Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Said Nursî açılımı |
Hükümetin demokratik açılımı gündeme getirirken Yaşar Kemal’den Sezen Aksu ve Ajda Pekkan’a kadar birçok popüler ve medyatik isimle diyalog kurarken, çözüm aranan konularda yüz senedir geçerliliğini koruyan fikirleriyle Said Nursî’den hiç söz edilmemesi, çok önemli ve hayatî bir noksanlıktı. Öyle ki, Bediüzzaman’ın şimdi de taptaze olan isabetli görüşleri vakti zamanında dikkate alınarak gereği yerine getirilmiş olsaydı, bugün yana yakıla çözüm aradığımız kronik sorunlar ortaya çıkmaz, en azından bu boyutlara ulaşmazdı. Hal böyle iken, yıllarca kasıtlı olarak susturulmaya, engellenmeye, bastırılmaya; buna muvaffak olunamayınca iftiralarla çürütülmeye; bu da başarılamayınca gizlenmeye çalışılan Said Nursî gerçeğinin, demokratik açılım gibi son derece önemli bir konuda, hele bu iktidar tarafından ihmali, kolay kolay anlaşılabilecek birşey değildi. Siyasete girmeden önce uluslararası bir Risale-i Nur Kongresine sunduğu tebliğde, “Bediüzzaman’a kulak verilseydi Güneydoğu ve terör sorunu olmazdı” diyen bir ismin yıllarca Millî Eğitim Bakanı olarak görev yaptığı bir iktidarda, bazı okulların internet sitelerinde Said Nursî’nin bir sözüne yer verildiği gerekçesiyle ilgililere soruşturma açılıp ceza verilmesi ayrı bir garabetti. Keza, Yeni Asya’nın Risale-i Nur kaynaklı çekincelerle ortaya koyduğu mesafeli ve eleştirel duruş dışında, birçok Nurcunun desteğini almasına rağmen AKP’nin hele açılım gibi bir konuda dahi Said Nursî’den uzak durması çok tuhaftı. Aynı şekilde, Cumhurbaşkanının, Bitlis gezisinde Norşin adı için ortaya koyduğu isabetli açılımı, üniversite bahsinde, bu projenin asıl mimarı olan Bediüzzaman’dan esirgemiş olması da. Velhasıl AKP, 1991’de işbaşı yapan ve Kültür Bakanlığı kararıyla devlet kütüphanelerini ilk kez Risale-i Nur’a açıp, bunu bilboard afişleri ve gazete ilânlarıyla ilân ederek, külliyatı yıllarca maruz bırakıldığı “yasak kitap” muamelesinden kurtarma noktasında tarihî bir icraata imza atan DYP-SHP koalisyonunun dahi gerisinde kaldı. Said Nursî konusundaki resmî görüşün cenderesine kendisini hapsetmenin getirdiği bu tutukluğun açılım bahsi gündeme geldikten sonra da devamı üzerine, Yeni Asya olarak bu tavrı eleştirdik ve “Bediüzzaman’sız bir açılım”ın başarılı olamayacağını ısrarlı bir şekilde vurguladık. Aradan haftalar, aylar geçti. Ve işin tabiatından kaynaklanan zorlukları aşarak yürütülmesi gereken açılım sürecinin, kamuoyuna sunulduğu şekliyle içerdiği belirsizlikler, yöntem hataları, mâlûm kesimlerde tetiklediği katı direniş gibi bir dizi sebeple tavsamaya başladığı veya o izlenimin doğduğu bir noktada, Erdoğan’ın kongre konuşmasında, Sabahat Akkiraz, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Nazım Hikmet gibi isimlerin ardından ve onlar için söylemeye gerek görmediği “Sevseniz de, sevmeseniz de, fikirlerini beğenseniz de, beğenmeseniz de” kaydını koyarak “Said Nursî’siz Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır” cümlesine yer vermesi, adeta açılıma can verdi. İki saati aşan uzun konuşma, medyada, en çok Said Nursî’nin adının geçtiği bölüm öne çıkarılarak verildi. Yani, Said Nursî’nin adı bile, tavsamaya yüz tutan süreci bir anda hareketlendirdi. Ve konuşmanın, kongre salonundaki binlerce dinleyiciyi en çok ateşleyen, en fazla alkış alan, yorumculara “Salon alkıştan yıkıldı” dedirten cümlesi de Said Nursî adının geçtiği cümleydi. Bu tablo hem devletin kimi kesimlerince hâlâ soğuk bakılan Bediüzzaman’ın, milletin gönlünde nasıl taht kurduğunu; hem de onu dışlayarak kalıcı bir başarıya ulaşılamayacağını gösteriyor. Buradan çıkarılacak ders, sadece adının telâffuzu dahi bu neticeyi veren bir bilgenin fikirlerini pusula yapıp, açılım projesini onların verdiği parametrelere göre tekrar dizayn etmek olmalı. Said Nursî açılımının, “herkese mavi boncuk” eksenli bir seçim manevrası olarak kalmaması, bu yönde gösterilecek samimî gayretlere bağlı... 06.10.2009 E-Posta: [email protected] |