Gündemi işgal eden en hararetli tartışmalardan biri şudur: Türkiye'nin "Kürt sorunu" diye bir meselesi var mıdır, yok mudur?
Bu tartışmaya açıklık getirebilmek için, konuya geniş bir perspektiften bakmakta yarar var. Şöyle ki: Türkiye'nin uluslararası antlaşmalarla bağlantılı ciddî sorunları vardır. Meselâ, bunların bir kısmını aşağıdaki şekilde sıralamak mümkün.
BİR: Türkiye'nin "Kıbrıs sorunu" diye bir meselesi var. Bir ucu 1878'deki Berlin Antlaşmasına kadar gidip dayanan, omurgasını ise 1959'daki Zürih ve Londra Antlaşmalarının teşkil ettiği Kıbrıs meselesi, 1974'ten sonra yeni ve farklı bir boyut kazanarak Türkiye'nin başını ağrıtmaya devam ediyor.
Bu sorunun çözümü için, Türkiye'nin yanı sıra, ayrıca Yunanistan'ın, İngiltere'nin, Kıbrıs Rum Hükûmeti ile Kıbrıs Türk Hükûmetlerinin bir ortak noktada anlaşması gerekiyor. Bunlardan herhangi birinin tek başına karar alması veya kendi başına hareket etmesiyle, sorun çözülmüyor, mesele hallolmuyor.
İKİ: Türkiye'nin "azınlıklar sorunu" diye bir meselesi vardır. Hukukî temeli 1923'teki Lozan Antlaşmasına dayanan, bugün ise bir yandan "Ermeni sorunu", bir yandan da Patrikhane'nin konumu (ekümenik) ve Heybeliada Ruhban Okulu meselesini de içine alan çetrefilli bir sorun olarak Türkiye'nin başını ağrıtmaya devam ediyor.
Gayr–ı müslim vatandaşlarımızı alâkadar eden bu sorunun hallini de tek başına yapamayız, yeni çözümler için yine mutlaka başka devletlerin iştiraki gerekiyor.
ÜÇ: Türkiye'nin yine uluslararası hukuka dayanan (Lozan, Montrö) bir "Boğazlar sorunu" vardır. Ki, bu ve benzeri daha başka konularda kendi başına hareket edecek durumda değiliz. Zira, kendi başına hareket, bir savaş sebebi olur.
Örnekler çoğaltılabilir.
Tanımlama doğru olmalı
Yukarıdaki örnekler, Türkiye'nin hem iç, hem de dış sorunları mahiyetini taşıyor.
Dış bağlantılar ve ecnebi müdahalesi sebebiyle, Türkiye kendi başına ve sadece kendi imkânlarıyla bu sorunların üstesinden gelemiyor, yaşanan sıkıntıları gideremiyor.
Soru: Acaba, galat–ı meşhûr haline gelen şu "Kürt sorunu" yukarıdaki örneklerden hangisine benziyor? Hangisiyle bir benzerlik arz ediyor?
Cevap: Hiç biriyle... Zira, Türkiye'nin dahil olduğu uluslararası hukuka dayalı antlaşmaların hiç birinde "Kürt sorunu" diye bir madde yoktur.
Bugün itibariyle daha ziyade Türkiye'nin başını ağrıtan "terör sorunu" ise, aslında umumî kabul görmüş tanımıyla "dünyanın sorunu"dur. Yani, küresel bir belâdır. Global bir musibettir. Bazen de karanlık menfaat odakları tarafından kullanılan çok tehlikeli bir silâhtır. Ve bu silâh, bazen döner sahibini vurur.
İşte, dünyanın başına belâ olma potansiyeline sahip bulunan (El–Kaide gibi) bu "terör sorunu"nu sen tutup doğrudan Kürtlerle irtibatlandırır ve bunun adını da "Kürt sorunu" diye lanse edersen, işin içinden çıkamaz bir hale gelirsin.
Zira, terör lobisi, Kürtlerin sıkıntısını gidermeyi değil, Türkiye'yi zaafa uğratmayı hedef almıştır. Dillerine doladıkları Kürtlerin sıkıntıları ise, onlar için sadece ve sadece bir malzeme, bir istismar konusu ve bir besin kaynağıdır.
Örgüte militan devşirmek için, bundan daha etkili bir saha şimdilik yoktur.
Ama, şuna emin olmalıyız ki, Türkiye'yi hedef seçen terörizm, eğer istismar edeceği bir "Kürt sorunu" bulamasaydı, yine de durmaz gider bir "Alevî sorunu" veya bir başka sorunu icad eder ve Türkiye'yi zaafa uğratmaya devam ederdi.
Yine de "rejimin sakatlıkları"yla mücadele edilmesin demiyoruz. Hukuk ve demokrasi içinde kalarak, kimsenin hürriyetine dokunmadan ve mâsum kanı dökmeden, rejimin ırkçılıktan, zorbalıktan ve daha bir dizi faşizan uygulamalardan beslenen yönleriyle topyekûn mücadele edelim.
Zaten, doksan yıldır millet olarak çekmiş olduğumuz bütün sıkıntıların ve bilhassa iç sorunların temel kaynağı da burada yatıyor. Biz bir hiç uğruna birbirimizi kırmak yerine, mütemadiyen zehir fışkırtan bu kaynağı kurutmaya çalışalım.
Böyle yapmayıp silâh ve şiddete başvuranlar, gerçekte o zehir üreten kaynakla mücadele etmiyor, belki ona vargücüyle hizmet ediyor.
Evet, Türkçülüğe kızarak, ona mukabil tutup Kürtçülük yapmak, o öldürücü zehir tâcirlerine doğrudan hizmet etmektir.
Türkiye'nin iç sorunları
Soru: Türkiye'deki Kürtler veya Alevîlerin birtakım sıkıntıları, sorunları yok mudur?
Cevap: Elbetteki vardır. Hem de yüksek düzeyde... Fakat, şu da bir gerçektir ki: Türkiye'deki Kürtlerin sorunları Türkler'den kaynaklanmadığı gibi, Alevilerin soruları da Sünnilerden kaynaklanmıyor.
Ancak, buna rağmen, sanki taraflar arasında bir sorun, bir sıkıntı, bir düşmanlık varmış gibi, çok fitnekâr bir hava pompalanıyor. Bu kardeş unsurlar, birbirine karşı muhasım yapılarak vuruşturmaya çalışılıyor.
Oysa, Türkiye'deki bütün kesimlerin, yani Türk, Kürt, Alevî, Sünnî ve sâir bütün vatandaşların çekmiş olduğu sıkıntıların asıl sebebi, kendi aralarındaki problemler değil, belki resmî ideolojinin temelini oluşturan argümanlardır.
Kezâ, hukukun üstünlüğü prensibine sadık kalınmaması, kànun hakimiyetinin sağlanamaması, hürriyet ve demokrasinin icaplarına hakkıyla uyulmaması ve bilhassa darbe rejimlerinin süprüntülerinden ve ayakbağlarından kurtulamamamız sebebiyle, hep birlikte sıkıntı çekiyoruz... Yani, yetmiş beş milyon vatandaşın çekmiş olduğu dertler ve sıkıntılar büyük çapta ortaktır, müşterektir.
Dolayısıyla, mücadele de müşterek olmalı ki, hayırlı neticeler alınabilsin.
Bu da, ancak hukuk, hürriyet ve demokrasi zemininde mümkün olabilir. Terörle, şiddetle ve kan dökerek asla ve kat'a.
İşte sakıncalar
Soru: Diyelim ki, sırf kolayımıza geldiği veya galat–ı meşhûr haline getirildiği için, yaşanan sıkıntıyı tutup "Kürt sorunu" diye isimlendirirsek, bunun ne gibi mahzurları olabilir?
Cevap: Bu suâlin cevabını, yani "Kürt sorunu" demenin sakıncalarını maddeler halinde kısaca şu şekilde sıralamak mümkün:
1) Meseleyi "Kürt sorunu" diye isimlendirdiğiniz takdirde, bazı insanların algılarında "Kürtler sorunlu"ymuş gibi bir istifham uyanır. Hatta, bazı yerlerde Kürt dedin mi, akıllara hemen terörist veya terör örgütü geliyor.
Bu ise, son derece yanlış, tehlikeli ve bir o kadar da rencide edici bir husustur.
2) "Kürt sorunu"nu dillerine pelesenk eden ve sırf istismardan beslenen terör örgütüne, onun siyasî uzantılarına, onu sevk ve idare eden iç ve dış mihrakların ekmeğine yağ sürmüş olursun. Bilerek veya bilmeyerek onlara yardım etme durumuna düşersin.
3) Türkiye'nin en başta sıraladığımız müzmin sorunlar listesine "Kürt sorunu" diye bir maddeyi eklediğin takdirde, bu meseleyi de tıpkı diğerleri gibi ecnebi müdahalesine açık bir hale getirmiş olursun. Zaten, şimdiki gelişmelerin seyri de bu noktaya doğru kaydırılmak isteniyor.
4) Meseleye "Kürt sorunu" diye baktığın zaman, insanlarımızı iki tarafa ayırmış olursun. Zira, bir "sorun"un illâ ki tarafları ve özellikle iki tarafı olur.
Bu ise, insanlarımızı cephelere ayırmak olur ki, en tehlikeli bir fitne/fesat hareketinin meydan almasına sebebiyet verir.
* * *
Kürtlerle Türkler, en az bin yıldır birarada yaşadıkları halde, tarihin hiçbir devresinde aralarında ırkî temele dayalı herhangi bir sorun, bir sıkıntı yaşanmamıştır.
Esasında, halk arasında bugün de bu mânâda bir sıkıntı yoktur; ancak, ısrarla ve inatla sıkıntı var edilmeye çalışılıyor. Bu fitnekârlara aldanmamalıyız.
Demek ki, ortada ve temelde bir "Kürt sorunu" yok; asıl sorun, "Kürt istismarı"ndan adam devşiren ve her türlü kirli para ile örgütsel faaliyetlerde bulunan bir "terör sorunu" vardır.
İşte, hep birlikte bununla uğraşmalı ve hepimize zarar veren bu mendebur illetin sonunu getirmeye gayret göstermeliyiz.