“Âyâ kelimesi, bir mesele hakkında duyulan şüpheyi, tereddüdü, hayreti, taaccübü, endişeyi ifade eden bir edattır. ‘Nasıl olur, siz Ayasofya hakkında böyle bir karar almaya ne hakla cüret edersiniz, Allah’tan korkunuz, kuldan utanmanız yok mu?’ manalarını da muhtevîdir. Bunları bilerek haberi okuyunca insan hayretle, taaccüple şöyle nida etmekten kendini alamıyor. Âyâ Ayasofya!..”
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ayasofya Camii için yeni bir karar almış. UNESCO’nun tavsiyesi üzerine ziyaretçi yönetim planı uygulamasına geçmiş. Caminin galeri katını, daha önce ibadete açılan Abdülmecid Mescidi bölümüyle birlikte müze haline getirmiş. Oradan girecek yabancı turistlerin ücret mukabili bilet alarak müzeyi gezebileceklerine karar vermiş ve 15 Ocak 2024 tarihinden itibaren kararı uygulamaya başlamış. Haberde ‘müze’ tabiri geçmiyor ama yapılan iş fiilî müze muamelesidir.
Ayasofya’nın ma’kûs talihi yine değişmemiş gibi görünüyor. Eser üzerinde hâlâ sıfat kargaşası ve yetki karmaşası var. Ayasofya resmen cami mi, müze mi, kilise mi; Diyanet mi tasarruf sahibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı mı, Vakıflar Genel Müdürlüğü mü belli değil. Her kurum her fırsatta kendine göre eser üzerinde tasarrufta bulunuyor. Ayasofya’da belki de ilk defa böyle bir sıfat ve yetki curcunası yaşanıyor. Zira 916 yıl kilise, 481 sene cami sıfatı taşımıştı. 24 Kasım 1934 tarihinde zecrî bir kararla müzeye çevrilmişti. Cami sıfatı ile birlikte cami görüntüsünün de silinmesi için minareleri yıkılmak istenmiş, içindeki müzeyyen hat levhaları çıkarılmaya, mükemmel mihrap, minber kürsüsü, mahfel gibi cami aksâmı tahrip edilmeye çalışılmışsa da birkaç mâhir mimarın ve insaflı tarihçinin itiraz etmesi sayesinde menfur teşebbüs de engellenmişti.
MÜZAHREFATTAN TEMİZLEN(E)MEDİ
Bununla birlikte kilise aksâmı sayılan ve eser camiye çevrilince resim ve haç eşkâlinin namazın makbuliyetine mani olmaması için aslına zarar verilmeden üzeri kapatılan Hazret-i İsa, Meryem Ana mozaikleri, haç kabartmaları, melek tasvirleri ve benzeri müzahrefat meydana çıkarılarak müzeye aynı zamanda kilise görüntüsü de kazandırılmaya çalışılmıştı. Takriben bir asır kadar süren bu garabet hali nihayet 24 Temmuz 2020 tarihinde sona ermiş, memleketin hemen her yerinden gelen otuz, kırk bin kadar mü’minin iştiraki ile huşû içinde arşa yükselen ezan-ı Muhammedî sedalarını müteakip kılınan cuma namazı ile eser tekrar resmen ve fiilen cami haline getirilmişti.
Fatih’in yaptıklarına aykırı
Ayasofya ibadete hazırlanırken merhum Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği hassasiyet gösterilmemişti. Namaz mahalline bakan resimlerin ve tasvirlerin bazıları kısmen perdeyle kapatılmış, bazılarına dokunulmamış, kapı üstlerindeki, yan kubbelerdeki, kemerlerdeki haç kabartmaları ve benzeri kilise işlemeleri aynen bırakılmıştı.
Yani mabed müzahrefattan tam olarak temizlenmemişti.
Ayasofya üzerinde yapılan bu tasarrufların hepsi Fatih’in yaptıklarına aykırıdır. Emanetine saygısızlık ve vakfiyesinin ihlâli sayılır. Zira o mabedin mülkiyetine 55.000 Duka altını vererek Konstantin Vakfı’nın mütevelli heyetinden satın alıp hususî mülkü haline getirdikten sonra (Yeni Asya, 29.05.2013) hiçbir aksâmını ayırmadan camie tebdil etmiş, kurduğu vakfa bağışlamış, vakfa da yıllık 14.000 altın gelir getirecek emlak ve emval tahsis etmişti. Bunları, yazdığı uzun vakfiyesinde belirtmişti.
“Yerler ve gökler devam ettiği müddetçe (kıyamete kadar) benim vakfettiğim şeyin (Ayasofya’nın) bu vakfiyemde koyduğum şartlarını kimse değiştiremez, bozamaz. Koyduğum esaslar birer kanundur. Bunların bir tek noktasını kimse ne eksiltebilir ne de çoğaltabilir. Bunları yapmak Allah’ın haram kıldığı şeylerdir.
“Nefis kilise Ayasofya kıyamete kadar cami olarak vakfedilmiştir. Bunu Allah’a, ahiret gününe, onun heybetine inanan hiçbir mahluk; sultan olsun, hâkim olsun, mütegallibe olsun, değiştiremez.
“Vakıf şartlarını kim değiştirirse Allah’ın, meleklerinin, bütün insanların ve lânet edenlerin lâneti onların üzerine olsun. Onlar hiçbir zaman bitmeyen azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden olmasın.” (Tarih Ansk., c: 5, s. 51)
Bediüzzaman Said Nursî’nin tahşidatı
Zaman içinde mütegallibe dediği bazı askerî kişilerin, beşerî zaaflarla, siyasî maksatlarla veya benzer mülâhazalarla vakıf mallarına müdahale etme ihtimallerini ortadan kaldırmak için vakfiyesine mezkûr ifadelerin yer aldığı ağır bir beddua eklemişti.
Osmanlı padişahları da asırlarca Ayasofya Camii’nin o hususiyetlerini itinayla korumuşlardı. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını müteakip Ayasofya hakkında, devlet ricali ve hükümet erkânı nezdinde en çok tahşidatta bulunan âlim, merhum Bediüzzaman Said Nursî’dir. Cami daha müze haline getirilmeden Ankara’da M. Kemal ile yaptığı görüşmede Ayasofya misâli üzerinden Müslüman bir devlet adamının nasıl olması, neler yapması gerektiğini anlatarak camiin şeâir-i İslâm cihetine dikkat çekmişti.
“Ayasofya Hristiyanlığın İslâmiyet’e devir ve tesliminin bir abidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.” (Son Şahitler, c: 1, s. 244)
Böyle müjdelemişti Ayasofya’nın geleceğini. Tebşîrinin gerçekleşmesi için 1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokratlara “ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâm’ı, hatta bir kısım Hristiyan devletlerini de memnun etmek için Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmayı” tavsiye etmişti. (Emirdağ Lahikası, 367. mektup, s. 449)
Talebesi Zübeyir’in, Ayasofya’ya neden bu kadar tahşidat yaptığını sorması üzerine “Ayasofya’nın ibadete açılması, Süfyan’ın icraatlarının ters yüz olmasına vesiledir” cevabını vermişti.
Aynı hassasiyeti onun vefatından sonra Nur Talebeleri de göstermişler ve 8 Ağustos 1980 cuma günü Ayasofya’nın Abdülmecid Mescidi bölümünün ibadete açılmasını sağlamışlardı.
Bediüzzaman’ın tavsiye ve telkinlerin muhatabı, yalnız Demokratlar değil, bütün devlet ve siyaset adamlarıdır. Yapılan tavsiyelerin ve gösterilen hassasiyetlere riayetin neticesinde, Ayasofya’nın heyet-i umumîsi ile tekrar cami haline getirilip ibadete açılması, elbette takdir ve tebrik edilecek güzel bir icraattır.
Menfî icraatlara teşebbüs etmek gaflettir
Açılışında yaşanan muazzam iştirak ve o günden bu yana hiç eksilmeyen ibadet iştiyakı, ziyaretçi akını, turist ilgisi de bu takdirin ve tebriğin fiilî tezahürüdür. Hal böyleyken, Ayasofya’nın değiştirilemeyen cami sıfatı ve mabed vasfı yalnız İstanbul’da, Türkiye’de ve İslam âleminde değil, neredeyse bütün insanlık nezdinde makes bulmuşken, hangi mülâhaza ile olursa olsun bu tarihî hadiseye gölge düşürecek sözler söylemek, hareketler yapmak, menfî icraatlara teşebbüs etmek tegafüldür.
Ayasofya’yı tekrar camiye tebdil ederek cemaatin Ayasofya’ya, Ayasofya’nın cemaate hasretini bitiren siyasî eşhasın; ehil din adamlarına sormadan, kamuoyu araştırması yapmadan, makul bir sebep açıklamadan böyle bir karar alması ve yangından mal kaçırırcasına hemen uygulamaya başlaması cây-ı hayrettir.
Şayet bu karardan maksat Ayasofya’ya gelir sağlamaksa Fatih’in Ayasofya’ya tahsis ettiği emval ve emlakın geliri Ayasofya’ya yapılacak her türlü masrafa ziyadesiyle yeter. Onlar bulunup tekrar Ayasofya’ya tahsis edilmelidir. Gayrimüslimlerin, yukarıdaki galerileri gezerken aşağıda namaz kılan Müslümanlara tepeden bakmalarına sebep olacak ve mü’minleri üzerken yabancı turistleri sevindirecek böyle bir yola tevessül etmek zülldür.
Dış mihrakların baskısı
Böyle mahiyeti meçhul bir karara cüret edilirken, bizzat icraatı yapan bakan tarafından UNESCO’nun emir mahiyeti taşıyan tavsiyesi üzerine alınıp uyguladığının açıklanması, kararın bazı dış mihrakların baskısıyla alındığı şüphesini artırmakta ve mü’minleri tereddüde düşürüp tedirgin etmektedir.
Âyâ kelimesi, bir mesele hakkında duyulan şüpheyi, tereddüdü, hayreti, taaccübü, endişeyi ifade eden bir edattır. ‘Nasıl olur, siz Ayasofya hakkında böyle bir karar almaya ne hakla cüret edersiniz, Allah’tan korkunuz, kuldan utanmanız yok mu?’ manalarını da muhtevîdir. Bunları bilerek haberi okuyunca insan hayretle, taaccüple şöyle nida etmekten kendini alamıyor.
Âyâ Ayasofya!..