaşlamadığını tam aksine çok ciddî bir kararlılıkla hızlandığını gösterdiğini belirtti. “Türkiye’nin AB’ye tam üyelik konusundaki kararlılığını burada bir kez daha vurgulamak istiyorum. Türkiye’nin tek hedefi vardır, o da AB’ye tam üyeliktir” diyen Bağış, tam üyelik dışında herhangi bir alternatifin kabul edilmeyeceğini bütün yetkililerin her vesileyle vurguladığını hatırlattı. |
23.05.2009 |
Poyrazköy şüphelisi yarbay, görev dönüşü yargılanacak |
Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, Poyrazköy’de bulunan mühimmatla ilgili adı geçen yarbay konusunda, ‘’Bu yarbayımız, halen yurt dışında bir gemide görevli. Döndüğünde gerekli adlî işlem yapılacaktır’’ dedi. Tuğgeneral Gürak, Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı’ndaki haftalık basın bilgilendirme toplantısında gazetecilerin sorularını cevapladı. Poyrazköy’de bulunan mühimmatla ilgili adı geçen yarbay konusundaki soru üzerine, Tuğgeneral Gürak, yargıya intikal eden konularda bir şey söylemelerinin mümkün olmadığını belirtti. Tuğgeneral Gürak, ‘’Bu yarbayımız, halen yurt dışında bir gemide görevli. Döndüğünde gerekli adlî işlem yapılacaktır’’ dedi. Metin Gürak, 8-22 Mayıs tarihleri arasında 19 el yapımı patlayıcı düzeneğinin imha edildiğini, 22 teröristin etkisiz hale getirildiğini bildirdi. |
23.05.2009 |
Darbe tertiplerinden haberimiz vardı |
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Meclis Başkanlığınız döneminde darbe günlükleri olarak çıkan toplantılar da dahil pek çok şeyden haberlerinin olduğunu’’ ifade söyledi. Arınç, Haber Türk televizyonunda Teke Tek programında Fatih Altaylı’nın sorularını cevapladı. Manisa’da annesinin evinin aranmak istenmesine ilişkin süreci anlatan Arınç, kendisinin Meclis Başkanı seçilmesinden sekiz ay sonra olayın yaşandığını belirterek, ‘’Öncesinde de var, birtakım Jandarma istihbaratının bizimle ilgili çalışmalar yaptığını ben biliyordum. Sayın Abdullah Gül’le ilgili olarak da, benimle ilgili olarak da Tayyip Bey’le ilgili olarak da özel çalışmalar yaptıklarını biz biliyorduk. Biz uyumuyoruz. Biz bazı şeyleri biliyoruz ama görevimiz gereği biz bunları bir yerde konuşmayız bir yerde söylemeyiz. Bir yerde bunun dedikodusunu yapmayız. Bunu kendi içimizde çözmeye çalışırız diye düşündüm’’ dedi. ‘’Meclis Başkanlığınız döneminde ‘biz kimlerin nerede ne toplantılar yaptıklarını biliyoruz’ dediniz. Bu darbe günlükleri olarak çıkan toplantılardan mı haberdardınız o zaman?’’ sorusu üzerine, Bülent Arınç, ‘’sadece onlardan değil, pek çok şeyden haberlerinin olduğunu’’ ifade ederek, ‘’Ama biz Türkiye’yi düşündük’’ dedi. Arınç, ‘’O zaman niye bir önlem alınıp yargı sürecinin başlamadığının’’ sorulması üzerine, ‘’Yargıya müdahale etmeyelim. Çok fazla derinine inmeyelim bu işin. Ama sayın Özkök Paşa bu işin bunların cevabını çok iyi bilir’’ diye konuştu. |
23.05.2009 |
Krize tek çare tüketim ekonomisi mi? |
TOBB önderliğinde başlatılan “Kriz varsa, çare de vardır” kampanyası çerçevesinde, ilk hafta tüketicilere yönelik “Eve kapanma, pazara çık” mesajıyla başlanan kampanyada sonraki haftalarda üreticiye, çalışana ve hükümete yönelik çağrılar da yapılacak. Vatandaşa, 'tüketin' çağrısı
TÜRKİYE Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) önderliğinde Hak-İş, Türk-İş, TESK, TİSK ve Kamu-Sen, TİM, TÜSİAD, MÜSİAD bir araya gelerek ‘’Kriz varsa çare de var’’ seferberliği başlattı. Kampanya seferberliğinin tanıtım toplantısında verilen bilgiye göre, seferberliğin ilk evresini oluşturan iletişim kampanyasının 5 hafta sürmesi planlanıyor. İlk hafta tüketicilere yönelik ‘’Eve kapanma, pazara çık’’ mesajıyla başlanan kampanyada sonraki haftalarda üreticiye, çalışana ve hükümete yönelik çağrılar da yapılacak. Toplantıda, bildirgeyi TOBB, Hak-İş, Türk-İş, TESK, TİSK ve Kamu-Sen, TİM, TÜSİAD, MÜSİAD adına TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu tarafından okundu. Bildirgede, işçi, iş veren esnaf ve memurun el ele verdiği, üreten Türkiye’yi temsil eden TOBB, TESK, KİSK, TÜRK-İŞ HAK-İş ve Kamu-Sen, TİM, TÜSİAD, MÜSİAD olarak bir araya gelindiği ifade edilerek, ‘’Üreten Türkiye platformunu kurduk üreten Türkiye’nin şirketleri, çalışanları, esnafı bu krizden daha az hasar görsün diye, ‘Kriz varsa çare de var’ diyor, ‘Türkiye’nin yüzü gülsün’ diye herkese sesleniyoruz’’ denildi. Bildirgede, bütün dünyada tüketimin düştüğü, Türkiye ekonomisinin toparlanabilmesi için öncelikle iç piyasayı canlandırmanın şart olduğu vurgulanarak ‘’Bu krizi atlatmamızı sağlayacak şey, millî gelirimizin yaklaşık yüzde 70’ini oluşturan hane halkı harcamalarını canlı tutmaktır’’ denildi. Üretime ve tüketime açık, genç nüfusu ile Türkiye’nin bu anlamda çok şanslı olduğu ifade edilen bildirgede, şöyle devam edildi: “Ekonomi istihdam, üretim ve tüketimden oluşur biri olmazsa kriz kazanır. Ekonomi, asıl durduğunda ölür. Krize yenilmeyeceğiz. Çıkacağız, pazara ülkemize destek olacağız. Tüketiciler, üreticiler, bankalar ve hükümet üstüne düşeni yapmalıdır. Böylece üretim sürecek istihdam artacak, tüketim gücümüz yükselecek. Haydi Türkiye önce üretmeye sonra da kendi ürettiğini tüketmeye. Türkiye’ni yüzü gülsün diye.’’ |
23.05.2009 |
Telefon kayıtları delil olamaz |
Yargıtay, dinlemeye elverişli suçlarda, sanıkların telefon görüşmelerinden elde edilen bilgilerin maddî delillerle desteklenmemesi halinde “belirti delillerini” cezalandırma için yeterli bulmadı. Yargıtay: Telefon kayıtları delil olmaz
YARGITAY dinlemeye elverişli suçlarda, sanıkların telefon görüşmelerinden elde edilen bilgilerin maddî delillerle desteklenmemesi halinde ‘’belirti kanıtlarını’’ cezalandırma için yeterli bulmadı. Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 11 sanık hakkında ‘’suç işlemek için örgüt kurma, örgüte üye olma, yardımda bulunma, parada sahtecilik, kıymetli damgada sahtecilik, mühürde sahtecilik, belgede sahtecilik’’ suçlarından verilen hapis cezalarının temyiz incelemesinde, son günlerde tartışılan telefon dinleme kayıtlarının hangi durumlarda delil olarak kullanılacağına ilişkin tesbitlerde bulundu. Daire, 3 sanık hakkındaki temyiz incelemesini yaparken, dosya muhtevasına göre bu sanıklar hakkında mahkeme kararıyla dinlemeye elverişli suçlardan dinleme yapıldığına işaret etti. Kararda, şöyle denildi: ‘’Bu sanıkların yaptıkları telefon görüşmelerinden elde edilen bilgilere ilişkin maddî kanıtlarla desteklenmeyen belirti kanıtların cezalandırılmalarına yeterli kesin ve inandırıcı olmaması, sanıkların üzerlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda herhangi bir suç unsuruna rastlanmaması karşısında, sanıklar hakkında beraat yerine mahkûmiyet kararı verilmesi hükmün bozulmasını gerektirmiştir.’’ Yargıtay kaynakları, karardaki ‘’belirti kanıt’’ ifadesiyle ‘’sanığın ikrarına dayanmayan, maddî niteliği olmayan’’ delillerin kastedildiğini bildirdi. |
23.05.2009 |
Erdoğan’la Putin sınıf arkadaşı gibi |
Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Halil Akıncı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in Soçi’de yaptıkları son görüşmede yemek sırasında “sınıf arkadaşları gibi davrandığını” söyledi. Erdoğan ile Putin sınıf arkadaşları gibi
TÜRKİYE'NİN Moskova Büyükelçisi Halil Akıncı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in Soçi’de yaptıkları son görüşmede yemek sırasında “sınıf arkadaşları gibi davrandığını” söyledi. Büyükelçi Akıncı, Rus RBC gazetesinin düzenlediği internet konferansında, Rusya-Türkiye ilişkilerinin yanı sıra Erdoğan’ın 16 Mayısta Rusya’nın sayfiye kenti Soçi’de Putin ile yaptığı görüşmeyi değerlendirdi. Erdoğan ve Putin’in 10 dakikalık baş başa görüşme yapmalarının planlandığını, ancak bu görüşmenin yaklaşık 3 saat sürdüğünü belirterek şunları kaydetti: “Bu tür buluşmalarda özellikle müzakerelerin yapıldığı atmosfer önemlidir. Yemekte Başbakanımızla birlikte, Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve ben vardım. Vladimir Putin’in yanında Başbakan Yardımcısı İgor Seçin ve Gazprom Başkanı Aleksey Miller bulunuyordu. Başbakanlarımız yemek sırasında sanki sınıf arkadaşıymış gibi davranıyorlardı, çok samimi bir hava vardı. Çok iyi havada geçen yemekte birkaç konuya değinildi ve hiçbir görüş ayrılığı olmadı. Sanki başbakanlar aynı ülkenin sakinleriymiş gibi bir ortam vardı.” |
23.05.2009 |
Şu anda domuz gribi vak'ası yok |
SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ, şu anda Türkiye’de domuz gribi vak'ası bulunmadığını bildirdi. Gezi ve incelemelerde bulunmak için Erzurum’a gelen Sağlık Bakanı Akdağ, havaalanında yaptığı açıklamada, domuz gribiyle ilgili olarak Türkiye’de muhtemel vak'a olarak düşünülüp, tahlili yapılan ve müsbet çıkan hiçbir vak'a olmadığını belirtti. Yurt dışından, domuz gribinin yayıldığı ülkelerden gelen ateş ve gribe benzer belirtisi olan kişilerin tetkiklerini aldıklarını ifade eden Akdağ, ‘’Bu artık normal takip edilen durum olarak görülmeli’’ dedi. Turizm mevsiminin yaklaştığını dile getiren Recep Akdağ, şunları kaydetti: ‘’Türkiye ile rekabeti olan ülkeler, bunu fırsat bilebilir. İnsanları tedirgin etmek için kullanılabilir. Biz bu hususta başarılı olduk. Sınırda iki kişiyi yakaladık. Basınımızda basiret gösterdi. (Türkiye domuz gribini sınırda yakaladı, içeri sokmadı) şeklinde anlayış oluştu. Yaklaşım hep böyle olmalı. Ama (Türkiye’de domuz gribi) diye meseleyi anlatır, manşet atarsak, Türkiye’ye zarar vermiş oluruz.’’ |
23.05.2009 |
Mayınlı arazi halka verilsin |
ZİRAAT Odaları Birliği (ZMO) Genel Başkanı Gökhan Günaydın, ‘’Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlendikten sonra yöre çiftçisinin kullanımına açılması gerektiğini’’ söyledi. Günaydın, yaptığı açıklamada, TBMM Genel Kurulunda, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesine ilişkin kanun tasarısının görüşmelerini yakından takip ettiklerini, bu arazilerin ihale yoluyla 49 yıllığına başkalarına verilmesi yönündeki görüşlere katılmadıklarını bildirdi. Söz konusu arazinin, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, Suriye ile Irak sınırında toplam 510 kilometrelik bir koridor olduğunu belirten Günaydın, söz konusu 216 bin dekar arazinin Türkiye’nin en stratejik bölgesinde bulunduğunu ifade etti. Günaydın, ‘’Bunu almak isteyenler, burada domates biber mi yetiştirecekler? Yoksa burayı farklı işler yapmak için mi almak istiyorlar? Plan açık ki bu o yörede oynanan oyunun bir parçası haline gelecek’’ dedi. Ziraat Mühendisleri Odası olarak, konuyu son 3 yıldır kamuoyu gündemine taşıdıklarını hatırlatan Günaydın, ‘’O araziler, yöredeki halka ait, yine oradaki halkın kullanımına verilmeli. Bu arazilerden 2 bin 500’ün üzerinde tarım işletmesi çıkar. Her işletmede 5-6 kişi çalışsa son derece verimli bu topraklarda 12 bin 500 ile 15 bin kişilik istihdam sağlanır’’ dedi. |
23.05.2009 |
ASKON: IMF anlaşması kalkınmaya darbe vurur |
ANADOLU Aslanları İşadamları Derneğinin (ASKON) ‘’Küresel Kriz Gölgesinde Türkiye ve Dünya Ekonomisi 2009’’ başlıklı ekonomi raporunda, IMF ile ilişkilerin standart çerçevede kalmasının üretime, kalkınmaya darbe vuracağı belirtildi. Raporda krizin artık daha devlet kontrollü bir kapitalizm uygulamasına sebep olacağı belirtildi. Özel sektör borcunun, üzerinde dikkatle durulması gereken bir değişken olduğu, kazançları TL olan, dış borç veya döviz borcuna sahip özel sektörün bu anlamda en fazla zarar görecek kesimi oluşturduğu, 200 milyar dolara dayanan bu borcu da ülke borcu saymak gerektiği belirtilen raporda, ‘’faiz stresinin’’ devam ettiği bildirildi. |
23.05.2009 |
Çocukları koruyamıyoruz |
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), çocuk ölümlerinin 1990’dan beri yüzde 28 oranında azaldığını, ancak bu azalmanın özellikle gelişmekte olan ülkelerde yetersiz olduğunu açıkladı. Örgütün yıllık raporunda, 2007’de 5 yaşından küçük 9 milyon çocuğun öldüğü, bunun da örgütün tahminlerinin altında olduğu ve çocuk ölümlerinin yüzde 28 oranında azaldığı bildirildi. Raporda, yine de bu sayının BM’nin belirlediği milenyum hedeflerinin altında olduğu, BM’nin, çocuk ölümlerinin 2015 yılında, 1990 yılına göre 3’te 2 oranında azalmasını beklediği kaydedildi. WHO İstatistik Bölümü Başkanı Ties Boerma, yaptığı açıklamada, ‘’Çocuk ölümlerinin oranındaki azalma, sağlık sisteminin güçlendirilmesiyle başarabileceğimizi gösteriyor’’ dedi. Sıtmayla mücadelede 5 yaşından küçük çocuklara cibinlik dağıtılması, ishalle mücadelede çocuklara tuz içeren maddeler verilmesi ve diğer hastalıklara karşı aşılar dağıtılmasının ölümlerin azaltılmasında büyük katkı sağladığını belirten Boerma, ancak bu gelişmelerin özellikle Afrika Kıt'asında ve yoksul ülkelerde yetersiz kaldığını anlattı. WHO’ya göre, basitçe tedavi edilebilen ishal ve zatürre gibi hastalıklar sebebiyle yılda 3.8 milyon çocuk ölüyor. |
23.05.2009 |
Karbondioksiti benzine dönüştürdüler |
Karbondİoksİtİ (CO2) benzine dönüştürdüğünü açıklayan Amerikan şirketi Carbon Sciences, ilk pilot fabrikasını kurmak için ortak arıyor. Carbon Sciences şirketinin faaliyet direktörü Byron Elton, bir termik santral, çimento fabrikası veya bir rafineri gibi çok CO2 üreten bir partner arayışında olduklarını belirterek, eğer 9 ay içinde böyle bir ortak bulurlarsa, bu yeni tip biyoyakıtın üretimine 2010 sonuna kadar başlayabileceklerini söyledi. Carbon Sciences şirketinin geliştirdiği ve patentini aldığı teknolojide “biyokatalizatör” denilen mikro organizmalar kullanılıyor. İlk aşamada CO2’yi su karıştırarak bozmak gerekiyor, sonra hidrojen ve karbonu yeniden oluşturmak için özel olarak geliştirilen polimer kabuklarıyla korunan mikro-organizmalar ekleniyor ve hidrokarbon yakıtı ortaya çıkıyor. |
23.05.2009 |
Kola, kalbe zarar veriyor |
Yunanİstan’da 21 yaşında bir kadının, 2 litreden fazla kola içtikten sonra kalp krizi geçirmesi ülke gündemini bir anda değiştirmişti. Kolanın sağlıksız olduğu konusunda birleşen araştırmacılar, Ioannina Üniversitesi’nde yeni bir araştırma için toplandı. 20’ye yakın uzman yer aldığı araştırmanın sonuçları da gündeme bomba gibi düştü. Araştırma sorumlularından Dr. Moses Elisaf, “Fazla kola tüketmek kalp hastalıklarına ve kemik erimesine sebep oluyor. Kola içenlerin kalp ritminde bozukluk en çok görülen durum. Kola içmeyi önermiyoruz” ifadelerini kullandı. Şişmanlık, şeker ve kalp hastalıkları üzerine uzun yıllar araştırma yapan Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil de sağlıklı hayat için kolayı evine sokmadığını belirtiyor. |
23.05.2009 |
Tek DVD’de 2 bin film |
BİlİmadamlarI nano teknoloji sayesinde 2 bin film depolayabilen 10 bin GB (10 terabayt)’lık kapasiteye sahip ultra DVD geliştirdi. Avustralya’nın Melbourne şehrindeki Swinburne Üniversitesi tarafından geliştirilen bu DVD’nin büyüklüğü ve kalınlığı şimdikilerden farksız. Bilim adamları, geliştirdikleri DVD’lerle üç boyutlu televizyonlarda ultra yüksek çözünürlükte görüntünün izlenebileceği müjdesini de verdi. Ultra DVD’lerin gelecek 5 yıl içerisinde piyasada olması bekleniyor. Ultra DVD’nin ilk örneği olan ‘nano rods’, sadece bir yönde hareket eden polarize ışınlar ve gözle görülemeyecek kadar ince altın parçacıklar kullanılarak geliştirildi. Tüketicilerin ultra DVD’leri kullanabilmesi için yeni bir DVD okuyucu almaları gerektiği belirtildi. |
23.05.2009 |
Dubai’de 18 metrelik ambulans |
DünyanIn en yüksek binaları ve en büyük akvaryumuna sahip Dubai, bu kez de en uzun ambulansla Guinness Rekorlar Kitabına girmeye hazırlanıyor. El Arabiya’nın haberine göre Dubai Ambulans Merkezi, 18 metre uzunluğundaki ambulansın 44 hasta kapasiteli olduğunu duyurdu. Merkezden yapılan açıklamada, Guinness Rekorlar Kitabıyla henüz irtibata geçilmediği, ancak niyetlerinin bu yönde olduğu belirtildi. Seyyar hastane niteliğindeki ambulansta helikopter pisti ve aynı zamanda doktorlar için internet ve uydu imkânları bulunduğu kaydedildi. |
23.05.2009 |
NASA, Ay’da su arayacak |
Amerİkan Ulusal Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) daimi bir üs kurulması amacıyla Ay’da su bulması ve uygun iniş yerleri araştırması için Haziran’da iki uzay aracı gönderecek. Nasa’nın Ay’dan sorumlu bilimadamı Mike Wargo, Ay’da birisi su arayacak, diğeri iniş yerleri bulacak iki insansız uzay aracını taşıyan Atlas V roketinin 17 Haziranda Florida’daki Cape Canaveral’dan fırlatılacağını bildirdi. Wargo, NASA’nın Ay’da güvenlik içinde bilgi toplamayı ve keşfetmeyi amaçladığını belirtti. NASA’nın insansız uzay araçları, Ay’ın hâlâ bilinmeyen kutup bölgelerine odaklanacak ve bu bölgelerde hidrojen ve buz olabileceği yolundaki bilgileri doğrulamaya çalışacak. |
23.05.2009 |