Sakın yazımızın başlığı sizi şaşırtmasın.
Okuduğunuz gibi ideolojik olduğunu söyleyeceksiniz, ama yanıldığınızı, yazıyı sabırla sonuna kadar takip ettiğinizde anlayacaksınız.
Türkiye’mizde mahiyetini anlayamadığımız o kadar bayramlar var ki… Gerçi aş ve iş peşinde koşan musîbetzede halkımız, millî renklere bürünemeyen bu bayramlarla pek alâkadar da olmuyor. Fakat birimiz bu günlerin hangi tarihi hikâyeye dayanarak bayram olarak kutlandığını merak etmesi de, işte bu acayiplikleri ortaya çıkarıyor. Türkiye demokrasisinin ihanete uğradığı “27 Mayısı” yıllarca bize “hürriyet bayramı” olarak kutlattıkları gibi… Düne kadar yine Marksist ihtilâlcilerin 1 Mayıs işçi bayramını, bahar bayramı olarak lanse ediyorlardı. Dizgini elinde olmayan, henüz bağımsızlığına kavuşamamış ve Avrupa’nın üflemesiyle hareket eden bir ülkede bunları olağan bulmamız lâzımdı ve hakikaten itirazlar da fazla değildi.
Feminizm hareketinin köken olarak Marksizm’den doğduğunu, geçen yazılarımızda kaynaklarıyla vermiştik. Gerçi tahripkâr Marksist-komünist hareket, işi feminizmle bırakmayıp diverstye geçiş yapınca, feministler de ahlâksızların renkli bayrakları altında kayboldular. Maksadı fıtratı bozmak üzere her türlü “sınıf çatışmasını” tetiklemek olan Marksizm’in kadınlardan elini çekmeyeceğini esas alarak; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün nereden geldiğini, meşhur bir kadının hayat hikâyesi üzerinden takip etmeye ne dersiniz…
Siyasetçilerimiz, Almanya’nın bir Kuzey kasabasında 1857 yılında doğmuş Clara Zetkin’i fazla tanımazlar. Leipzig‘de öğretmen okulunda okurken bir Rus göçmeni Ossip Zetkin ile evlenen Clara’nın devrimci hikâyesi çok heyecanlı ve dolu doludur. Devrim, isyan ve tahrip olunca işi, Bismarck’ın 1878’de çıkardığı kanunlarla mücadele için İsviçre’ye geçecekti. Bu arada İsviçre’nin, Komünistler için bir sığınma ve eğitim yeri olduğunu da bu arada hatırlatmış olalım. Dâvâsını basın yolu ile ilân yolunda “Der sozialdemokrat” gazetesi ile “Die Gleichheit” gazetelerinin başına geçerek Marksizm’in halka açılımını sağlamaya çalışır. Ve Bismarck’ın başbakanlıktan ayrılması üzerine tekrar Almanya’ya dönüyor, devrimci Clara… 1907’de Uluslararası Sosyalist Kadınlar kongresini toplayarak sekreteri olunca, 8 Mart 1857’de New York’taki bir grev esnasında ölen 129 kadının devrimci hatıralarını yaşatmak üzere, bu tarihi “Kadınlar Günü” olarak Kopenhag’da ilân edecekti. Bazı araştırmacılar, bu yaklaşımı Fransız komünistlere vererek, 8 Mart Kadınlar Gününü, Galiçyalı bir Yahudi kızı Theresa serber Malkiel’in 1909-1910’larda New York’taki hummalı çalışmalarına veriyorlar. Fabrikalarda komünistler için işçileri eğiten, organize edip grevler düzenleyen bu Ukrayna doğumlu aktivist kadının, ayrıca bu istikamette bir de romanı olduğunu biliyoruz.
Clara Zetkin; tıpkı diğer komünistler gibi Birinci Dünya Savaşı’na giren ülkesini arkadan hançerleyecekti. Hatta savaşa karşı, Bern’de toplantılar ve nümayişler yaparak bu ihanetini Almanya’nın düşmanlarına da duyuracaktı. Bismarck’ın kurduğu Sosyal Demokrat Parti’yi tamamen Marksizm çizgisine getiremeyen Clara ve arkadaşları, Spartakus’a dönüşecek hareketin içine gireceklerdi. Ve daha sonra bu hareket Almanya Komünist Partisi olarak 1933’e kadar devam edecekti.
Bildiğiniz üzere Rosa Lüksemburg, Karl Liebknecht ve Mehring gibi hızlı devrimcilerle Almanya Komünistleri devrime hazırlanırken; Hindenburg’un askerleri bu ihtilâli durduracak ve Spartakusçuları dağıtacaklardı.
8 Mart Dünya Kadınları Günü’nün ilk olarak 1921‘de Moskova’da ve 3. Enternasyonal’de kabul edildiğini pek fazla kişi araştırmamıştır. O güne kadar yalnızca bahar mevsimlerinde ve belli bir takvime bağlı kalmadan Avrupa’da kutlanan “Kadınlar Günü” 1921’den sonra hep 8 Mart’ta gündeme gelecekti. Bunu bilen Komünist karşıtı ülkelerde bu günün kutlanmasının yasak olduğunu da, kimseciklere hatırlayamazlar.
Bu Marksist Kadınlar gününün tekrar gündeme taşınmasında, maalesef Frankfurt Okulu mensupları önemli rol oynayacaklardı. Daha önce de hikâyesinden kısaca bahsettiğimiz Herbert Markuse’nin Amerika ‘daki çalışmalarıyla, 1977’de Birleşmiş Milletler’de, 8 Mart Kadınlar Günü olarak kabul edilecekti.
Evet, Marksizm’in adım adım hayatımızın her karesine nasıl girdiğini merak etmeyenlerin; deizmden, dinsizlikten, ahlâksızlıktan ve koronanın mahiyetinin bilinmemesinden şikâyete elbette hakları yoktur. Bir de bu “KADINLAR GÜNÜNÜ kutlayanlar bizi idare eden dindar siyasetçiler ve İslâmcı başkanlar ise, millet olarak bu hususta içine düşürüldüğümüz cehalet çukurunun derinliğini, varın siz hesap ediniz.