1940 yılında Kur’ân radyosuna girdi. Aynı sene dış devletlere Kur’ân okumak için giden ilk kari’ oldu.
Her Ramazanı farklı bir ülkede geçirmek âdeti olmuştu. İlk defa Filistin’e gidip Mescid-i Aksa’da Kur’ân okudu. Ramazan geceleri Filistinliler sabah namazına kadar yanından ayrılmazlardı.
Ondan sonra İngiltere’ye gitti. Orada geniş kitlelere Kur’ân ziyafeti verdi. 10 sene Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti. Bir sene Ramazanın ilk on beşini İstanbul’da geçirdi. Türklerin Kur’ân dinlemeye iştiyakından memnun kaldı.
KUR’ÂN OKUDUĞU ZAMAN ŞİFA BULUYORDU
Şüeyşa’nın midesinden rahatsızlığı vardı. Kur’ân’ın bir kerametidir ki Kur’ân okuduğu zaman ağrı olmuyordu. Ve ameliyat olmadan hastalıktan şifa buldu.
YANLIŞ UÇAĞA BİNİNCE
Bir gün Kur’ân ziyafeti vermek için Belgrad’a gidecekti. Fakat yanlış uçağa binince Münih’e indi. İngilizce ve Almanca bilmediği için derdini anlatamadı. O zaman aksi Mısırlıları terörist biliyorlar ve ona göre muamele ediyorlardı. Şüeyşa kadere rıza göstererek Allah’a tevekkül etti. Tam o sırada Mısır’da uzun seneler kalmış ve Ezher’de okumuş birisi rast geldi. Yetkililere şeyhi tanıdığını, meşhur bir kari olduğunu söyleyince mesele halloldu.
Gençliğinde Abdüssamed’den sonra, Mescid-i Haram’da ilk Kur’ân okuyan kari’ oldu.
KÂBE’Yİ YIKAMA AŞKI
Şüeyşa kendi anlatıyor:
“Gençliğimde bir gün Mescid-i Haram’da yoruluncaya kadar Kur’ân okudum. Hacıları karşılamak için Kâbe zemzemle yıkanmaya başlanınca Kâbe’ye yöneldim. Kâbe’nin önünde durdum. ‘Kâbe’yi ben de yıkamak istiyorum’ dedim. Yıkamaya katılmayı niçin istediğimi sordular. Ben de ‘Kâbe’yi çok sevdiğim için’ dedim. Bu katılman için kâfi değil dediler.
Ben orayı terk ettim. Gözyaşlarım elbisemi ıslattı. Ağlar halde Mescid-i Haram’a döndüm. Kur’ân okudum. Bu şerefi bahşetmesi için Allah’a (cc) duâ ederek ellerimi kaldırdım. Hazin olarak uyuyunca rüyamda İnsanların En Hayırlısı (asm) geldi ve Kâbe’yi yıkamaya katılacağımı ve dâvet göndereceğini haber verdi.”
Elbiseme dokunan elin tesiriyle uyandım. Bana dedi: “Sen Şeyh Ebül-Ayneyn Şüeyşa mısın?”. “Evet” dedim. Ben o zaman meşhur değildim. Beni nereden, nasıl tanıdığına hayret ettim. Bu zat beni Kâbe’yi yıkamaya çağırdı ve “Bu çağrı sana hastır” dedi.
Dâveti aldım. Bana izin vermeyenlere gidip çağrıyı açıkladım. Beni bıraktılar. Kâbe’nin içine girdim. Kâbe’nin dört duvarı arasında tavana bakıyordum. Şükrederek semaya baktım. Onlar büyük kovalara su koyuyorlardı. Sonra o zemzem ile yeri yıkıyorlardı. Suya başka bir şey katmıyorlardı. Yere oturdum. Elbisemle yeri mesh ettim. Başımı örten şal ile başka bir yeri mesh ettim. Sonra gözlerim ağlıyordu. Kâbe’nin içinde yürüyerek her yerine ayak bastım. Sonraları defalarca hem Hac, hem de Kur’ân okumak için ziyaretler yaptım. Fakat ilk ziyaretim en fazla şeref duyduğum ve unutamadığım ziyaret oldu.”
Not: 2005-10-16 Haliç Gazetesi (Birleşik Arap Emirlikleri) çıkan bir yazıdan yararlanılmıştır.
AHMET ERGENEKON