Telefonuma sürekli ama her gün birden fazla mesaj göndererek hem zamanımın kaybına hem hafızanın dolmasına hem de dikkat ve enerjimin gereksiz şeylere sarfına sebep olan hâdiseler, muhtemeldir ki sizin de rahatsız olduğunuz konulardır, şöyle ki:
İnsan, aslî vazifesinden kaçtığı sürece, talî meselelere, sûrî ehemmiyet vererek, onunla müdafaaya geçmesiyle, değil başkasını, kendini bile ikna edemez.
Birbiriyle uğraşanlar müsbet hareket edemez. Hizmet ettiğini sanarak, daha derin yaraların açılmasına sebep olur.
İnsanı ilgilendiren ana konulara hazırlık için çok yardımcı ve desteklere ihtiyaç varken minderin dışındaki cazip meselelere enerji ve vaktin harcanmasına sebebiyet, ana konudan uzaklaşmaktır.
Bakıyorsunuz, bir pir-i fânî ülkenin siyasî ve dâhil olduğu cemaatin ihtilâfî konularıyla bâkiye ömrünü harcıyor.
Hemen her gün, her Cuma; ekseriyetle de kopyala yapıştır yaparak kendince tebligatta bulunuyor, hazret. Ne desem ki? Son zamanlarda Cuma tebriklerinin Perşembeden yapılması artık endişelendirmiyor da Çarşambaya ne zaman kayacak beni merak ettiriyor (!)
Ecdad; “mukteza-i hâle mutabık, kelâm serdedilmeli”, derdi. Elbette hâlin gerektirdiğine göre davranışta bulunmak, aklın ve kalbin gereği iken; had aşılır, karşı tarafı rahatsız eden iyi niyetli ısrarlarla bozulan dengenin kime ne faydası var?
Bilinir ki, bir derdin dermanı, başka derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir. (Hakikat Çekirdeklerinden)
Bir tepkide bulunuruz, sonradan pişman olduğumuz cinsten. Başımızı iki elimiz arasına alarak bir hayli muhasebeden sonra kararlı bir şekilde yarına döneriz, buraya kadar eyvallah. Bir müddet sonra, sanki o pişmanlığı ve ardından kararlılığı yaşayan değilmişiz gibi film yeniden başa sarılır, sahneler tekrarlanır durur, buna ne diyeyim?
Birisini çok seversiniz. Sevginiz bütün benliğinizi sarar, hep onunlasınız, âdeta. Dilinizle, yetmedi fiilinizle ifade edersiniz. Bir an gelir, beklenmedik, hatta sizin bile ihtimal vermediğiniz sıradan bir hata yaparsınız, gel gör ki sevdiğiniz bunu kabul etmez, kalemi kırar ve sizi siler geçer. İşte tam burada sorarım gerek var mı?
Bir işe teşebbüs eder, varınızı yoğunuzu sarf edersiniz. Aşkla şevkle gayret ederken birisi gelir “Gerek var mı?” dercesine pişmiş aşa su katar. O haddini bilmeze, haddini bildirmeye gerek var mı? Yok! Zira ben buradan dedim.
Kontrollü müdahaleye fırsat vermeyen hız, felâkete davetiye çıkarır.
Yirmilik dişin gereksiz olduğu düşünülerek, en küçük bahane ile çektirilmek istenir. Oysa orada olmasının bir sırrı vardır. Nice şeylerimiz var ki hikmetine vakıf olmadan ortadan kaldırır ya da yok sayarız. Gereksiz düşündüğünüz şeyi, yok saydığınızda, onun varlık sebebini anlamaya çalışmamak aslında gereksiz olmalı.
Söylenecek sözü eğip bükerek, dolaştırarak, tıpkı yukarıda yaptığım gibi anlaşılmaz kılmaya gerek var mı? Kolaylaştırmak varken, güçleştirmeye; müjdelemek ve sevdirmek varken, korkutmaya, hakikaten gerek var mı? Bu bir hikmetsizlik değil mi? Buna da gerek var mı?