Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Latife

Hayat tarzımız tehlikede diye bağırıyor birileri, hayat tarzımız büyük tehdit altında. Doğrudur. Yerden göğe kadar haklılar. Tarzları tehlikede. Hem de fena halde tehlikede. Çünkü bu tarzın kafasına silah dayanmış, tetik düştü düşecek. Böyle giderse, silah patlayıverecek. Bu ‘hayat tarzından’ geriye kalanları duvardan kazımak gerekecek.

Buraya kadar haklılar. Ama bir de kör nokta var bütün bu hezeyanın içinde. Tek ve küçük bir nokta. Basit ama büyük bir gerçek. Hem teşhisi hem tedaviyi baştan sona değiştirecek bir gerçek. Kafalarına dayanan silah, kendi ellerinde duruyor. Silahın tetiğini kendi parmakları kasıyor. Bu tablonun hüznü ünlü bir şiirde gizli.

‘Yara da benim. Bıçak da.

Cellat da benim. Kurban da.’

Laik kesim büyük bir kriz yaşıyor. Tarzına hayat katmadığı, katamadığı için büyük bir çözülmenin eşiğinde. Lime lime dökülüyor. Üç-beş kişinin sözleri ve imparatorun bütün askerleri hayata bir-iki tosladığında paramparça olan bu tarzın parçalarını bir araya getiremiyor. İntihar hezeyanı katliam hezeyanına dönüşüyor. Kendi kafasına sıkmadan evvel kurşunu, sekiz çizerek namluyla, şarjörü önce etrafa boşaltıyor. Artık kendini gizleme lüksü de yok. Gelecek korkusundan, yüzünü geçmişe dönmüş. Hayatsız bir tarz uğruna ölümden medet ummuş. Yalnızca savaşta varolabiliyor. Soğuk ya da sıcak savaşta.

Bunlar hiç bitmeyen bir savaşın zengini. O savaşın eliti, o savaşın tüccarı, o savaşın gazetecisi, o savaşın siyasetçisi. Savaştan yavaş yavaş yan çizen bir medeniyette kendilerini çok ama çok yalnız hissediyorlar. Bunların medeniyeti, olağanüstü haller medeniyeti. Bırakın demokrasiyi, aslında normalleşmekten korkuyorlar. Çünkü onların zihninde normal, anormalin ilk adımıdır. Ki totolojik olarak bu doğrudur. Normali reddeden ebediyen anormalden de kurtulmuş olur.

Ve çok tehlikeli bir hamle yapıyorlar. Şöyle düşünmek istiyorlar. Bizim bir hayat tarzımız vardı, onu birileri elimizden aldı. Kendileriyle hiçbir hesapları yok. Çünkü ruhu daracık saran tarzlarında kendileriyle hesaplaşmaya yer yok, yen yok.

‘Müslümanlar’ olmasaydı sanki her şey güllük gülistanlık olacaktı. Hayat tarzları sanki binlerce yıl hiç değişmeden var olacaktı. Bir fırsat var ellerinde, sonuna kadar kullanıyorlar. Bütün bunalımlarını, hezeyanlarını, korkularını, çöküşlerini karşılarına aldıkları bir insan kitlesi üzerinden yaşıyorlar, yaşatıyorlar.

Laik kesim aslında kendi çöküşünü yaşıyor. Kendi tarzının hayatsız boşluğuna düşüyor. Ve bu çöküşü de gücü yettiğince bütün bir memlekete yaşatıyor. Güçleri de çok şeye yetiyor. Güçlerinin nelere yetebildiğini görünce bırakın memleketi, bütün dünya şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyor.

Kendi kültürlerinin donukluğunu, hareketsizliğini, karşı tarafın, yani düşmanın değişmezliği üzerinden izah ediyorlar. Halbuki düşman denenler zaman içinde değişiyor. Ama onlar bu değişimi reddediyorlar, adına takiye diyorlar.

Hayat tarzı, kendini tekrar üretebiliyorsa hayat tarzıdır. Hayat tarzı, kendine hareket alanı yaratıyorsa hayat tarzıdır. Hayat tarzı, bir ip üzerinde yürümüyor, altında ve üstünde basılacak, soluk alınacak bir zemin yaratıyorsa hayat tarzıdır. Hayat tarzı, çocuklarına birtakım değişmez farzlar değil, gerçekten farklı tarzlar önerebiliyorsa, geleceği karşılayabiliyorsa, hayat tarzıdır.

Laik kültür artık tahammül edemediği mahsuller vermeye başladı. Tıpkı ben ve benim gibiler gibi. Kendi mahsulüne tahammül edemeyen bir hayat tarzı, daralır ve yok olur.

Ve derken televizyonu açıyorsunuz. Türbanlı bir genç kız konuşuyor. Karşısında ‘hayat tarzımızı’ temsilen bir ‘Laik Latife’. Türban sizi irkiltiyorsa anlarım. Laik kesimin çocuklarıyız. Ne dersek diyelim, annemizde görmediysek, az ya da çok irkiltir. İrkiltiyorsa, gözlerinizi kapatın ve konuşmayı bir radyodan dinler gibi dinleyin.

‘Müslüman’ kızımız anneannesinden fersah fersah ileride. Çok iyi ve akıcı konuşuyor. Kelime haznesi geniş. Öz Türkçeyi biliyor. Üstüne eski dilin nüansları da onun emrinde. Hatta çoğu zaman İngilizce’ye bile hâkim. Kendine güveni tam, ama küstah değil. Samimi, ama yavşak değil. Kararlı, ama tehditkâr değil. Bu arada ‘Laik Latife’yi dinlerken yüzünüz kızarıyor. Bir başkası adına hicap duymak denen o tarifsiz iç burkulmasına gark oluyorsunuz. Evin sahibi olmanın verdiği küstahlık dışında kızımızın kendisi gerçekten bir latife. Keşke anneannesi konuşsaydı bu hanım kızımızın yerine diyorsunuz.

Ve sonra düşünüyorsunuz, ‘objektif’ olarak, hangisini işe alırdınız bu iki kızımızdan? Hiç kuşkusuz türbanlı olanı.

Laik kesim, belli olmaz, her ‘düşmanını’ alt edebilir. Fakat bir latifeyi gerçek sanmaya daha ne kadar devam edebilir?

İşte tam bu noktada mesele çok ama çok ciddileşiyor.

Güldal Mumcu, 301 teklifini imzalamıyor.

Latife değil. Çok acı, ama çok gerçek.

Radikal, 16.4.2008

H. Gökhan Özgün

17.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Darbecilere hukuk, sivil yargı dokunabilecek mi?

  Ne fark eder?

  Kanadoğlu Ergenekon’un neresinde?

  Latife

  Sorular

  “Atatürkçü AKP”


 Son Dakika Haberleri