Sosyalist Marksistlerin itibarsızlaştırmaya çalıştıkları AB seçimlerinin Avrupa hükümetleri için ne kadar önemli olduğu, Macron’un, hükümetini feshetmeye gitmesiyle dünya kamuoyuna yansıdı.
Ve Almanya kamuoyu ise; kırmızı, yeşil ve sarıdan oluşan koalisyonuna “topal eşek” muamelesi yapmaya başladı. Hele sosyal Marksistlerin Alman halkına siyasi partiler üzerinden kurdukları “Parçala, zayıflat ve global harekete monte et!” tuzağından habersiz Thüringen, Sachsen ve Brandenburg gibi Doğu eyaletlerinin, globalcilerin kokuşmuş siyasetlerine tepkileri büyük hadiselere yol açacak gibi. Bünyesindeki DAVOS kökenli siyasetçilerden dolayı doğru dürüst muhalefet yapmayan CDU’ya karşı; Merkel’in, Soros’un paralarıyla inşa ettiği AfD’ye muhafazakârların kaymaları ve Sosyal Demokratların ise Scholz’un beceriksizliğinden eski SPD başkanının karısı Sahra Wagenknecht’e (BSW) kayması, önemsiz gösterilmeye çalışılan seçimin Almanya siyasetindeki depreminin tesirini göstermiş oldu.
Okuyucularımız, böyle bir sonucu beklediğimizi geçmiş yazılarımızdan bilirler. Yalnız Avrupa’da değil, demokrasinin az çok işlediği bütün milli hükümetlerde, kapital ile oluşturdukları fitnelerle milletlerin meclislerini zayıflatan Global Marksist Sosyalistler bu oyunu çok yerde oynuyorlar. Kırk küsur seneden beri, devletin elleriyle inşa ettirdikleri Marksist Kürt hareketini Türkiye demokrasisinin önünde en büyük engel olarak kullandıkları gibi, Avrupa siyasetini de 1980’lerin başında Yeşiller’le bölüp parçalamaya koyuldular. Önce Sosyal Demokratlarla başlayan global Marksistler, sonra Hristiyan partilere de sızarak,milli ülkelerin idaresindeki bu kadroları; Sodomîlik, İsrail yandaşlığı, Afrika’dan ve Asya’dan Soros’un desteğiyle mültecileri Avrupa’ya taşıma, ekonomik krizler gibi şeyleri bahane ederek milli devletlerin sermayelerini global bankalara aktarma biçimindeki politikalarıyla itibarsızlaştırınca; oralardaki seçmenlerin çoğu da AfD gibi köksüz bir partiye gittiler. “Köksüz” dememizin sebebini okuyucularımız hatırlarlar. Yine Merkel’in ters vuruşlu desteği ve Neoliberallerin mali yardımlarıyla ortaya çıkan PEGİDA hareketi ve bu hareketin doğurduğu siyasi parti. (AfD)
Yiğit düştüğü yerden kalkar. Avrupa demokrasilerinin temelleri belli olduğu gibi, geleneği de kalın çizgilerle çizilmiştir. Neoliberaller; zaman içinde, ellerindeki kapitalin desteğiyle bu çizgileri belirsizleştirebileceğini sandı. İşte bu seçimler, Avrupa’nın küresel Marksist sosyalistlere teslim olmayacağının bir delilidir. AB’yi, Le Pen ile, Neonazilerle, ırkçı sağcılarla veya sağını solundan ayırt edemeyen Türkiyeli partilerle korkutamayacaklarını da zaman göstermiş oldu. Hayat genelde boşluk kabul etmediği gibi, siyaset veya sosyal hayat da boşluk kabul etmiyor. Sosyal Demokratlar Alman sosyalizmine ihanet ederlerse; CDU gibi, Avrupa’nın milli/manevi değerleri üzerinde kurulmuş partiler LGBTI’yi savunurlarsa ve halkın elindeki parasını/alın terini global Marksist sermayecilere transfer ederse; elbette, tepki üzerine kurulu AfD ile BSW, geleneksel köklü partilere nal toplatacaktır.
Avrupalı siyasetçilerin, AB seçimlerinden gerekli dersi çıkardıklarını düşünüyoruz. CDU içindeki neoliberallerin kredileri oldukça azaldı. AB sekreterliğinde direnen DAVOS’un kızı da, seçilmesine rağmen pozisyonlarını kaybedeceğe benziyor. Hristiyan Demokratlar, bilmecburiye Birinci Avrupa’nın değerlerine dönecektir. Sosyal Demokratlar da, ölüm döşeğinde kaldıkça kaybedeceklerini bildiklerinden, onlar da Neoliberallerle mücadeleye başlayacaklardır. Bu iki parti, asli değerlerine ve milletin istediği programlara yöneldikleri takdirde, önce Yeşiller sahneyi terk edeceklerdir. Yeşillerin marjinalleştiği bir siyaset sahnesinde ise, AfD’nin ömrü bir seçimlik bile olmaz.