Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Nimetullah AKAY

Cennetin kapısının açılışı



Kâinat mükemmel bir saray. Bin bir san'at eserleriyle teçhiz edilmiş muhteşem bir saray... Bu kâinat Sarayının Sahibinin kudretine hiç sınır olmaması gerekir elbette. Zira yeryüzünün en akıllı varlıkları olan insanlar bile bu kâinat sırlarına tam vâkıf olamıyorlar. Halbuki her şey insanlar için halk edilmiştir. İnsanlar da kâinatın yüce Hâlıkına tam bir ubudiyet için varlıkların en şereflisi payesiyle dünyaya gönderilmişlerdir.

Feleklerin Rabbi en mükemmel san'at eserlerini yaratmış ve bu san'at eserlerini görüp, kullukta kusur etmeyecek olan insanları yeryüzüne halife olarak göndermiştir. Varlık âleminin Hâlıkının Uluhiyet ve Rububiyet sıfatları, bu mükemmel san'at eserlerini görüp temâşâ edecek şuurlu mahlûkların varlığını gerektirmektedir.

Şuurlu varlıklar olmasaydı bu sayısız san'at eserlerinin yaratılması için belki bir sebep olmayacaktı. Bunun için insanlara şuur verildi ve onlar imtihana tâbî tutuldular. Böylece imtihanı kazananlar bütün varlıkların en yüce mertebesine çıkacaklardı. Bunun için bir örneğe ihtiyaç vardı, tâ ki şuurlu insanlar kendilerine farklı bir şekilde verilen duyguları yaratılışın maksadına uygun bir şekilde kullansınlar.

İlk insanlardan başlamak üzere Rabb-i Rahîm örnek insanlar gönderdi. İlk insan aynı zamanda ilk örnekti. Zaman geçtikçe her asrın ihtiyacına göre örnek insanlar, insanlara doğru yolu göstermek için gönderildiler. Bir taraftan Allah'ın, insanları doğruya çağıran elçileri, diğer taraftan da insanları Rablerine karşı isyana teşvik eden habis ruhlar, karanlık güçler... Dünya hep bu iki grup insanların mücadelesine sahne oldu.

Neticede insanların kimisi aziz, kimisi de rezil bir şekilde terk-i dünya ettiler. Dünyayı terk edenler elbette yok olmayacaklardı. Bütün insanlar dünyada ektiklerini biçeceklerdi yeni hayatlarında. Bugün de, biz şu anda yaşayanlar, bu dünya memleketinde nöbeti devralmış durumdayız. Askerliğimiz devam etmektedir. Terhis olduğumuz zaman bizler de bu dünyada ektiklerimizi biçmek için büyük mahkemeyi berzah âleminde bekleyeceğiz.

Dünya insan denilen varlıkların iskânına açılalı beri hiçbir döneminde günümüz kadar bozgunculuk yaşamamıştı herhalde. Zira bizler Ahirzaman Peygamberinin (asm), fitnesine dikkat çektiği bir zamanda yaşamaktayız. Bunun için fitnenin şiddeti ölçüsünde zamanımızın uyarıcıları her zamankinden daha etkili olmuşlardır. Bunların başında şüphesiz Kâinat Sahibinin kendisine "Habibim" dediği Muhammed Mustafa (asm) gelmektedir.

Rabbim, kâmil insan Muhammed'i (asm) gelmiş geçmiş bütün insanlardan daha mükemmel terbiye etmiş ve onu insanların en mükemmeli, nebîlerin de sultanı yapmıştır. Çünkü onun zamanında insanların imtihanı daha çetin olacaktı. Çünkü onun zamanında dünya her zamankinden daha fazla insanları kendine bağlayacaktı.

O Nebîyyi Zîşan sadece bir zamanın ve bir mekânın değil, o artık bütün zamanların ve bütün mekânların Peygamberi olacaktı. Hatta insanlardan başka cinler de onun dâvetine icabet etmek zorunda kalacaklardı. O en son ve en mükemmel ve en büyük Peygamber olacaktı. O Allah'ın yeryüzünde görmek istediği insan modeli olacaktı. Onun manevî şahsiyetinin yeryüzüne hakimiyeti için felekler meydana getirilecekti.

O Resûl-i Zîşan kendini tarif ederken aslında "Hakikat-ı Muhammedi"yi anlatmak istemiştir. Bakınız o "Ben Cennet kapısına gelir, açılmasını isterim. Cennet bekçisi Hâzin 'Sen kimsin?' der. Ben, 'Muhammed'im' derim. O şöyle der: 'Senden önce hiç kimseye kapıyı açmamakla emrolundum'" şeklindeki mübarek ifadeleriyle Allah'ın nezdindeki makamını bizlere hatırlatıyor. Elbette herkesten önce onun Cennete girmeye hakkı vardır. Çünkü o, peygamberler de dahil olmak üzere bütün insanlardan daha fazla Rabbinin rızasına nail olmuştur. Onun, Rabbi yanında mazhar olduğu makama hiç kimse çıkamamıştır.

İşte böyle yüce bir Peygamberin ümmeti olmakla şereflenen bizler ne kadar şanslıyız değil mi? Bu şansımızı iyi kullanmazsak yazık olacak bizlere. O, kâinatta bir mânevî güneş gibi parlıyor ve bizlere ebedî saadetin yolunu gösteriyor, anahtarını veriyor. Sahi Sünnet-i Seniyyeye riâyet ederek rıza-i İlâhiyeye nail olmak için daha neyi bekliyoruz?

29.01.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (28.01.2008) - Niyetin gücü

  (22.01.2008) - Yepyeni hayatlar

  (21.01.2008) - Yaratılış aydınlığı

  (15.01.2008) - İman, Rabbimizin ikramıdır

  (14.01.2008) - Duygularımın düşmanları

  (08.01.2008) - Kendimizle yüzleşmek

  (07.01.2008) - Ömürler heba edilmemeli

  (01.01.2008) - Üç çeşit zulüm

  (31.12.2007) - Dünyada da huzur bulabilmek

  (25.12.2007) - Mühür denilince

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri