Kendimizden çok başkalarıyla yatıp kalkıyoruz.
Şimdi'den çok geçmiş ve gelecekle oyalanıyoruz.
İçimizden çok dışımızla uğraşıyoruz.
Her ân bir ayrılığı yaşadığımızı pek hissetmiyoruz.
Nefeslerimizi duymadan yaşıyoruz nerdeyse.
Uyuyup uyanıp "dünya" soluyoruz.
Mevsimlerin devir teslim törenlerine ya hiç gitmiyoruz ya çok geç kalıyoruz.
Halbuki koca tecrübelerden sonra bu yol, yol değilse bir yeni yol bulabilmeliydik.
“Esbap bilkülliye sükut etti”ğinde ne diyeceğimizi de unutturmuşlardı.
Yine halbuki yolumuzu dağlar kestiğinde dağı delen Ferhat’tık.
Çölleri güle ve aşka boyayan Mecnun’duk.
Bir arayışın simgesiydi dağların delinmesi, çöllerin bahar gibi yürünmesi…
Bir kapı bulma, bir pencere aralama, bir ufuk açma telâşıydı bu fotoğraflar.
İnsan olma yolunda olmanın yolları herkese göre de değişiyordu. Bin kapılı bilmeceyi kendisinin ve hele başkasının çözmesi, çözdükçe çözülesi hâli işte buydu.
İnsanlığını aynalarda pırıl pırıl seyretmek isteyenlerin aynalarını çatır çatır kıranlar da her yerdeydi. İnsî ve cinnî…
Aslında bütün mesele hakikatle yalanın savaşıydı.
“Savaş…” deyince o bildiğimiz -dahası- bilmek istemediğimiz o ölüp öldürme değildi artık.
Ferit Edgü’nün ömrünü özetlediği sözünü duydun mu Selim Ali?
“Düşün içindeki hakikati; hakikatin içindeki düşü aradım.” diyor.
Dünyanın hayalle hakikat arası bir yerde olduğunu gördüm demiş olabilir mi?
Öyle ya ânlık bir dünyanın nesine tutunacaksın? “Hayal mi gerçek mi gördüğüm bu âlem?” mısralarından… “…şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider.” cümlelerine Bilgin Abi’nin yorumları nasıl düşerdi acaba?
Onun hakikat yolcusu olduğunu biliyorduk.
Oyuncaklarla çocuklar oyalanırdı. Oyuncaklarda bile bir gerçeklik payı vardı. Ya büyüklerin oyun/cak/larını kim tamir edecek ya da ellerinden alacaktı?
Ey hakikat! Ne yapmalıyım? Lütfen “o yolu” göster bu yolsuza, çulsuza! Ya sen benim elimden tut ya da neredeysen oraya geleyim ben.
Yalanların muhasarası altındayım. Suret-i haktan görünenlerle iç içe yaşamak nasıl bir şey? Camı elmas, sarı ne varsa altın diye önüme sürüyorlar.
Aman Selim Ali gözün de gönlün de açık olsun. Yoksa bir ânda kendini “asıl”niyetine “sahteliklerin” içine atıverirler.
Hangi sıra gidiyorsun, he; söylesene dünya!
Aklı sıra gidenler var. Bir de kalbi sıra… İkisi aynı sırada olmalı değil mi?
Ya aşkı sıra yürüyenler?
O zaman biraz dünyadan sıyrılalım Selim Ali. Sıra dışı bir sıran olmalı bu dünyada. Bir aşkın… Bildin mi ki her aşk herkesin sıra dışılığını gösterir. Gösterir dediysem lafın gelişi. Aşk görünmez diyoruz da Ferhat ve Mecnun niye dillerde? Neyse, sırada şiir bekliyor bizi.
AŞKI SIRA
Aklı sıra... yaşayanlar vardı;
Bir de aşkı sıra yaşayanlar...
Aşkım sıra gidiyordum;
Gönül yordamıyla yani.
Yani herkes aklına danışıyordu;
Aşkım sıra da neydi bu asırda?
Heyhat!
Dünya bir çöldü halbuki.
Ferhat'ın deleceği dağlar;
Dağ gibi önümüzdeydi hâlâ.
Aklı sıra gidenlerin dünyası mı?
Bakın... dünyanın manşetine!