Dünyada sana ait çok emirler vardır. Amma ne mahiyetlerinden ve ne akıbetlerinden haberin olmuyor.
• Biri cesettir. Evet, cesedin genç iken latif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder.
• Biri de hayat ve hayvaniyettir. Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.
• Biri de insaniyettir. Bu ise zeval ve beka arasında mütereddittir. Daim-i Bâkî’nin zikri ile muhafazası lâzımdır.
• Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun da hududu tayin edilmiştir. Ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma; tahammülünden âciz, tâkatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yüklenme.
• Biri de vücuddur. Vücud zaten senin mülkün değildir. Onun mâliki ancak Mâlikü’l-Mülk’tür. Ve senden daha ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Binaenaleyh, Mâlik-i Hakikî’nin daire-i emrinden hariç, o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun–ümitsizliği intâc eden hırs gibi.
• Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar zâildir, devamları yoktur. Zevalleri düşünülürse, zıtları zihne gelir, lezzet verir.
• Biri de, sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fânî dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcid’ine feda et; mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü feda etmediğin takdirde, ya bâd-i heva zâil olur, gider; veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücû eder. Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir. Ve keza, vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuddan senin elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihat-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır; amma o noktayı da elinden atarsan, vücudun tam manasıyla nurlar içinde kalır.
• Biri de dünyanın lezzetleridir. Bu ise kısmete bağlıdır; talebinde kalâka düşer; ve sür’at-i zevali itibarıyla, aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.
Dünyanın akıbeti ne olursa olsun, lezaizi terk etmek evlâdır. Çünkü akıbetin ya saadettir –saadet ise şu fânî lezaizin terkiyle olur– veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?
Dünyasının akıbetini küfür sâikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezaiz evlâdır. Çünkü o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.
Mesnevî-i Nuriye, Habbe, s. 132
LUGATÇE:
adem: yokluk.
bâd-i heva: heva ve heves rüzgârı, gelip geçici hevesler.
cihat-ı erbaa: dört cihet (sağ, sol, ön, arka).
kalâk: iç sıkıntısı, gönül darlığı, can sıkıntısı.
lezaiz: lezzetler, zevkler.
şekavet: bedbahtlık, bahtı karalık.
tahavvül: değişme, dönüşme, başkalaşma.
tûl-i emel: emelin uzunluğu, dünya hayatının kısa ve geçiciliğine rağmen dünya işlerine karşı gösterilen aşırı arzu, istek.
zâil: sona eren, yok olan.
zeval: sona erme, yok olma, ölme.