Naci Tepir: “Arakan’da tarihin en ağır ve acı katliâmı yaşanıyor. Rohingya Konseyi, Myanmar ordusunun Arakan’da son üç günde 2-3 bin Müslüman katlettiğini duyurdu. Müslüman oldukları için yaşlısı, kadını, çocuğu demeden diri diri yakılıyor, kadınlara tecavüz ediliyor, hamile olanlar iple asılıyor. Çocukların vücutlarının her yerinde yanık izleri mevcut. Erkeklerin durumu da aynı. Vücutlarında ağır yaralar var. Bu zulme sessiz kalmak bile insana yakışmaz. Kamuoyu oluşturmak ve insanlığın vicdanını harekete geçirmek için paylaşılır ise sonuç değişebilir. Birlik zamanı. Doğranan, yakılan, işkence gören, tecavüze uğrayanlar da bizim gibi insan. Hz. Ali: “Bir zulmü engelleyemiyorsanız en azından onu duyurun.” Der. Peygamber Efendimiz (asm): “Eğer bir kötülük görürseniz, elinizle düzeltin. Elinizle düzeltmeye gücünü yetmiyorsa dilinizle düzeltin. Dilinizle düzeltmeye de gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz edin. Fakat buğzetmek imanın en zayıf derecesidir.” buyurur. Yine sevgili Peygamberimiz (asm): “Hiçbiriniz kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe hakiki iman etmiş olmaz.” Buyuruyor. Şimdi insanlık zamanı. Bu mesajı paylaşalım lütfen.”
ASIL FACİA NEDİR?
Bu asrın bütün ıztırabını yüreğinin derinliklerinde duyan Bediüzzaman birinci dünya harbi sonrasında Osmanlı’nın mağlubiyeti ve âlem-i İslâm’ın ağlayışı üzerine şöyle haykırıyor:
“Şu musîbet mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulâde tacil etti. Biz incinirken, âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır.”1
Anlıyoruz ki, Müslüman’ın hayat kaynağı uhuvvettir, kardeşliktir, birbirinin derdiyle dertlenmektir, acısıyla acılanmaktır.
Peygamber Efendimiz (asm) bunu şöyle ifade ediyor: “Mü’minler birbirlerine karşı bir binanın sımsıkı örülmüş taşları gibidirler.” Bediüzzaman aksi durumda, bu hayat kaynağımıza itibar etmediğimiz takdirde çok incineceğimizi, âlem-i İslâm’ın ağlayacağını; İslâm düşmanları incittikçe de, âlem-i İslâm’ın bağıracağını söylüyor.
İslâm düşmanlarının, tarihte benzeri görülmediği şekilde, âlem-i İslâm’ı incittiği günlerden geçiyoruz.
Keza âlem-i İslâm’ın, tarihte benzeri görülmediği şekilde, kardeşliğe, uhuvvete, ittihada, birbirinin derdiyle dertlenmeye ihtiyaç duyduğu, ama itibar etmediği günlerden geçiyoruz. İşte asıl facia budur!
ÂLEM-İ İSLÂM ÇOK İNCİNDİ
Arakan yanıyor, Arakan ağlıyor, Arakan ölüyor! Türkiye’den bir cılız tepki, İslâm İşbirliği Teşkilâtından bir ürkek ses… Başka çıt yok!
Yazık! Rabbim biz Müslümanları bağışlasın!
Ölen şehit oluyor. Gözyaşı döken rahmete ulaşıyor. Bunda sıkıntı yok. Onlar imanlarında sebat etmekle sınıfı geçtiler.
Ya seyreden… Gücü kudreti yoksa bile hiç olmazsa kınamayan, tepki vermeyen, bağırmayan sınıfta kaldı. Artık nasıl bir gazaba duçar olur–maazallah-; varın siz hesap edin.
Bu gün mademki -kurbanlarımız gibi- bıçak kemiğe dayandı. Bu gün mademki bin bir türlü entrikayla, tuzakla, fitneyle, zulümle İslâm düşmanları âlem-i İslam’ın her köşesini tar u mar eyledi ve eylemeye devam ediyor.
Bu gün mademki Bediüzzaman’ın ifadesiyle âlem-i İslâm çok incindi…
ÂLEM-İ İSLÂM BU FERYADIDA MI DUYMAYACAK?
Öyleyse bağırma zamanı geldi! Âlem-i İslâm kendine gelmeli, özüne dönmeli ve bağırmalı bugün. Öyle ürkek, korkak, çekingen durmamalı! Öyle işi ahbap çavuş ilişkisine döküp, gâvura serfuru etmekten medet beklememeli!
Orantısız güç dün Bosna’lı, Filistin’li, Doğu Türkistan’lı Müslümanlar üzerinde kullanıldı dünyanın gözü önünde. Kendilerinden başka ağlayanları olmadı. Filistin hâlâ yanıyor. Ağlayanı yok! Irak’ta, Suriye’de savunmasız Müslüman evini barkını terk etmeye zorlandı, öldürüldü, yollarda telef oldu. Ağlayanı yok!
Şimdi sıra Arakan Müslümanlarında mı? Arakan’ın da ağlayanı olmayacak mı? Dünya yine ses çıkarmayacak, âlem-i İslâm yine görmeyecek, duymayacak mı?
Ama Allah görüyor ve duyuyor! Bundan korkmalı ve ses vermeli. Âlem-i İslâm bayram yaparken, Arakan Müslümanları ölüyorlar bu gün? Âlem-i İslâm sessiz kalmamalı.
Kurban Bayramınızı tebrik ederim. Bol duâlı bir bayram olsun. Zalimlerden önce duâmız onlara erişsin inşallah bu gün.
Dipnot:
1- Eski Said Eserleri, Sünûhat, s. 490.