Siyonizm
Kelime kökünü Kudüs’teki yedi tepeden biri olan ‘Siyon’ tepesinden alan Siyonizm, 19. yüzyılın son çeyreğinde bir Rus Yahudisi olan Nathan Birnbaum (1864-1937) tarafından siyasal edebiyata sokulmuştur. Birnbaum’un tarifine göre Siyonizm:
Musevileri Filistin’e yerleştirme amacı güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasal örgüttür. (Filistin Sorunu s: 23)
Siyon kelimesi sadece Filistin’e işaret etse de, Siyonistlerin ana hedefi olan ‘Eretz İsrail/Büyük İsrail’in sınırları açıktır. Herzl’in danışmanlarından olan Max Bodenheimer, Filistin’e gitmek üzere Çanakkale Boğazı’ndan geçerken bu siyonist hedefi şöyle açıklar:
“Bizim düşlerimizin kanatları vardır; sınır tanımazlar. Yahova’nın Eski Ahid’de vaad ettiği Nil’den Fırat’a kadar tüm bölgeler Yahudi kolonizasyonuna açılmalıdır”
(Filistin Sorunu s:37)
Roger Garaudy ise Siyonizm Dosyası adlı kitabında Siyonizmi dinî ve siyasî olarak ikiye ayırır. Ve “Tamamıyla farklı olan bu iki projeyi birbirine karıştırmamak lâzımdır” der.
Siyasî Siyonizm ile Dinî Siyonizm’i birbirinden ayıran şey, Siyon’a dönüş fikri üzerinde farklı eğilimler göstermelerinden dolayıdır. 19. yüzyıl Avrupasının milliyetçilik ve sömürgecilik ruhundan doğan siyasî Siyonizm, ne pahasına olursa olsun tüm dünya Yahudilerinin ‘Ulusal Yahudi Devleti’ çatısı altında toplanması gerektiğine inanır. Ve politikasını da bu minval üzerine yürütür. Dinî Siyonizm'de ise, Siyon’a dönüş vakti henüz gelmemiştir.
Yahudi yasası (Halacha) uzmanı olan Rabbi Joseph, 1989 yılında İsrail’in Bnei Brak bölgesinde düzenlenen siyasî Siyonizm karşıtı toplantıda, Mesih’in gelmesine yakın Yahudilerin oldukça güçlü bir topluluk olacaklarını ve Yahudi olmayanları sürüp, putperest Hırıstiyan kiliselerini yıkmak üzere İsrail topraklarının fethedileceğini, ancak bu Mesih döneminin henüz gelmediğini belirtmiş ve şöyle demiştir:
“Doğrusu Yahudiler bugün Yahudi olmayanlardan daha güçlü olmadığı gibi, onlardan duydukları korku sebebiyle bu kişileri İsrail topraklarından kovacak güçleri de yoktur.... O halde Tanrı’nın emri şu an için geçerli değildir....” (İsrail’de Yahudi Fundamentalizm’i s: 55-56)
Dinî Siyonizm akidesinde, Mehdi’nin ortaya çıkmasıyla bütün ırklar tek bir ırka ‘Yahudi ‘ ırkına bağlanacaklar ve takdis edileceklerdir. Tanrı’nın saltanatının başlamasıyla, İbrahim ve Musa Peygamberlerin hikâyelerinin anlatıldığı Eski Ahid’deki yere, ‘Filistin’e döneceklerdir. (Siyonizm Dosyası s: 14)
Dinî Siyonizm’e göre Tanrı Yahudilerden üç söz almıştır.
1-Yahudiler, Yahudi olmayan kişilere karşı isyan etmemeli.
2-Mesih gelmeden Filistin’e toplu göç edilmemeli.
3-Mesih’in zamanından önce gelmesi için duâ edilmemeli.
Bu inanca göre, sürgündeki Yahudi varlığı, İsrailoğullarının işlemiş oldukları günahlara karşı kefaret olmak üzere Tanrı tarafından verilen bir cezadır. Ve yerine getirilmesi gereken dinî bir vecibedir. Dolayısıyla da Filistin’e yapılacak olan toplu Yahudi göçünden Tanrı hoşnut olmayacaktır. (İsrail’de Yahudi Fundamentelizmi s: 53-55-56)
Yine bu inanca göre, toplu göç şöyle dursun; Tanrı’ya verilen söz gereğince, Yahudiler sürgünde bulundukları müddet içinde tüm imkânlarını kendilerini kabul eden ülkenin kalkınması için seferber etmelidirler ve orada uyumlu yaşamalıdırlar.
Neo-Orthodoxy (Yeni Ortodoksluk) mezhebinin kurucusu olan Rahip Rapheal Hirsch (1808-1888), “İsrailoğullarını birleştiren şey toprak değil, Tevrat’tır. Yahudiler kendilerini Tevrat’ın rehber olarak alınıp ilâhi vahyin tatbik edildiği bir toprak parçası üzerinde birleştirmesi için hergün duâ etseler de, Mesih gelinceye kadar bu umudun gerçekleşmesi için herhangi bir beşeri adım atmamalıdırlar.”der. (Judaism, Nationalism and Land of Israel s: 86-87)
Kabbalacı Hahamlar ve Siyonizm
Yüzyıllardır Musevilik akidesi içinde varlığını koruyan “Hac ziyareti dışında Mesih gelmeden Siyon’a toplu hâlde göç edilmemeli” öğretisi, 12. yüzyılda Güney Fransa‘da ortaya çıkan ve 13. yüzyılda ise İspanya’da doruk noktasına ulaşan Yahudi mistizmi ‘Kabbala’ yı takip eden hahamlar tarafından yok sayılmıştır. Mesih’in gelişinin insan eliyle hızlandırılabileceğine inanan Kabbalacılar, başta meşhur Haham Avraham Yizhak Hacohen Kook olmak üzere bu yönde propagandalar yapmışlardır. Böylece, Yahudilik kavramı ilâhi bir tasarı olmaktan çıkarılmış ve beşer eliyle halledilmesi gereken bir mesele haline getirilmiştir.
(Siyonizm Felsefesi s:81 / Original Sins s:138)
16. yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Orta Avrupa Yahudileri arasında kabul görmeye başlayan Kabbalacı fikirler sayesinde birçok Ortodoks Yahudi bir nevi sahte Mesih cereyanı olan siyasî Siyonizmi kabul etmişlerdir. Bulgaristan ve Rusya Siyonu Sevenler Derneği (Chovevei Ziyon) mensupları daha da ileri giderek Thedore Herzl’i peygamber olarak görmüş, ona ‘New Moses/ Yeni Musa’ demişlerdir. Museviliğin gerektirdiği ibadetlerden yoksun sekülarist bir insanı, Yahudi milletini kurtuluşa erdirecek olan ‘Mesih’ olarak görmüş onu omuzlarda taşıyıp ellerini öpmüşlerdir. (A History of Israel s: 43)
İsrailli yazar ve insan hakları savunucusu Israel Shahak, Doğu ve Orta Avrupa Yahudilerini böyle davranmaya iten Mesih anlayışının özünü şu cümlelerle açıklar:
“Kabbala (Cabbala) adı verilen Yahudi Mistizm’i birkaç ayrıntı dışında hiçbir değişiklik göstermeden Yahudi inancı haline dönüşmüştür. 1550-1750 yılları arasında Doğu Avrupa Yahudilerinin büyük bir bölümü, Kabbala’yı ve onun inanç manzumesini kabul etmiştir.
Kutsal Kitap’ta bir tek Mesih beklendiği halde, Yahudi mistikleri iki Mesih beklerler.
Kabbala’ya göre, iki Mesih’in karakteri birbirinden farklı olacaktır. Yusuf’un oğlu (Son of Joseph) olarak adlandırılan Birinci Mesih, kurtuluş için ön şart olan materyalleri hazırlayacak. Buna karşın, Davud’un oğlu (Son of David) adlı İkinci Mesih, göz alıcı mucizeleriyle dünyayı kurtaracak olan daha ruhanî bir lider olacaktır. (İsrail’de Yahudi Fundamentalizmi s: 30, 124-125)
Herzl’i kurtuluşun ön şartlarını hazırlayacak olan Militarist Mesih olarak gören Kabbalacılar, sahte Mesih hareketi olan siyasî Siyonizmi kutsamışlardır. Buna bağlı olarak da siyaset sahnesinde meydana gelen herbir olayı bu anlayışa göre yorumlamışlardır. Bunların başında Haham Judah Alkalai (1789-1878) ve Zevi Hirsch Kalischer (1795-1874) gelir.
Bu hahamlar, 1840’da Şam’da meydana gelen Yahudi katliamını* dinî açıdan yorumlamışlardır. Bunlara göre, Yahudilerin işlemiş oldukları günahlara karşı ödemek zorunda oldukları kefaret süresini bitirmek ve “Tanrı adına Siyon’u ele geçirme” sürecini başlatmak gerekmektedir. (Filistin Sorunu s: 2 4 -25)
Sırbistan Hahamı olan Judah Alkalai, 1845’de yayınladığı ‘Minnat Yehuda’ adlı kitabında, kurtarıcı Mesih’in Yuşa ( Joshua) zamanındaki gibi aniden ortaya çıkıp Yahudileri toplu hâlde mukaddes topraklara götürmesinin beklenemeyeceğini söyler.
Alkalai’ye göre, İsrailoğullarının günahları sebebiyle bu seferki kurtuluş başka yapıda olacaktır. Ancak bu kurtuluşun gerçekleşmesi için bir takım beşeri adımların atılması gerekmektedir.
İsrail (Filistin) toprakları alabildiğine geniş olup aynı zamanda da boştur. (!)
Zirai olarak işlenmediğinden, yerleşimciler için uygun bir barınak oluşturmamaktadır. Hicret etmeden önce bu topraklar ıslah edilmeli, ekilip biçilmelidir. Su kuyuları kazılmalı, yerleşimciler için evler inşâ edilmelidir. Bir kısım Yahudiler buraya göç ettiğinde diasporada kalanlar onları maddî olarak desteklemelidirler. Bundan başka, dünyanın çeşitli yerlerinden gelecek olan Yahudilerin kültürleri, kostümleri, dilleri farklı olacağından ortak dil olan İbranice canlandırılmalıdır. Hatta eğitimin esasını oluşturmalıdır. Aksi halde hicret girişimi başarısızlıkla sonuçlanacaktır. (Judaism,Nationalism and Land of Israel s: 87-88)
Büyük yalan
Hicretin nasıl olacağının planlarını yapan Alkali, Filistin topraklarının bir çöl olduğu iddiasını gütmekle kocaman bir yalan söylemekteydi. Zira, o sıralar Osmanlıya bağlı olan Filistin’de iktisadî bakımdan büyük bir canlanma vardı. Isssız olmayıp, üzerinde yüzbinlerce Arab’ın yaşadığı bu topraklar, ihtiyaç fazlası buğday ve narenciye ürünlerini Avrupa’ya ihraç ediyordu. Osmanlı Tarihi Uzmanı Dr. Adil Menna, bu iktisadî canlanmayı, asayişin sağlanmasına, titizlikle takip edilen toprak reformlarına ve de devletin çorak arazileri ıslah etmeleri için şahıs üzerine arazi tescil etme politikalarına bağlar.
Menna, 1850-1880 yılları arasında narenciye ağacı dikiminde büyük artış olduğunu, sadece Yafa çevresinde, içinde 800 bin portakal ağacının dikili olduğu 500 bahçe bulunduğunu söyler. Ayrıca Yafa portakalının Kırım savaşı sonrasında Paris, Londra, Odessa, Viyana ve Almanya pazarlarında satıldığını, büyük kazanç getirmesi üzerine, Yafa şehri etrafında 3000 feddanlık (1 feddan= 4200 metrekare) bir arazi üzerine portakal ağacı dikildiğini belirtiyor. Filistin topraklarında sadece portakal değil, susam, buğday, mısır, arpa, pamuk, zeytin ekiliyordu. Bundan başka zeytinyağı ve sabun üretimi de yapılıyordu. Yafa, Hayfa ve Akka limanlarından kalkan gemiler bu ürünleri Avrupa pazarlarına taşıyorlardı.
Filistin’de sadece Yafa değildi toprağı verimli olan bölge. 19. yüzyılın son yarısında Gazze’de Bi’r es-Seb’a ya kadar uzanan bölgede 150-200 fidanlık bir arazide buğday ve arpa ekilmekteydi. Hıristiyan Sursuk ailesinin Siyonist Kolonizatörlere sattığı Merci ibn Amır, Ğoor Bisan mıntıkasındaki araziler de son derece verimliydiler.
(Tarihu Filistin fi Avahir’l Ahdi’l Osmaniyye s:195)
|