Hani söylenir ya “Tebdil-i mekânda ferâhlık var” diye. Bizimki de o hesap. Nakl-i mekân ederek ve bilhassa tefekküre sevk eden, ferâhlık veren mekânları tercih ederek okuma seans-larına devam ediyoruz.
Bir başka tabirle, Toroslar’da yaşayan yörükler misâli, biz de bu büyük dağ silsilesinde konar-göçer olduk. Mersin civarındaki Toroslar mevkiinde sonra, şimdi Maraş yakınlarındaki bir mevkiye nakl-i mekân ettik. Okuma meraklısı arkadaşlarla birlikte, “Külliyatı devretme programı”mına yeni mekânda devam ediyoruz.
Allah, cümlemize feyizli, bereketli okumalar nasip etsin.
*
Yeni mütalaa konumuz “nefs-i emmâre”ye dairdir. Bu meseleyi mütalaa ederken gördük ki “nefs-i emmâre” bir değil, ikidir. Dahası “ikinci nefs-i emmâre” birincisinden daha fenâ, daha şedit ve çok daha uzun ömürlüdür. Hatta, ömür boyu devam eden bir düşman-ı gaddar gibidir.
İşte, bu meseleye dair yapmış olduğumuz mütalaa ve müzakerenin bir meyvesi.
Birinci nefs-i emmare imana gelip “mutmainne” olduktan sonra, bütün silâh, mühimmat, âlet ve edevâtını ikinci nefs-i emmareye devrediyor.
Şöyle ki: Bir mü’min, binci nefsi öldürüp ondan kurtulsa bile, ikincisinden kurtula-mıyor. Tâ âhir ömre kadar, seninle canlı halde yaşıyor ve ancak seninle birlikte ölüyor.
Meselâ: Kişi sağlam bir iman ve itikada sahip olduğu halde, söz konusu ikinci, gizli ve gayet sinsî olan nefs-i emmâre, o mü’min kimseyi gayet günahkâr bir hayat olan kâfirlerin veya münafıkların hayatını yaşamaya özendirip onu zorlayabiliyor.
Yani, kişi kuvvetli iman sahibi olduğu halde, yaşayışı itibariyle sanki imanı yokmuş gibi acip hallere düşebiliyor. İşte, burada hükmeden şey, sinirlere, damarlara kadar yerleşip sinen ikinci nefistir.
Şüphesiz, bu hâlin düşündüren pek mühim bir hikmeti var. Bu ve benzeri himtetli hallerin en tatminkâr izahı ise, bilebildiğim kadarıyla sadece Risâle-i Nur’da bulunur. Bundan dolayıdır ki, Nur Risaleleri’ni okumamış bazı büyük veliler bile, ikinci nefs-i emmarenin mahiyetini bilmediklerinden, zaman zaman hayret ve taaccüp içinde kalmışlar; bazen de, bunalım geçirecek kadar sıkıntı çekip daralmışlardır.
*
Evet, iman ve hidayet dairesi içine girenleri bile günah noktasında en fazla zorlayan damarın kaynağı, başta da ifade ettiğimiz gibi “ikinci nefs-i emmâre”ye gidip dayanıyor.
Birinci nefs-i emmâre, kişiyi imân ve irşad dairesine girip girmeme noktasında zorluyor. Kişiyi, içinde bulunduğu dinden-imandan soğutup dünyaya sevk etmeye, günah deryasında daldırmaya, yahut dalâlet vâdisine doğru sürüklemeye çalışıyor.
Cüz’î iradenin sarfından sonra devreye giren Cenâb-ı Hakk’ın küllî iradesiyle nefs-i emmâresini yenen ve hidâyete mazhar olan insan, bu kez ikinci bir nefs-i emmârenin daha şedit olan hile ve desise-leriyle karşı karşıya geliyor.
İşte, bu ikinci nefs-i emmâredir ki, bir mü’mini inandıklarını yaşamamaya, hatta inandıklarının tam tersi bir istikamete sevk etmeye çalışıyor.
Üzeri kamufleli olan bu korkunç silâh ve mühimmat ise, inanan kimsenin bünyesi içinde âhir ömre kadar varlığını muhafaza ediyor. Üstelik, çoğu kez akıl ve iradeyi bile dinlemeyerek hükmünü icra etmeye çalışıyor.
İktibas: “Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslâh olsun ve kusurunu anlasın. Bu acip asırda dehşetli bir aşılamak ve şırıngayla hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmâre ittifak edip öyle seyyiata, öyle günahlara severek giriyor. Kâinatı hiddete getiriyor.” (Kastamonu Lâhikası: 180)
Kâinatı hiddete getirecek günahlara giren imân ehlinin, bu dehşetli vaziyetten kurtulmasının çare ve çıkış formülleri üzerinde dururken, duâ ile bize inayet eden Rabbimize iltica etmeyi unutmamalı.