RİSÂLE-İ NUR’DA FİLM VE SİNEMAYA BAKIŞ AÇISI, BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN FİLM ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ, MEDYADA YER ALAN ‘BEDİÜZZAMAN VE FİLM’ KONULARINA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ.
Uhrevî nur sinemada mı?
Risâle-i Nur Külliyatını, Kur'ân’dan ilhamen yazılmış bir eser olarak “hayat rehberi” kabul edenler için meselelerin Risâle-i Nur eksenine göre çözümlenmesi önemli bir meseledir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Risâle-i Nur eserlerinde beyan ettiği fikirler doğru anlaşılmalı ve doğru aktarılmalıdır.
Bu çalışmada “günümüzün en etkili kültür ögesi haline gelmiş” sinemaya, Risâle-i Nur’un beyan ettiği düsturlar çerçevesinde bakılarak bir çözüme ulaşılmaya çalışılacaktır. Öte yandan Bediüzzaman Hazretlerinin “ibret için sinemaya” gittiğini ifade etmesi, hem Risâle-i Nur okuyan kesimlerce, hem de Risâle-i Nur’a uzaktan muhatap olan kesimlerce sıklıkla kullanılmaktadır. Bediüzzaman Hazretleri niye sinemaya gitmiştir? Risâle-i Nur eserlerini okuyanların sinemaya yaklaşımları nasıl olmalıdır? Bu soruların cevabını Bediüzzaman’ın hayatının semeresi olan Risâle-i Nur eserlerinden bulmaya çalışacağız. Bediüzzaman, geniş kesimler tarafından tanındıkça “Bediüzzaman ve Film” konusunu daha sık beraber görmeye başladık. Ayrıca Risâle-i Nur eserlerinden istifade edenlerin de “Risâle-i Nur’un” dustur ve prensiplerine uymadığını düşündüğümüz fikirlerine şahit olabiliyoruz. Bu konuyu inceleyerek doğru bir yaklaşım içerisinde aktarmaya çalışacağız.
Çalışmamızın başında hemen ifade edelim. Bediüzzaman Hazretleri kendisine ahiret cihetiyle muhatap olanların “Dost, kardeş ve talebe” olmak üzere üç kısma ayrıldıklarını söyler. Her birisinin özelliklerini ve şartlarını beyan eder.1 Bu çalışma Risâle-i Nur’a “talebe” olma arzusunda bulunanların “film meselesine” nasıl yaklaşacağını araştırmak üzere kaleme alınmıştır. Böyle bir meselesi olmayan insanların veya Risâle-i Nur’a sadece muhabbetle bakanların bu konuda ayrı kriterleri olabilir.
1.) Batı medeniyeti ve film
Film ve sinema kavramını incelemek için ilk önce “Batı” kavramını incelememiz gerektiğini düşünüyorum. Zira bugün film ve sinema dünyasında en etkili aktör olan “Batının” hayat anlayışını öğrenemezsek, bu anlayışın ürünlerini de anlayamayız. Diğer bir deyişle Batı, hayata bakışının bütün ipuçlarını filmlerine yansıtmıştır.
Burada Ayşe Şasa’nın görüşüne yer verelim: “Sinema Batı’da hayalin buyruğuna girdiği oranda tüketimi, pornografiyi, şiddeti, putperestliği kışkırtan bir içkinlik aracı olmuştur.”2
Bediüzzaman Hazretleri eserlerinin birçok yerinde Kur’ân medeniyeti ile Avrupa medeniyetini kıyaslamıştır. Her iki medeniyetin talebelerine verdiği dersi de beyan etmiştir.
Bu açıklamalara göre Avrupa Medeniyeti aşağıda verilen özellikleri içermektedir.
1) Hayat-ı içtimâiyede (sosyal hayatta) nokta-i istinâdı (dayanak noktasını) “kuvvet” kabul eder.
2) Hedefi “menfaat” bilir.
3) Düstur-u hayatı “cidâl” (çarpışma, mücadele) tanır.
4) Cemaatlerin râbıtasını “unsuriyet, menfî milliyeti” tutar.
5) Semerâtı ise, “hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir.” 3
Bu medeniyetten ders alan insanların “gàye-i himmeti nefs ve batnın ve fercin hevesâtını tatmin”dir.4 Burada nefs kelimesini: “bedenin hissi hareketleri ve şehvet ve gadabın mebdei olan nefsani kuvvet” şeklinde anlamalıyız.5 Batn kelimesini “insanın içi, karnı”, ferc kelimesini ise “Dişilerde tenâsül âleti, avret, edep yeri.” şeklinde anlamalıyız.6
Bu kelimelerin manalarını verdikten sonra bu cümleden şunu çıkıyoruz. Avrupa medeniyetinin çalışmaları nefse hitap etmektedir. İnsanın maddi olarak lezzet ve zevk almasına hizmet eden bu medeniyetin eserlerini de iyi okumamız gerekir. Yalnız Bediüzzaman’ın “Avrupa” hakkındaki görüşü bununla sınırlı değildir.
Bediüzzaman Hazretleri 17. Lema’nın 5. Notasında ise Avrupa’yı ikiye ayırdığını ifade eder. Buna göre;
Birinci Avrupa: “İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden” Avrupa’dır.
İkinci Avrupa ise “felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden” Avrupadır.7 İkinci Avrupa beşeriyete vermiş olduğu fenalıklara mukabil ilâç olarak “muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakları ve uyutucu hevesat ve fantaziyeleri” sunmaktadır.
Asrımızda eğlence en büyük sektörlerden biri haline gelmiştir. Bu eğlence tarzının önemli bir kısmını teşkil eden bölümlerden biri de “sinema ve filmler” dir. Oysa İsevi dininden uzaklaşmış Avrupa’nın insanlığa hediye olarak sunduğu filmler insanlığın varoluş ile ilgili sorularını cevaplamaktan çok uzaktır. Filmlerin ve sinemanın bu özelliğine dikkat edilmesi gerekiyor. Bugün en büyük amacı “vizyona giren filmleri” ve “ardı arkası gelmeyen dizileri” izlemek olan birçok insan bulunmaktadır.
Cinsî arzuların tatmini yönü ise, Avrupa Medeniyetinden ders alan insanların hedefi olması noktasından filmlerde bolca yer alması oldukça düşündürücüdür. Her filmde gayr-i meşru ilişkilere sıkça rastlanmaktadır.
Öyle ki “Pixar yapımı, Walt Disney tarafından dağıtımı gerçekleştirilen, 2006’da yayımlanan Amerikan güldürü ve animasyon filmi olan Arabalar (Cars)”da dahi insana özgü olan bir takım gayr-i meşru haller arabalar arasında gösterilmiştir. Aynı şekilde hayvanların yer aldığı animasyon filmlerinde de cinsel içerikli birçok konuşmaya rastlanmaktadır. Yani batı kaynaklı filmlerde “heva” her yönüyle hissedilmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri Maide Sûresinin 52. Ayetini tefsir ederken “Bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz.” demektedir.8 Oysa bugün izlediğimiz filmlerin çoğunda “bir sevilen veya masum için” binlerce insan öldürülmekte ve bir masumu kurtarmak için birçok insana kıyılmaktadır. Bu “garabeti” hissetmeyen izleyicilere de filmin sonunda kahramanlık ve zafer müzikleri dinletilmektedir. Bu tür sahnelerin bolca yer aldığı filmlerin bulunması, filmlerin Avrupa medeniyetinden ne derece etkilendiğini göstermektedir. Bu senaryoların ve bu ayrıntıların hayata bakış açısında “derin izleri” yansıttığını düşünüyorum.
Filmlerin Risâle-i Nur’a göre diğer yanlış olan bir yönü ise “batılı tasvir etmeleridir.” Bediüzzaman Hazretleri “Bâtıl şeyleri iyice tasvir, sâfi zihinleri idlaldir.” demiştir.9 Bugün hemen her filmde kötüyü anlatmak için kötü sahnelerin filmde bol bir şekilde yer aldığını görüyoruz. Kötüyü, batılı, yanlışı ve ayıbı detaylarıyla anlatmak ise Risale-i Nur’a zıt olduğu gibi, insaniyete de zıttır. Filmlerin bu yönü de hakikat mesleğine münafidir, terstir. Burada Senai Demirci’nin görüşlerine yer vermek istiyorum: “‘Her kamera arkası’ aslında başka bir ‘kamera önü’dür. Varlığın üzerine bakışlar düşüren vizörümüzün, vizöre bakışlar düşüren misyonumuzun da aslında asıl Yönetmenin nazarında bir vizyon\görüntü olduğunu hatırlamak durumundayız.”10
Ne yazık ki birçok filmde oynayanlar, asıl filmde oynadıklarının farkında değiller. Bu yüzden yukarıda bahsettiğimiz hakikatsiz ve gayr-i ahlâkî sahneler filmlerin vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Bu durumun temelinde aslında imanî bir eksiklik olduğunu görüyoruz. Bu durum “Haşir” akidesinin bilinmemesinden ve anlaşılmamasından kaynaklanıyor. Hiçbir sebep “Ebedi sinema” için güzelliği yakalamanın önüne geçmemelidir. Hiçbir yönetmen “Asıl Yönetmenin” huzuruna çıkacağını unutmamalıdır. Burada yine Ayşe Şasa’nın görüşüne yer verelim: “Sinema, batıda başlangıcından günümüze maddeyi ve insanı putlaştıran, madde ile mana arasındaki uçurumu büyüten bir hayat anlayışının emrinde olmuştur.”11
Kur’ân ve onun tefsiri olan Risâle-i Nur varlıklara “mana-i harfi” ile bakmaktadır. Oysa Batı Medeniyeti varlıklara ‘mana-i ismi’ ile bakmaktadır. Bu anlayışı yaptıkları filmlerde görürüz. Bu hakikati Senai Demirci bir yazısında şu şekilde ifade eder: “Gördüklerimizin gölgelerden ibaret olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Gölge ise kendi adına var değil. Bir ışıktan haber veriyor ve ışığın işaretçisi olarak var. Varlığı sadece kendi yüzünde donduran, eşyayı yalınkat ve ötesiz bir gerçekliğe mahkum eden Darvinist ve nihilist felsefenin, baştan sona bir gönderme sanatı olan, bir imgeleme süreci olan sinemanın hakkını vermesi mümkün değil.”12
Batı anlayışının örneklerini açıkça gördüğümüz filmlerin bizi ürküten diğer bir yönü ise israf boyutudur. Örnek olarak Karayip Korsanları Serisinin 3. Filmi olan Dünyanın Sonu filmine göz atalım. Bu film için 300,000,000 $ harcanmıştır. Birçok filmde, birçok insanın ömür boyu çalışıp alamayacağı eşyalar, saniyeler içerisinde yıkılıp yakılmaktadır. Bu filmden 961.000.000 $ kazanıldığı ifade edilmektedir. 300.000.000 $ koyup 961,000,000 $ kazanmak bu işten para kazananlara normal gelebilir, peki var olan “israf” sorununu ortadan kaldırır mı?
Bediüzzaman Hazretleri 19. Lema olan İktisat Risalesi’nde “iktisat” ile ilgili çok önemli ipuçları vermektedir. Kur’an’ın “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz” ayeti ile iktisadı emrettiğini ve israfı da “nehy-i sarih” şeklinde reddettiğini ifade etmiştir. Filmler “israf” yönüyle de gayet sıkıntılı bir tablo çizmektedirler. Filmlerin diğer sakıncalı bir yönü ise “belli hakikatleri daraltması” ve hakikati belli bir kalıba sokmasıdır. Çağrı filminde yer alan batılı tasvir eden sahneler hep dikkatimi çekmiştir. Nübüvvet hakikati “muazzam bir hakikattir” ve sinema ile sınırlanmamalıdır. Zihnimdeki Nübüvvet-i Ahmediye (asm) hakikati, Çağrı filmini izlemeden önce çok daha genişti. Bu yönüyle bazı filmlerin hakikate gölge olmasından endişe ediyorum.
Sadık Yalsızuçanlar “Bizler yaşam içinde çoğu zaman güçsüz, ölüm karşısında çaresiziz. Bundandır ki yaşamı daha kolay kılmak ve ölüme karşı da hazır hale gelmek için öykü yazar, film çekeriz. Bu çaresizliğin ağırlığından kurtulmak için yaşamı daha eğlenceli ve bir perdeden iki saatte izlenebilir, tümüyle görünebilir kılmaya çalışırız.” demektedir.13
İlk olarak; çaresiz ve güçsüz olduğumuzu kabul ediyoruz peki bu çaresizliğimizi sinema ve film ile mi gidereceğiz? İkincisi, filmlerle ölüme nasıl hazır hale geliriz? Daha önce ifade ettiğimiz gibi, Kur’an’ın dersini dinlemeyen batı medeniyeti insana ne sunabilir? Sunduğundan medet ummak Kur’ân’dan ders alan bir talebeye yakışır mı? İnsana aczini hissettiren ama çare sunamayan filmlerin, insana ilâç olarak gösterilmesini çok yanlış buluyorum.
Risâle-i Nur, Kur’ân’dan aldığı dersle hayat gibi ölümün de nimet olduğunu ders verir. Ölümün yokluk olmadığını, bir sönmek olmadığını, bir bitiş olmadığını ifade eder. “Necisin? Nerden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” sorularına cevap veremeyen Batı medeniyetinin filmlerinden medet ummak, gündüzün ortasında güneşi aramak gibi bir divaneliktir.
2.) Bediüzzaman Hazretleri ve film
Öncelikle Risâle-i Nur’da sinema ile ilgili yerleri nazara verelim. Bediüzzaman Hazretlerinin sinemaya gittiğini söylediği yer 26. Lem’a’nın 10. Rica’sında geçmektedir. Bediüzzaman Hazretleri burada esaretten döndükten sonra İstanbul’da yaşadığı ruhi haletleri anlatmaktadır. İgili yeri buraya alıyoruz. “Ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, İstanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.” 14
Bediüzzaman Hazretlerinin sinemaya gittiğinden bahsedenlerin, dayanak noktasını bu parça teşkil etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri ara sıra ibret için sinemaya gittiğini burada açıkça ifade etmiştir. Medyada bu konu ile alakalı sıkça kullanılan hatırayı da buraya alalım:
“1921 yılının bahardan kalma bir günüydü. Bediüzzaman, talebelerinden Molla Süleyman’la birlikte, Ayasofya’da cemaatle namaz kılmış, yakında bir çayhaneye oturmuşlardı. Zamanın meşhur birkaç âlimi de orada, ilmî bir konu üzerinde tartışıyorlardı. Bediüzzaman’ın gelmesiyle hepsinin yüzü aydınlandı. Onun ilmine ve muhakeme gücüne güvenirlerdi. Soruyu Bediüzzaman’a da sordular.
Cevaplamak onun için zor olmadı, kısa bir izahla meseleyi bir anda çözüverdi. Herkes memnun ve müteşekkir olmuştu. Bir çay da ona ısmarlamak istediler. Kabul etti. Çayını içtikten sonra, müsaade isteyip kalktı. Süleyman’a da, ‘Gidelim’ anlamında bir işaret yaptı. Dışarı çıktılar. Zaman zaman sinemaya gitmek âdetiydi. Süleyman’a: ‘Süleyman, haydi sinemaya gidelim.’ dedi.
Süleyman ‘Olur’ dedi, ama şaşırmadan da edemedi. ‘Sinema mı’ diye içinden geçirdi. Üstad bunu nasıl derdi? Bediüzzaman, Süleyman’ın içinden geçenleri okudu sanki: ‘Ben sinemaya başkalarının gittiği gibi gitmem. Ben ibret için, ders çıkarmak için sinemaya giderim.’dedi. O zamanki filmler sessizdi ve hareketli filmler değildi. Yerli film de henüz yoktu. Beraberce Alemdar Sinemasına gittiler. Birinci mevkiden iki bilet aldı. Her zaman iyi ve güzel yeri tercih ederdi. Bir süre filmi seyrettikten sonra arkasında oturan Molla Süleyman’a dönerek:
‘Süleyman, ne anladın bu filmden?’dedi. Süleyman’ın cevabı kısa oldu: ‘Hiiiç!’
Bediüzzaman: ‘İşte dünya da böyledir. Kendisi sabit olmadığı gibi, içindekiler de öyledir. Fanidir, durmuyor, gidiyor. Onun için dünyaya güvenme, bu film kadar kısadır. Sinema perdeleri gibi akıp gidiyor, göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor.’” 15
Bediüzzaman Hazretlerinin kronolojisine baktığımız zaman Rusya’dan esaretten döndükten sonra İstanbul’da 17 Haziran 1918 ve 9 Kasım 1922 tarihleri arasında kalmıştır. Bahiste geçen 1921 ifadesi bu yönüyle doğrudur.
Bu hatıranın yer aldığı “Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler” kitabı, tarihi kaynaklara dayanılarak yazarın ağzından yazılmıştır. Bu hatıra, yazar ağzından yazılmış olsa da Risâle-i Nur’daki bilgilerle çelişmemektedir. (Ömer Faruk Paksu’ya ulaşarak bu hatıranın kaynağını sorduk. Abdulkadir Badıllı’nın hazırlamış olduğu Mufassal Tarihçe’de ve Bilinmeyen Yönleriyle Said Nursî adlı eserde yer aldığını söyledi.)
Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadelerinden “sinema” mevzusunun amaç değil araç olduğunu rahatça görebiliyoruz. Hakikatlerin anlatılmasında “sinema tekniği” nazara verilmiş ve temsiller ile hakikati akla yakınlaştırma metodu kullanılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde “sinema perdesi” tabirini kullandığını görmekteyiz.16
DİPNOTLAR:
1- Mektubat, sayfa: 329
2- Ayşe Şasa,Dünyanın Orta Yeri Sinema, sayfa 47
3- Sözler, sayfa 122
4- A.g.e, sayfa 122
5- Osmanlıca-Türçe Yeni Lügat, Abdullah Yeğin, sayfa 537
6-
www.risaleinurenstitusu.org Lügat
7- Lem'alar, sayfa 119
8- Mektubat , sayfa 57
9- Mektubat, 455
10- Senai Demirci, Dünyanın orta yeri sinema, sayfa 80
11- Ayşe Şasa, dünyanın orta yeri sinema , sayfa 46
12- Senai Demirci, Dünyanın orta yeri sinema, sayfa 88
13- Dünyanın Orta yeri sinema, sayfa 10
14- Lemalar, sayfa 237
15- Ömer Faruk Paksu, Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler Cilt: 1
16- Sözler 61, 133 ve Lem’alar, s. 214, 248 gibi.
DEVAM EDECEK
ZÜBEYİR ERGENEKON