Ah, Selim Ali ah! Derdim büyük; anlıyor musun beni? Cehalet çıkmazından, fukaralık girdabından, öfkeyle kalkıp zararla oturmanın kusur döngüsünden ne zaman çıkacağız?
Çok siyasî olduk; bu gözlük ile bakar, bu terazi ile tartar olduk. Netice hüsran…Kaybolduk.
Çocukların bile oyuncağı olmak bu. Çakıl taşı dağdan ağır olabilir mi! İnsan insana niye ve ne zaman sağır olur? Siyaset mihenk taşı olduysa daha buralara kim uğrar?
Şeytan sevindirmek diye bir şey ne demek Bilgin Abi? Babamdan duyardım; birilerini ikna için kullanırdı bunu; bu deyim ya da deyişi… Şunu şöyle yapalım da şeytan sevindirmeyelim derdi. Faydasını da gördüğünü görürdüm o ikna turlarında muhatabını. Ne bileyim ta o zamanda; şeytanı sevindirmenin ya da küstürmenin ne olduğunu!
Şiirden, sohbetten uzaklaştık. Elimize ne geçti? Koskocaman bir yalnızlık, kabalık, cimrilik, içe kapanmışlık, kendimize o gerekmediği kadar güven, hırsın o kaba kacağa sığmayışı…
Ülke meseleleri Meclis’te enine boyuna konuşulur; benim bildiğim. Yok; orda da konuşul/a/mıyor.
Dernekler, vakıflar veya nüfuzu ele geçirmiş, kendini yetkili gören birileri (siyasî) beyanat veriyor. Oyunun rengine kadar... Versin/vermesin bir kenara da bu at gözlülükle olmaz. Yanlış doğru aynı kazanda kaynatılmaz ki…
Hele bir kişinin binlerce kişi adına karar vermesi yok mu; tuhaf, düşündürücü ve hak ihlali...
Meşvereti anlarım da... ferdî kararlar ferdi bağlar; seni, beni değil...
Hem senin okuduğun o kitapları, başkaları da okuyor; başka anafikir çıkarıyor.
Sanattan, edebiyattan uzak olunca; anlamsızlıklar ayrık otu gibi etrafı sarıyor.
İçimiz dışımız karardı.
Herkes her şeyi bilir oldu! Çok şey gürültüye, gevezeliğe, görgüsüzlüğe, kalabalığa, kabalığa, sevgisizliğe, üstün körülüğe kurban gidiyor. Nezaketsiz hâller, hâl değil... Ciddiyete, güler yüze, muhabbete ihtiyacımız her gün biraz daha artıyor.
Boyuna şeytan taşlıyoruz. İçimiz içerde paslanıp dururken vitrinler alabildiğine albenili… Ve hep ötekiler suçlu… Gel tarihe gidelim seninle. Tarih ne kadar dünden; bütün zamanlara kalan ayna ise bir o kadar da yarınların fotoğrafı…
Hani taşlanacaktı günahkâr biri…
Yüzlercesinin elinde taş…
Birazdan bir emirle atacaklar.
Bir… ki… üç… dört, beş…
Taşşşş… ateeeş… demedi İsa.
Durdu, döndü yavaş yavaş…
Durun, dedi; herkes düşünsün.
İlk taşı, hiç günah işlemeyen atsın.
Önce yere düştü yüzü herkesin.
Sonra birer ikişer ellerindeki taşlar.
Pat… çat… pat… çat… pat…
Çek perdeleri kapat.
Ya Settar… Ya Gaffar… ya Selâm…
Taş taşıyanlar kaybetti.
Kaybetti putçular, silahlar…
Anladım.
Kelimen yok, kitabın, kalemin de…
Kime atacaksın o taşı?
Aynada gözlerine iyi bak!
O taşı bırak!