Kur’ân-ı Kerim’de, bizlere şu “Adalet” ile birlikte tavsiye, hem de şu “telkin” olunan sihirli bir kelime şu Af...
İlgili âyetlere şöyle bir matmah-i nazar ettiğimizde, şu “meâl-i mânevî” ufkunda işte şu nazarımıza müşâşâ olanlar...
“Sen, affı kendine al, ona sıkıca sarıl ve mârufu emret, şu cahiller gürûhundan da artık yüz çevir...”
“Kötülüğün cezası, ancak kendi miktarınca, şu mislincedir. Ama eğer kim de affeder ve şu ıslah, şu musalaha yolunu eğer tutarsa, hiç şüphesiz, onun mükâfatı da ancak şu Rabbi katındadır.”
“(Kendisine yapılan herhangi bir zulme ya da şu haksızlığa karşı) her kim de sabreder ve affeder ise, işte bu, insan nefsi için, şu başarılması gerçekten zor, ona epey bi’ ağır gelen, ama şu takdire şâyân, övgüye lâyık, şu örnek olacak/alınabilecek en değerli işlerden, şu en övünülecek hasletlerdendir...”
Buna mümâsil, hem de müşâbih olarak, pek çok âyet-i kerimede yine bizlere, sarahaten veya zimnen ya da işareten şu “Af” tavsiye, hem de telkin olunmakta...
Risale-i Nurlar’a, hem de Üstâdımız Bediüzzaman Said Nursi’nin şu sergüzeşt-i hayatına baktığımızda ise, “Aff”ın, şu “Adalet”e takdim edilen, şu öncesinde vurgulanan, hem de üzerinde durulan en önemli bir kavram olduğunu görmekteyiz…
Ve onu, şu “Adalet-i Mahza”nın gerçekleştirilmesindeki, şu tekevvün edebilmesindeki en temel, en yegâne, en vazgeçilmez şartlardan birisi, belki de şu “biricik şartı” olarak görmekteyiz...
Ezcümle, ehemmiyetine binaen olsa gerek, tamam külliyatta, hem de vurgulu bir şekilde, tam 176 yerde şu “Af” kelimesi, 16 yerde ise şu “Affetme” ifadesi geçmekte, tekrar edilmektedir.
Şu Denizli Hapishanesi’nde, hapishanenin şu ağır şartlarından ve kendileri hakkında etrafta şu işaâ olunan çok ağır ceza, hatta şu (gizli) idam cezası taleplerinden kaynaklı, şu Saff-ı Evvel Nur Talebeleri Ağabeylerimiz arasında yaşanan/yaşandığı anlaşılan, şu ifşasına gerek, hem de ihtiyaç olmayan, pek “müessif” durumlara, şu olaylara karşı Üstâdımızın şu ikazı, onlar için ne kadar “anlamlı” ve bizler için ise ne kadar ibretli, hem de mânidardır…
“Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudûr eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler…
Ve “Haysiyetime dokundu!” demesinler…
Ben ‘o fena sözleri’ kendime alıyorum...
‘Damarınıza’ dokunmasın...
Bin haysiyetim olsa, kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim...”
2005 yılında vefat eden, öncesinde şu Mehmet Ali Ağca tarafından başarısız bir suikaste uğrayan, hapisten çıkıp, şu yıllar sonra kendisini ziyaretinde fiilinden dolayı “affedildiğini” kendisine söyleyen Papa 2. Jean Paul’un geliştirdiği iki kavram aynı zamanda şu Adalet ve Af kavramı...
O, kısaca, meâlen diyordu ki, “Adalet” kavramı ya da vurgusu, tek başına, şu “Dünya Barışı”nın teessüs etmesi, edebilmesi, gerçekleşebilmesi, savaşların son bulması, şu çatışma ve kavgaların sona ermesi için yeterli değil, onun yanında şu “Af” müessesesini de çalıştırmamız, çalıştırabilmemiz lâzım…
Çünkü diyor; geçmişte birbirimize karşı yapmış olduğumuz pek çok haksızlıklar var, yanlışlıklar mevcut.. şu pek çoğunun şu hâlihazırda şu telafisi mümkün olmayan...
Onun için, birbirimizi “karşılıklı” affetmeli ve birbirimizden açıkça “özür” dilemeliyiz.
Ve kendisi, Katolik Kilisesi adına, En Büyük Rûhanî Lideri ve Temsilcisi olarak, Ortodoks Mezhebi başta olmak üzere, diğer mezhep ve din mensuplarına karşı Katolik Kilisesi adına tarihte yapmış oldukları bütün şu zulüm ve haksızlıklardan dolayı, tarih önünde, tarihî olarak “Özür” diledi.
Ve kendilerinin, şu Katolik Kilisesi’nin tasarrufu ve mülkiyeti altında bulunan, diğer mezheplere mensup, tarihte, zulmen ya da herhangi bir sebeple öldürülmüş şu Azizlerinin kemiklerini, şu hatıra ve değerli eşyalarını, ilgili mezhep sahiplerinin şu günümüz varislerine iadesi için karar çıkartıp bunu başarıyla gerçekleştirdi.
Adalet ve Af, birbirinden ayrılmaz en önemli iki kelime...
Hangisinin “daha önemli” ya da “daha öncelikli” olduğu konusuna, artık siz karar verirsiniz...