28 Şubat ve postal kardeşliği
‘Ben 27 Mayıs’a iştirak ettim” diyor, “12 Eylül’de vardım. Planlama grubundaydım” diyor. 28 Şubat Muhtırasındaki rolünü anlatıyor.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı konuşuyor.
Hürriyet’in dahi “tevil” edemeyeceği, büyültme-küçültme yoluyla içeriğini gizleyemeyeceği kadar açık konuşuyor. “İyi darbe - kötü darbe” hurafesini yerle bir edecek kadar somut bir süreklilikten söz ediyor. Üstelik bu sürekliliği, doğrudan kendi hayatıyla, bizzat içinde yer aldığı darbelerle anlatıyor. Onun biyografisi, bütün darbelerin aynı kökten geldiğini görmemekte direnen en dar kafalı vatandaşın dahi reddedemeyeceği kadar somut bir kanıta dönüşüyor.
Darbeler arasında ayrım yapmanın ahlaka aykırı olduğunu kabul edenler için bu ses kaydı şaşırtıcı değil ve yeni bir ufuk falan da açmıyor. Ama bu ses kaydı, “27 Mayıs ilericiydi, devrimdi” diye onu 12 Eylül’den ayıranları veya “12 Eylül ötekiler gibi değildi, o kardeş kavgasını önledi” oltasına gelenleri gerçekle yüz yüze getiriyor. Onlara darbenin iyisi-kötüsü, ilerisi-gerisi olamayacağını, ikisinin de pekala aynı darbeci kadro tarafından yapılabildiğini, bu yüzden on yıl önce “sol” gösteren kadronun, on yıl sonra “sağ” gösterebileceğini, dolayısıyla darbelerin ideolojik meşrulaştırma gerekçelerine inanmamak gerektiğini birinci elden ilan ediyor.
Bu sözler, darbelerin ekonomi politiğini anlamayan, bu yüzden darbecinin suyuna giderse veya onu ne kadar vatansever olduğuna ikna ederse, darbeyi engelleyebileceğini sananlar için uyarıcı olsun.
Yine bu sözler, aynı şekilde darbelerin ekonomi politiğini anlamayan ve 28 Şubat’ta “tarafsızlık” adı altında zalimliğe göz yumarak bu ülkede siyasi bir alternatif olma iddiasını kaybeden Türk solunun kendi ahlaki ve ideolojik zaafıyla yüzleşmesine katkıda bulunsun.
Darbelerin ve muhtıraların ekonomi politiğini anlamayanlar, onlar arasında fark görebilirler. Bazı darbelerin elebaşlarını “bizden” sanabilirler. Müdahale öncesi sahne düzenlemesindeki becerisine bağlı olarak bazıları için “ama mecbur kalmışlar” diye düşünebilirler.
28 Şubat’ta Aczimendi hikayeleriyle korkutulanlar veya ganimeti paylaşmak için korkmuş gibi yapmayı tercih edenler de “laik cumhuriyeti koruma” adına yapılan bütün hukuksuzluğa göz yummuşlardı. Sonra bu ülkedeki en büyük talan hareketlerinden biri yaşandığında ise şaşırmış veya şaşırmış gibi yapmışlardı.
Oysa şaşıracak hiçbir şey yoktu. 28 Şubat’ta laikliği “kurtaranların” ekonomiyi ihmal etmeleri beklenemezdi. 28 Şubat’ı gereği gibi anlamayanlar, muhtıra kararlarını uygulamayı taahhüt ederek iktidara gelen hükümet döneminde yaşanan iki büyük ekonomik krizi, örneğin 2001 Krizi’ni (daha doğrusu “Çöküş”ünü ve IMF’den medet umulur hale gelinmesini) Ecevit-Bahçeli Koalisyonu’nun beceriksizliğiyle açıklamaya çalışırlar.
Onların anlamadıkları şudur: O hükümet elbette çok başarısızdı; ama öyle olmaya mahkumdu. Böyle baktığımızda, “hortumculuk” kavramının o dönemde literatüre girmesi tesadüf değildi. Büyük holdinglere “danışman” olan 28 Şubatçı generallerin, içi boşaltılan bankaların ve sınırsız mevduat güvencesi yoluyla halka çıkarılan milyarlarca dolarlık faturanın elbette bir izahı ve siyasi bir maliyeti vardı.
“Postmodern Darbe”nin yıldönümünde asıl sözüm Karadayı’ya değil. Çünkü biliyorum ki, ekonomik ve siyasi iktidar hırsını “ikna” yoluyla dizginlemek mümkün değildir. Bu ancak hukukla, hukukun üstünlüğünün sağlanmasıyla olur. Bugün Batılı demokrasilerde bile darbe hayali kuran asker bürokratlar olabilir, ama hukuk onlara bu hazzı tattırmaz.
Eğer bu ülkede zerre kadar hukuk varsa, açık açık anayasal düzeni yıkma suçunun içinde defalarca yer aldığını söyleyen bir kişinin yargılanması gerekir. Her sivil hükümet için kaçınılmaz bir sorumluluktur bu. Çünkü tarih yargılayamayanların yargılandıklarını söyler bize.
Karadayı daha ne desin? Onun biyografisi, bizlere aslında bütün darbelerin kardeş olduğunu söylüyor.
Ekonomi politik de darbelerin “idealist” sloganlarına, yani bahanelerine itibar etmememizi öğütlüyor. “Ekonomik, sınıfsal ve zümrevi çıkarları analize dahil etmeden darbeleri anlayamazsınız” diyor; “atanmışlar-seçilmişler, bürokrasi-siyaset, kapıkulu-reaya, merkez-çevre, oligarşi-demokrasi çelişkisine bakın” diyor; “28 Şubat’ı, 12 Eylül’den, 27 Mayıs’ı 12 Marttan veya 27 Nisan’dan ayrı göremezsiniz, bunları ayırmak hayatı anlamamaktır” diyor.
Ama bunu görmek için sadece akıl değil vicdan da gerek.
Neyse ki, artık bu ülkede Genç Siviller gibi bizim kuşağın ahlaki zaaflarıyla enfekte olmamış, darbeler ve kurbanlar arasında ayrım yapmadan hepsini aynı anda mahkum etmeyi başaranlar var.
Bir daha sağdan veya soldan darbe yememek ve soyulmamak için bu sese kulak vermek gerek.
Hem Karadayı’nın yapmadığı ayrımı biz niye yapalım ki?
Berat Özipek
Star, 3.3.2009
|