Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

DYP radikalleşirken AK Parti ve MHP grileşiyor mu?

Bu dönem yapılan kongrelerde yönetime seçilecek kişiler, Kasım 2007 seçimlerinde adayları belirleyecek kadro olacak..

Özellikle AK Parti ve MHP için bu kongre bu açıdan çok büyük önem taşıyor..

MHP de derin bir hesaplaşma sözkonusu. AK Parti’de ise, Erdoğan “sessuzluk” istiyor.. Göreceksiniz bütün tartışmalı isimleri geri çekecek.. Kürtleri de.. Beyaz da değil, gri isimleri öne çıkartacak..

Tek kriter “Sadakat”. Erdoğan’a göre parti son derece önemli bir geçiş döneminde bulunuyor..

Partide hizipçilik, parti içi muhalefet yapma hevesindeki isimler izole edilecek.. Deniyor ki, parti yönetiminde kendi içinde grublaşmaları önlemek için atomize olacak şekilde tekil kişiler öne çıkartılacak..

Dikensiz gül bahçesi hayalleri her zaman güzeldir ama hiç de gerçekçi bir beklenti değil sonuçta. Aksine bu beklentilere dönük tedbirler bu işi ajite etmekten başka bir işe yaramaz çoğu zaman..

Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşama, birlikte karar alma, yönetişim denilen şey konusunda pek becerikli değiliz.. O kutsal, la yüs’el “karizmatik lider” “teb’a ve reaya” kültüründen kurtulamadık gitti.. AK Parti bu anlayışa tepkinin adı idi bir bakıma, ama zamanla o da aynı zemine kaydı.. Kongre sürecinde yaşananlar da bunu gösteriyor..

Listeye girecek isimler şimdilik belli değil. Her şey Erdoğan’ın kafasında gizli.. Kimse “ben aday olmak istiyorum” demiyor çünkü o zaman ilk tasfiye olacakların başında kendi isminin geleceğini biliyor.. AK Parti’de de “görev istenmez verilir” anlayışı hakim..

Erdoğan’ın kongrede de ılımlı mesajlar vermesi, kimseyi hedef seçmemesi bekleniyor.. Yani dışarıdan kimse ile inatlaşmayacak. Ne CHP ile, ne ABD, ne AB, ne de kendi geleneksel tabanı ile.. Askerlerle de tartışma istemiyor.. Örgüte ise “sabırlı ol” ve “bekle gör” mesajı veriliyor.. Şimdilik her şey 11 Kasım’a endekslenmiş gibi.. Bugünkü 29 Ekim törenleri, MGK, 4 Kasım, 10 Kasım, bunlar kritik günler..

Erdoğan için bir diğer can sıkıcı gelişme açıklanacak olan AB raporu.. Kerkük ve Kıbrıs’taki gelişmeler. Lübnan’da suların yeniden ısınmaya başlaması.. PKK ile ilgili muhtemel, sürpriz gelişmeler, irtica ve terör tartışmaları.. Papa’nın gelişi de ayrı bir tartışma konusu. Erdoğan, Papa geldiğinde Ürdün’de olacakmış.. O bu tartışmanın dışında kalsa da tartışma burada devam edeceğe benziyor.. Eve misafir gelirken ev sahibinin misafirliğe gitmesi de ilginç bir durum..

Erdoğan’ı en çok düşündüren 3 Kasım’dan bu yana partideki % 8’lik erime.. CHP’de de bir artış yok, aksine o da %8 erimiş ve baraj altına düşmüş durumda.. DYP 9, MHP %7 ile baraja en yakın iki parti.. DSP, SP, BBP oylarında küçük artışlar sözkonusu.. Ciddi bir Kararsız kitlesi var.. Onlar suların durulmasını bekliyor..

Birilerinin Erdoğan’a böyle bir zamanda “bi taraf” olanların “bertaraf” olabileceğini hatırlatması gerekir.. Kararlılık gösterenlerin belli bir riski alacakları doğru, ama risk almadan başarı beklemek de hayal..

Hem zaten birileri bir şey yapacaksa, bir şey olması gerekmiyor. O şartları oluşturuyor.. Asıl o oyuna karşı hazırlıklı olmak, tedbir almak gerekiyor..

Biyonik robotlardan oluşan, emir komuta zinciri içinde hareket eden bir yönetim kadrosu, partinin tükenmesine de sebeb olabilir. Öz güven eksikliği, grub, örgüt ve tabanla, toplumla diyaloğun kopmasına sebeb olabilir.. Önce salimen kongreye ulaşmak, ardından parti yönetiminin salimen oluşturulması, onun ardından grubun yeniden yapılandırılması ve derken herhalde sıra, uzun zamandır konuşulan ve bir türlü gerçekleşmeyen kabine revizyonuna gelecek.. Tam da bütçe müzakereleri başlarken aslında zorlu bir süreç bu..

AK Parti merkez parti olma iddiasında. Bu noktada sağı, solu, liberali kendi renkleri ile değil de, renkleri solmuş şekilde grileşerek üst üste yığılacak olursa bana kalırsa cazibesini, canlılığını yitirir.. Eğer herkes kendi renginde kalacaksa o zaman da belli oranda bir iç rekabeti kabul etmek gerek.. Ya da parti bunları meczedip kendine has yeni bir renk icad edecekse o takdirde tekilleşir. O hercai renk cümbüşü kaybolur.. Çoğulken tekilleşmek intihardır.. Oysa tekilden çoğullaşmak mümkün olabilir, bu da kolay olmasa da... Özellikle “tek lider” ve “tek fikir” “ulu önder” anlayışı ile çoğul bir yapı tabii ki mümkün değil.

Grileşmek, solmak demektir.. Soldurursanız daha kolay yönetirsiniz, ama canlılığınızı kaybedersiniz..

Bir de ulu çınarların gölgesinde ot bitmezmiş.. Çok parlak fikirler, ya da hamasi, yüksek, ulvi siyasi hedefler, küçük fikirler, küçük hedeflere hayat hakkı tanımıyor.. Oysa siyasetin objektifi tekil değildir.. Uzağı da göreceksin, yakını da, zoomlayacaksın da, fixnet de bakacaksın.. Uzaklara bakarken önündeki çukura düşersen, o uzak hedefler ham bir hayal olarak kalır..

Bazı fikirler kulağa hoş gelse de, uygulamaları gerçek bir felakete dönüşebilir.. Evdeki hesaplar her zaman çarşıya uymayabilir.. Bütün ipleri elinde tutmak isteyenler, genellikle Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olurlar.

Siyaset zor zanaattir. Hele de hem her şeyi isteyip, hem de hiçbir bedel ödemek istemeyen toplumlarda, her şeye müdahil olmak isteyen liderlerin varolduğu, toplumun dini, etnik, ideolojik ve politik farklılıklarına paralel aynı özelliklere sahip, aynı işe talip birden fazla hareketin olduğu toplumlarda, bu iş daha da zordur.. Tek parti, tek lider, takriri sûkun, açık oy gizli tasnif, İstiklal Mahkemeleri, ebedi şeflik müessesesi boşuna mı çıktı.. Bu ülkede niye bu kadar çok darbe oluyor ve militarizm niye bu kadar güçlü? Vardır elbette bir sebebi, düşünmek gerek. Baksanıza siyasi liderler bile komutan edasında.. Karargahlarda karar alıyorlar ve emir komuta zinciri ile hareket ediyorlar..

Vakit, 29.10.2006

Abdurrahman DİLİPAK

30.10.2006


 

Cumhuriyetin 83. yılında neredeyiz?

TİSK’in “Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde AB ülkeleri ve diğer aday ülkeler karşısında Türkiye’nin durumu” başlıklı derlemesinde yer alan bazı karşılaştırmalı verileri dikkatinize sunmak istiyorum.

Satınalma Gücü Paritesi ile yapılan hesaplamaya göre, 2005 yılında kişi başına GSYİH İrlanda’da 40,610 dolar, Almanya’da 30.579 dolar, Fransa’da 29,316 dolar, İspanya’da 26,320 dolar, Yunanistan’da 22.392 dolar, Kıbrıs Rum Kesimi’nde 21,232 dolar, Macaristan’da 17.405 dolar, Hırvatistan’da 12,158 dolar, Bulgaristan’da 9,223 dolar, Romanya’da 8.785 dolar, TÜRKİYE’de ise 7,950 dolar.

Kişi başına yurtiçi yatırım 2004 yılında İrlanda’da 11,299 dolar, Fransa’da 6,476 dolar, İspanya’da 6,091 dolar, Almanya’da 5,689 dolar, Yunanistan’da 4,691 dolar, Macaristan’da 2,297 dolar, Romanya’da 753 dolar, TÜRKİYE’de ise 648 dolar.

(...)

İnternet ve bilgisayar

İnternet bağlantısı olan okul oranı (2004) Danimarka’da % 100, Slovenya, İsveç, İrlanda, İngiltere, Finlandiya, Almanya’da % 99, Fransa’da % 97, Macaristan’da % 85, Bulgaristan’da % 60, Romanya’da % 57, TÜRKİYE’de ise % 40.

Her 1000 kişiye düşen bilgisayar sayısı (2004) Estonya’da 921, İsveç’te 763, Almanya’da 561, İrlanda’da 494, Fransa’da 487, Macaristan’da 146, Romanya’da 113, Bulgaristan’da 59, TÜRKİYE’de ise 52.

Hane halkının evde internete erişim oranı (2004) Danimarka’da % 69, Almanya’da % 60, İrlanda’da % 40, Yunanistan’da % 17, TÜRKİYE’ye de ise % 7.

İleri teknolojili ürün ihracatının toplam sanayi ihracatındaki payı (2004) İrlanda’da % 34, Macaristan’da % 29, Fransa’da % 19, Almanya’da % 16, Yunanistan’da % 11, Bulgaristan’da % 4, Romanya’da % 3, TÜRKİYE’de ise % 2.

Bu verilere bakarak, Türkiye’nin her alanda Avrupa ve dünya ile boy ölçüşebilecek bir düzeyde bulunduğunu iddia edebilir miyiz?

Yorumu size bırakıyorum.

Milliyet, 29.10.2006

Osman ULAGAY

30.10.2006


 

Cumhuriyet ve dünyası

Cumhuriyet’in 83. yılında Türkiye’nin önünde zorlu sorunlar var. Bunların bir kısmı Cuımhuriyet’in ne baskıcı, ne de demokratik yöntemlerle çözmeyi başarabildiği hayli köklü dertler. Bir kısmı ise hızla kabuk değiştiren bir dünyanın dayattığı yeni koşullardan ve akıl almaz bir sakarlıkla dünyayı şekillendirmeye çalışan ABD’nin politikalarından kaynaklanıyor.

İçerideki siyasi sıkıntıların en çarpıcılarının ikisi aslında aynı sorunun parçası. Gerek laiklikle ilgili tartışmalar, gerekse Kürt sorunu bağlamında ortaya çıkan terör dışı sorunlar Cumhuriyet’in devlet anlayışı ve vatandaşlık tanımıyla bağlantılı. En çarpıcı ve felaket örnekleri 12 Eylül diktası döneminde sergilendiği şekliyle devletin dini kendi siyasi amaçlarına göre kullanmasının adı laiklik değildir.

Buna karşılık siyasi gücü veya devlet erkini ele geçirenlerin kendilerinde inanç ve ideolojik tercihlerini başkalarına dayatma hakkını görmelerinin adı da demokrasi olamaz. 21. yüzyılda Türkiye, Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle demokratik rejim arasındaki gerilimi

ortadan kaldıracak mutabakatı üretmek zorundadır. Buna bağlı olarak da devletin çağa uygun bir zihniyete ve etkinliğe kavuşması gerekecektir.

Devletin vatandaşa hizmete göre yeniden örgütlenmesi burada bir önkoşul. Böylesi bir anlayış değişikliği, vatandaşlık tanımının yeniden yapılmasını da beraberinde getirmelidir. Bu değişikliklerin uygulamaya yansıması için zihniyetlerin dönüşmesi, gücün toplum ve devlet arasında yeniden paylaşımı ve hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi gerekir.

Dış politika konularında da Cumhuriyet en yaman dönemeçlerden birine gelmiş sayılır. ABD’nin Irak Savaşı, Türkiye’nin alışageldiği Ortadoğu düzenini dağıttı. İster ABD’nin bu savaşı Kürt devleti kurdurmak için yaptığına, ister başarısızlığın bugünkü durumu yarattığına inanın sonuç değişmiyor. Kuzey Irak’ta geniş anlamda özerk hatta bağımsız bir Kürt devleti kurulması olasılığına uygun olarak da Türkiye’nin önünde herhalde iki seçenek vardır.

Önümüzde iki seçenek

Birincisi, İran ve Suriye ile birlikte bu yeni oluşumu boğmaktır . Diğeri ise Irak Kürtleriyle farklı bir siyasi ilişki geliştirmektir. Hiç kuşkusuz bu tercihler Türkiye’nin kendi içindeki Kürt meselesinin ve hatta terör sorununun evrimi üzerinde de hayli etkili olacaktır.

Amerikan savaşı Ortadoğu’daki düzeni üç farklı açıdan daha bozdu. İran’ın dengelenmesini çok zorlaştırdı, bu ülkenin bölgesel hegemonyasının yolunu açtı. Bununla da bağlantılı şekilde bugüne dek azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde üvey evlat muamelesi görmüş Şiileri tarih sahnesine çıkardı. Şiilerin ekonomik ve siyasal iktidardan pay alma mücadeleleri Arap ülkelerindeki iktidar yapılarını sarsmakla kalmadı, dinsel veya dünyevi yeni bir vatandaşlık tanımı gereğini bu ülkelerde de gündeme getirdi. Kendilerinin de ummadığı şekilde İsrail’i de zayıflattı .

Böylesine köklü dönüşümlerin yarattığı çalkalanmaların uzun süreceğine, bölgenin bir ateşten top olmaya devam edeceğine kuşku yok. Türkiye’nin etrafındaki girdaba kapılmaması yeni döneme uygun siyaset geliştirebilmesine yakından bağlı.

Sabah, 29.10.2006

Soli ÖZEL

30.10.2006


 

Türk seçmeni CHP’nin politikaları ile yetinir mi?

CHP lideri Sayın Deniz Baykal merkez sağ seçmenin kendi partisine meylettiğini açıklar iken bu muhayyel oy kaymasını CHP’nin savunduğu üç değere indirgiyor: 1-Ulusal bütünlük, 2-Laiklik, 3- Ulusal Onur.

CHP’nin zenginliğe, özgürlüğe yönelik talepleri yok mu?

Cumhuriyeti kuran bir siyasal partinin, CHP’nin, söz konusu Cumhuriyetin 83. senesinde duyarlı politika olarak yukarıdaki üç ilkeyi ilan etmesi yani ulusal bütünlüğü, laikliği ve ulusal onuru siyaset konusu yapması aslında büyük bir yenilginin itirafından, geleceğe yönelik hiçbir programının olmamasından başka bir anlama gelmiyor.

Ulusal bütünlükten şayet ülkenin toprak bütünlüğü anlaşılıyor ise bu zaten 1923 Lozan Antlaşması ile gerçekleşmiş ve 83 senedir, Hatay genişlemesi dışında değişmemiş bir durum.

Keza laiklik ilkesi de üzerinde yaşanan ve kavramı zenginleştirmeye yönelik tartışmalar dışında, özü itibari ile yerli yerinde duruyor.

Cumhuriyetin 100. yıl kutlamalarına 17 sene kala kendine sosyal demokrat diyen CHP’nin tam 83 sene öncenin kazanımlarını muhafaza etmek üzerine bir parti politikası inşa etmek istemesi gerçekten sorunlu bir durum.

Türkiye fakir ve temel demokrasi standartları düşük bir ülke; bu saptamayı da ilk yapması gereken parti kendine sosyal demokrat diyen CHP’nin olması gerekiyor.

Oysa CHP, Türkiye’yi nasıl daha zengin ve daha demokratik yaparız, sorusuna cevap aramak yerine 83 sene öncenin kazanımları üzerine bir politika oluşturarak 2007 senesi seçimlerinde merkez sağ oylara yöneliyor.

Türkiye seçmeni minimalist politik taleplere prim verir mi?

Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve Anayasanın ikinci maddesinde ifadesini bulan laiklik ilkesi artık üzerinde büyük endişeler duyulmasını gerektirmeyecek kadar yerleşmiş ve halkın çok büyük çoğunluğunun içten sahiplendikleri ilkelerdir; bu anlamda belirli devlet kurumlarının bu değerlerin yegane sahipleri gibi kendilerini lanse etmelerinin anlamsızlığı da ortadadır.

Bu iki değerin yani toprak bütünlüğü ve laiklik ilkesinin kalıcı bir biçimde yerleştiğini bildiğimizde, CHP’nin bu iki değeri koruma üzerine siyaset inşaa etmesi en hafif deyimi ile minimalist (en azı isteyen) bir politik taleptir ve Türkiye gibi dinamik, AB hedefi ile gözü açılmış bir toplumda siyaseten prim yapabilecek bir söylem asla değildir. Zira Türkiye seçmeni 1950’den bu yana her seçimde maksimalist (en çoğu isteyen) talepleri dile getiren siyasal partilere yönelmiş bir seçmen profilidir ve ‘laiklik elden gidiyor, ülke bölünüyor’ teranelerine prim vermemiştir ve laiklik de elden gitmemiş, ülke de bölünmemiştir.

(...)

Sözün özü

Türkiye seçmeni artık gözü açılmış ve büyük hedeflere kitlenmiş bir seçmendir, aksini sananlar hüsrana uğrarlar.

Star, 29.10.2006

Eser KARAKAŞ

30.10.2006


 

Ben dindar bir cumhuriyetçiyim

Cumhuriyetin 83. yılında arıları ve karıncaları cumhuriyetçi olarak gören ve bu yüzden de çorbasının içindeki tanelerini karıncalara veren Bediüzzaman Said Nursi’yi hatırlamamak olmaz.

Üstad, cumhuriyetçi misin diye sorduklarında da, “ben dindar bir cumhuriyetçiyim”, “Hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir”, “bu arı ve karınca milleti cumhuriyetçidirler, o cumhuriyetperverliklerine hürmeten çorbanın tanelerini karıncalara verirdim”, şeklinde cevap veriyor. Ankara’da yeni ve genç bir devletin kurulduğunda en büyük desteği veren, Bediüzzaman “asayişi (ve emniyeti) muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz”, “Nurcular asayişin muhafızıdırlar” di-yerek kendisini örnek alan talebelerine de yol gösterdi.

Bediüzzaman sadece cumhuriyet dönemindeki olumsuzluklara değil, Osmanlı dönemindeki istibdada da muhalefet etmiş. Halife unvanı taşıyan Emevi ve Abbasi sultanlarına da muhalefet ediyor. Çünkü, ona göre “hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra feda edilemez”.

Yeni Şafak, 29.10.2006

Yaşar SÜNGÜ

30.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004