"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hukukta çifte standart, güveni yok ediyor

05 Kasım 2022, Cumartesi 01:23
Prof. Dr. Tanel Demirel: “Türkiye’de hukuk sıradan insanlara uygulanan, güçlülere uygulanmayan, devletin de kendi âli çıkarlarına ters düştüğü zaman kolayca bir kenara itebildiği bir olgu hüviyetinde. Böyle görülüyor. Devletin canı istediğinde hukuku ihlal edebildiğini gören, hukuka yaklaşım konusundaki çifte standardı gören insanlar arasında çok ciddi bir güvensizlik başlıyor. Türkiye’de insanlar birbirlerine güvenmiyorlar. Türkiye’de insanlar devlete de güvenmiyorlar.”

ANKARA - YENİ ASYA

Giriş

Prof. Dr. Tanel Demirel, Ankara Risale-i Nur Enstitüsü’nde “İki ileri bir geri: Türkiye’de demokrasi” konulu bir seminer verdi. Demirel devlet aygıtına dair derinlemesine açıklamalarda bulunurken, liberal demokrasiye dair görüşlerini de aktardı. İçinde yaşadığımız sisteme dair konuşan ve bu konuda sorulara da cevap veren Demirel’in seminerin bazı ana noktaları özetle sunuyoruz...

Hesap sormayı zorlaştıran devlet anlayışı

Şu anda AKP tecrübesinde de buna benzer bir durum var. Neden böyle? Sıkıntı nereden kaynaklanıyor? Ben sadece çok temel hususları belirteceğim. Birincisi şu: Türkiye’de devletin siyasetteki merkezî konumu demokratikleşmeyi zorlaştıran bir faktör. Devletin merkezîliği derken şunu kastediyorum. Devlet öncelikle kaynak dağılımında bir numaralı aktör konumunda. Yani zenginleşmenin aslî kaynağı. İktidara geldiğiniz zaman sizi destekleyenlere çok rahat bir biçimde kaynak aktarabiliyorsunuz. Ve böylece bir şekilde devlete tasarruf etme idealini gerçekleştirebilenler, gitmek istemiyorlar ve gitmemek için sistemin sınırlarını zorlayabiliyorlar. Aynı şekilde muhalefette olanlar da iktidara gelmek için gerektiği zaman her türlü sınırları zorlayabiliyorlar. Ödül o kadar büyük ki, insanlar bu ödülü elde etmek ve elde edince bırakmamak ciddi sınırları zorlama eğilimi içerisine girebiliyorlar. 

Ülkemizde devlet toplumu, milleti ve hatta dini koruyan, mümkün kılan bir mekanizmadır devlet olmazsa toplum, millet din de yaşayamaz. Devletin sadece devlet adamlarının ya da bürokratların bildiği çıkarları vardır; devlet kendi bekası söz konusu olduğu zaman bu tehdidi bertaraf etmek için hiçbir sınır tanımaksızın harekete geçebilir ve geçmelidir gibi görüşler siyasi yelpazenin her kanadında yankı bulabiliyor. Yani “gerektiğinde anayasa ve kanunlar devletin varlığı tehlikeye düştüyse bir kenara bırakılmalıdır, söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” gibi bir anlayış, insan hak ve hürriyetlerini tamamen tanımamanın bir gerekçesi olarak kullanılabiliyor. Tabii devletin varlığının tehlikeye düşüp düşmediğine karar verenler de yine devlet adına güç kullananlar. Kısacası, “Devlet” kavramı etrafında örülmüş bir mistik hâle var. Bu devlet anlayışı hesap sormayı zorlaştırıyor. Çünkü biz devleti bizim için var olan bir mekanizma olarak görmekte zorlanıyoruz. Toplumu mümkün kılan milletle iç içe geçmiş, kamusal çıkarı temsil eden, kutsallık atfedilen bir devlet algısı Türk toplumunda, özellikle dindar, muhafazakâr kesimde de yaygın bir biçimde gözlenebiliyor. 

“Büyük güçler Türkiye’yi yok edecekler” kaygısı

Türkiye jeopolitik konum itibarıyla gerçekten önemli bir yerde dünyada. Ve her zaman gerçekten de dünya siyasetinde hegemonya kurmak isteyen devletlerin Türkiye’ye dair planları ve hesapları olmuş. Bunu inkâr edecek falan değiliz. Fakat sorun şu. Devlet adına hareket edenler, bu planlara karşı şeffaf ve akılcı bir biçimde politika belirlemek yerine jeopolitik konumu işaret ederek “safları sıklaştıralım, devletin dediğinden şaşmayalım” diyerek kendilerini dokunulmaz ve eleştirilmez bir konuma getirmek istiyorlar.  

Cumhuriyetin ilk yıllarında kalan bir bölünme psikozu, “bütün dünyanın gözü Türkiye’de” anlayışı, “bütün herkes, bütün büyük güçler Türkiye’yi yok edecekler” kaygısının sürekli pompalanması söz konusu. Bu hamasi bir milliyetçiliği beraberinde getiriyor. Hamasi milliyetçilik ise, meselelere gerçekçi ve eleştirel bir bakışı çok zorlaştırıyor. Dünyayı okumayı güçleştiriyor. Sorunlara yanlış teşhisler koyunca çözüm de bulunamıyor. Bu noktada yani ulus devletin inşası esnasındaki yapılan tercihlerin sonraki dönemlere de yansıyan önemli sonuçları oluyor.  Örneğin Türkiye’de Kürtlerin varlığına dair inkar politikaları. 

Hukuka yaklaşımdaki çifte standart

Otoriter eğilimleri besleyen bir başka faktör yukarda bahsettiğimiz  “devletin merkeziliği” olgusunun toplumda yarattığı olumsuz etkilerden kaynaklanıyor. Türkiye’de hukuk sıradan insanlara uygulanan, güçlülere uygulanmayan, devletin de kendi âli çıkarlarına ters düştüğü zaman kolayca bir kenara itebildiği bir olgu hüviyetinde. Böyle görülüyor. Devletin canı istediğinde hukuku ihlal edebildiğini gören, hukuka yaklaşım konusundaki çifte standardı gören insanlar arasında çok ciddi bir güvensizlik başlıyor. Türkiye’de insanlar birbirlerine güvenmiyorlar. Türkiye’de insanlar devlete de güvenmiyorlar. 

Farklı grupları birbirine karşı kullanmak iyi bilinen bir siyaset yapma biçimidir. Ve ülkemizin bürokratik yönetim geleneği bu konuda fena değildir. İmparatorluk mirası biraz da budur. Yani toplumda farklılıklar var. Din farklılığı var, mezhep farklılığı var, sınıf, statü farklılıkları var, etnik ve mahalli farklılıklar var. Var olan güvensizliklerini ortak noktaları bir kenara itecek şekilde, kendi çıkarlarınız için demeyelim de kendi yönetme tarzınızı meşrulaştırmak için bir şekilde kullanabiliyorsunuz. 

Türkiye’de iktidarın muhalefetin tamamını şeytanlaştırma gibi bir yola başvurma eğilimi çok yüksektir. Tabii ki muhalefetin içerisinde de demokrasi dışı usulleri kullanan, demokrasi dışı yolları arayan insanlar olabilir. Şiddeti reddetmeyen muhalif unsurlar olabilir. Ama siz onları işaret ederek muhalefetin tamamını şeytanlaştırırsanız bu olmaz. 

Liberal demokratlar...

Bir başka olumsuz faktör olarak Türkiye’de liberal demokrasiyi sadece bir araç olarak görme eğiliminin yüksekliğinden bahsetmek isterim. Bu ülkede tutarlı liberal demokratsayısı fazla değil. Türkiye’deki temel siyasi gruplar liberal demokrasiyi kendi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde değerli bir araç olarak görme eğilimi içindeler. Yani “bizim işimize yaradığı müddetçe biz bunu kullanırız, ama bizim çıkarlarımıza zarar vermeye başladığı anda biz liberal demokrasiden kolayca vazgeçeriz” şeklinde bir anlayış. 

Sağ siyasetin liberal demokrasiye yaklaşımı da sorunsuz değil. Bu geleneğe göre “milli irade seçimlerde ortaya çıkar. Her daim işlemesi gereken denge denetleme mekanizmaları ise milli iradenin elini kolunu bağlayan gizli vesayet mekanizmalarıdır. Biz sadece seçimlerde hesap veririz. Seçimler arasında yaptığımız eylemlerin hesabını biz sadece sandıkta veririz” şeklinde daha böyle çoğunlukçu diyebileceğimiz bir anlayış. 

Maalesef bu ülkede seçimle gelenler de, seçimle gelmeyen iktidar sahipleri kadar olmasalar da, iktidarlarının hukuk normları ile sınırlı olması gerektiği gerçeğini kabul etmekte zorlanıyorlar. Hukuk Devleti ilkesi iktidarı zayıflatan bir ayakbağı, örtük vesayet mekanizmaları gibi görülüyor. Ayrıca yine sağ  siyasette şöyle bir durum da söz konusu. Yani o kutsal devlet algısı, insanların hayatına müdahale eden, insanlara belli bir “iyi” anlayışını, kapsamlı bir “iyi” anlayışını kamu gücü yoluyla dayatan bir devlet algısı Türk sağının bazı kesimlerinde de en az CHP kadar güçlü olabiliyor. Yani sağdaki insanlar tek parti yönetimini eleştirirlerken devletin müdahaleci olmasından, hayatın her alanına girme yetkisini kendinde gören bir devlet anlayışından duyulan bir rahatsızlıktan ziyade devletin yanlış ellerde olmasına itiraz ediyorlar. Evet, böyle müdahaleci bir devlet olsun ama o devlet bizim elimizde olsun. Başkasının elindeyse, CHP’nin elindeyse kötü tabii ve onu eleştirelim ama bizim elimizdeyse o zaman tamam. Yine sağ siyaset geleneğinin toplumumuzun çoğulculuğunu ikinci plana iten homojen, pürüzsüz bir millet tahayyülüne sahip olup, o milleti de sadece ve sadece kendilerini temsil ettiğini iddia etmeleri de bu çizginin farklı olana tahammül etmesini zorlaştırıyor. 

Burjuvazi ve İslamî burjuvazi 

Türkiye’de kökleri Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar giden eski burjuvazi de diyebileceğimiz kesimlerin önemli bir kısmı devlet eliyle zenginleşmiş. Türkiye’nin geleneksel burjuvası, özellikle de gayrimüslimlerden kalan mal ve arazilerin dağıtılması ve kapsamlı bir devlet teşviki ve korumacılığı sayesinde zenginleşmişler. Dolayısıyla devlete itiraz ederken çok zorlanıyorlar.  Devletle kurulan ilişkiler sayesinde zengin olunması olgusu sadece eski burjuvaziye özgü değil. Son 40 yılda ortaya çıkan İslami burjuvazi ve/veya Anadolu kaplanları denilen grup için de aynı şeyler geçerli. Zaten devlet de bu gerçeği sürekli hatırlatıyor muhalefete yönelen kesimlere. Sadece hatırlatmakla kalmıyor, en son Doğan Holding örneğinde gördüğümüz gibi, ders vermek istediği iş adamlarının üzerine tüm gücüyle gidip onları sindirebiliyor. 

DEVAM EDECEK 

Okunma Sayısı: 7447
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı