Yapılan davet üzerine 19 Ocak 2024 tarihinde Aksaray iline gidiyordum.
Otobüsteki koltuğuma oturup saatin gelmesini beklemeye başladım. Biraz sonra, uzun boylu genç bir adam yanıma geldi ve kibarca “Yan koltuğa geçebilir miyim?” Dedi. “Elbette, buyurun.” Dedim.
Böyle seyahatlerde, kaderin sevk ettiği kişi kim olursa olsun, onunla sohbet etmek ve Risale-i Nur’daki kuvvetli iman hakikatlerini paylaşmak güzel olur. Sıcakkanlı ve hoş sohbet olan bu genç adamla, muhtelif aralıklarla Aksaray’a kadar sohbetimiz devam etti. Sonunda kendisine “Düşünce Ufku” kitabını imzalayarak ve karşılıklı telefonlarımızı vererek, tekrar görüşmek dilekleriyle vedalaştık.
Cuma akşamı, önce her akşam İnternetten yaptığımız ve sıra takip ederek okuduğumuz kitaptan dersimizi okuduk. Bu arada, bir taraftan Aksaraylı Nur Talebeleri toplanıyordu. Yatsı namazından sonra ise, hizmet merkezinin çok geniş salonu iyice dolmuştu.
Asrın manevi sahibi ve son müceddid olan Bediüzzaman Hazretlerinin, Kur’an’ın bu çağa hitap eden son mesajlarını izah eden muhtelif Nur Risalelerinden dersimizi paylaşmaya başladık. Üstad hazretlerinin hayatı boyunca takip ettiği birçok hedefleri vardı. Bunların en başında geleni, hem zamanla meydana gelen Nur Talebelerinin tesanütünü, birlik ve beraberliğini temin etmek, hem İslâm dinine hizmet eden bütün cemaatlerin vahdetini sağlamak, hem de ittihad-I İslâm’ın zaman içerisinde gerçekleşmesini de temin etmekti.
Bediüzzaman “Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslâm’dır.” diyerek, Müslümanlar için bu hakikati âdeta bir parola yapmıştı. Hâlbuki görünüşe göre Müslümanlar ve İslâm dinine hizmet eden cemaatler param parça olarak görülüyordu. İslâm devletlerinin de durumu öyle idi. Aslında bu görüntü kimseyi yanıltmamalıydı. Bu durum, kaderin sevkiyle İslâm’a hizmette fıtri bir iş bölümü olarak görülmeliydi. Nasıl ki, bir ordunun karacısı, havacısı ve denizcisi var ve bunlar düşmanların her taraftan gelecek hücumlarını püskürtmek için bir iş bölümü ise, Müslümanların ve hizmet gruplarının da durumu bundan farksızdı. Sadece yapılması gereken şey, aynı maksada hizmet eden bütün grupların ve cemaatlerin birbirlerini Allah için sevmeleri, herkesin diğer grupların hizmetlerine taraftar ve duacı olmaları, aleyhlerinde bulunmayarak gıybet gibi şeylerle mukabele etmemeleri şeklinde manevi bir ittifak kurmalarıydı. Bu ise, gayet kolay ve hiç de zor olmayan bir prensip idi.
İslâm devletlerinin de, İttihad-ı İslâm denilen ve Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği örnekte olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri tarzında, İslâm Birleşik Devletlerini kurmaya hiçbir engel yoktu. Eğer, şimdiye kadar devletler çapında İslâm Birliği resmen kurulmuş olsa idi Gazze’de ve Filistin’de yaşanan insanlık dramı karşısında, İslâm devletleri sessiz kalmazdı.
Ancak, olaylar olurken hayıflanmaya hiç gerek yoktur ve hâlâ çok geç kalınmış değildir. Önemli olan ise, en kısa zamanda teşebbüs edip, bu hazin olayların da kamçılamasıyla bir an evvel İttihad-ı İslâm hakikatini kurmaktır.
Aksaraylı gönül dostlarımızla ders ve sohbetimiz bu minval üzere sürüp gitti. Allah böyle dersler vesilesiyle, Bediüzzaman Hazretlerinin en büyük hedeflerinden birisi olan İTTİHAD-I İSLÂMI en kısa zamanda İslâm dünyasına nasip etsin, inşallah.