Bugün, şu 80 bin camilerimizde okunan mübarek Cuma günümüz şu Cuma hutbemizde 84 milyon vatandaşımız-en azından şu yarısı; kadınlara Cuma Namazı farz olmadığı için onlar bunu duymamış, işitmemiş olabilirler- şu “boykot”u “büyütmeye” çağrılıyordu.
İlgili paragrafın ilgili kısmı ise şöyle: “O müminler ki, mazlumların çığlıklarına seyirci kalamazlar. Bir yandan savaş, diğer yandan açlıkla mücadele eden, başta Gazze halkı olmak üzere tüm mazlumların maruz kaldığı zulme karşı ‘meşru’ tepkilerini ortaya koyarlar. ‘Zâlimleri engelleyecek kadar’ boykotu büyütürler”
Hutbe esnasında düşündüm… Boykot nasıl “büyütülür” diye. Hem de bizlere şu hedef gösterilen “zâlimleri engelleyecek kadar” kısmıyla birlikte…
Sâhi, “zâlim” kimdi; ve biz kim ya da kimlere “zâlim” diyorduk?..
“Zâlim” kelimesi, Arapça “zeleme” fiilinden türetilmiş bir ism-i fâil, daha çok da şu “sıfat” olarak kullandığımız…
Zannederim, hemen hepimizin şu zihnimizde şöyle ciddî bir itiraz ve de “aydınlanma” feveran etmiştir: “Kardeşim, böyle de soru mu olur!? ‘Zâlim’ kim olacak; tabii ki İsrail, şu İsrail hükümeti, şu Netanyahu ve onun şürekası!” dediğinizi duyar gibiyim…
Ben de aslında, tam da, şu sizin gibi düşünüyorum… Yalnız, bir farkla ki, ben İsrail’in, İsrail hükümetinin, şu Netanyahu ve şürekasının çok da “yalnız” olduklarını düşünmüyorum…
Türkiyemiz, ülkemiz, Almanya ile birlikte yıllık şu 7 Milyar dolar ile ABD ve Çin’den sonra İsrail’e en çok mal satan, ihracat yapan 3. ülke konumunda hâlen, şu “en güncel” 2022 istatistiklerine göre…
Üstelik de, savaşın başladığı 7 Ekim 2023’ten bu yana –zannederim ki yanıldınız- İsrail’e olan şu ihracatımız azalmamış, aksine “artmış” durumda, yine son şu “tarafsız” istatistiklere göre…
“Peki, ne satıyoruz ki şu İsrail’e biz!?” şeklindeki şu meraklı, şu “istifsarî” sualinizi duyar gibiyim…
Mersin, hem de Adana limanlarımız, açıkçası, İsrail’e daha yakın oldukları için ve deniz taşımacılığı da daha ucuz, daha ekonomik olduğu ve diğerlerine göre “daha az dikkat çektiği” için, bir de şu anlamsız “millîlik” vurgusunu bir tarafa bırakarak, şu “yabancı bayraklarla” seyahat etmenin bizlere bahşettiği şu “ayrıcalık” ve de “rahatlık”, hem de “hafiflikle” -çok şükür- şu ihracatımızı en “rahat” bir şekilde gerçekleştiriyoruz…
Sualinize geri dönecek olursak.. Ne mi satıyoruz şu İsrail’e?..
Ne satmıyor, ne göndermiyoruz ki…
Petrol, demir çelik ürünleri, kimyasal ürünler, çimento, her türlü gıda, hijyen ürünleri…
2004 yılında yapılan anlaşmadan bu yana meşhur Manavgat Nehri’mizden su…
En çarpıcı olanı, şu en son olarak da “askerî mühimmat” göndermişiz…
Artan tepkileri “tahfif” etmek babında, şu “enflasyon” hesaplamalarında çoklukla yaptığı gibi Pinokyo misalindeki şu TÜİK’imiz, her ne kadar, gönderilen şu ürünler için “Harp silahları ve mühimmatı değil, kişisel amaçlı spor av vb. amaçlı silahlar ve bunların aksam parçalarına ilişkindir.” Dese de…
Ne dersiniz, şu ticaretimiz, hutbede kastedilen şu “zâlimleri engelleyecek kadar” küçük mü!?..
Yazımı, TBMM’deki, konuyla ilgili “hararetli” konuşmasının 22. dakikasında kalp krizi geçiren ve 14 Aralık 2023 Perşembe günü şu vefatıyla rahmet-i Rahmân’a kavuşan, Saadet Partisi Milletvekili Hasan Bitmez’in, “tarihe kazınacak” şu “son sözleri” bitiriyorum…
“Vicdan azabından kurtulsanız, ‘tarihin azabından’ kurtulamayacaksınız…
Tarihin azabından kurtulsanız, Allah’ın ‘gazabından’ kurtulamayacaksınız…”