"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kostroma Medresesi

01 Ağustos 2019, Perşembe
Harp cephesindeki en küçük zamanı, ilim ile dolduran Bediüzzaman’ınKostroma medresesinde neler yapmış olabileceğini; Onun; sonradan Viyana, Berlin, Köln ve Münih’e dönüp hakikÎ İsevîliğin doğumunda vazife almış Mesih’in adamlarına sormak, bizi Kostroma’da olup bitenlere, biraz daha yaklaştırabilir.

DİZİ-6: AHLEN BAYRAMI

ABDULLAH EFE

                                                                                   ***

Mücadele bitmiş miydi, yoksa yeni mi başlıyordu... Belki de büyük harp, doğuracağı o muhteşem meyvenin embriyosunu celâllice içine çekmişti. Seyda’nın arkadaşlarının şaşkınlıkları, Jandarma binasındaki Generalin istintaklarında da devam etti... Kimin esir, kimin kumandan olduğu meçhuldü, burada... Ara ara kükreyerek yumruğunu masaya vuran Seyda’ya bakarsanız; Ruslar’a mağlûbiyeti İngilizler ihanet şırıngası ile zerk etmişlerdi... Peki bu hadiselerin yol açtığı facialar... Bin yıldan beri Müslümanlarla mutlu ve emniyet içinde yaşarlarken iğfal edilmiş zavallı Ermenilere ne olacaktı? Yirminci Asrın  tarihimizdeki en acı  meyvelerinden olan TEHCİR’e sebep olan Ruslar’a kızıyordu... Sonra, merkezi boş bıraktıkları bu harpte, bolşeviklerin Saint Petersburg’daki işlerini kolaylaştırmışlardı... Diğer yandan; dünya dinsizlik ve ahlâksızlığının hamiliğine soyunmuş gaddar ve dessas İngiliz’i asrın başına belâ etmişlerdi, ahmak Ruslar... Daha neler neler... Komutanın duruşu, tedirginliği ve cevaplarındaki ses tonu; Ruslar için gidişatın pek de yaman olduğunu göstermişti, Üstadın arkadaşlarına…

Zamanın gergefinde kaderin yeni örgülerini izlerken, henüz hadiseyi anlayamamıştı. Ömrünün geri kalan kısmını kaplayan gri bir renk ve yeis kokusu, düşmanla vuruşarak hayata veda etmeyi tedai ettirdiyse de, bunun dinen müsaadeli olmadığını düşündü. Bu nevi intihara da şeriatın müsaade etmeyeceğini söylenerek, kaderine biraz daha yaklaştı  ve nihayet teslim oldu…

Vaziyete bakılırsa, işin ucunda yeni bir görevlendirme görünüyordu... Zira Ruslar, Ermeni fedailerine ve Bolşevik tetikçilere karşı  kol- kanat germişlerdi, Seyda’ya… Emrinde Rus  birlikleri  ve hizmetinde bir talebesi olduğu halde, etrafındakilerine göre “meçhule” doğru yol alıyordu: Van, Bakü, Culfa ve Volga boyu Kuzeye akarak Kostroma’ya kadar; gel gitler arasında, gündüzden geceye gitti ve geldi…

O, kitaplarına şahitsiz ve belgesiz hiçbir bilgiyi almadığından; Bitlis – Berlin yolunda olmuş bitmiş sırları, Cennet sedirleri üzerindeki muhaverelere bırakmış olmalı... Halbuki kaç cilt seyahatname çıkardı, bu keramet ve olağanüstü hallerle dolu yolculuktan... Yollarda ona müsadif olmuş pek çok insanın hatıralarından başka bir şey bilmiyoruz. Bu hatıraları da, Seyda tasdik etmediğinden, sevenleri bile şüphe ile yaklaşıyorlar. 

Esaretinin ilk durağında Rus generallerine meramını anlatma fırsatı bulmuş ve onlardan o minval üzere muamele görmüştü. Fakat Kostroma’da birden bire Nikola’yı karşısında bulunca, işler azıcık değişivermişti. Rus ordusunu ateşe atan bu generale; değişik bir dil ve kalıcı bir üslûp lâzımdı. Uçurumun eşiğindeki bu mağrur ve zafer sarhoşuna hakikati anlatmak kolay değildi. Tarihin kıskandığı bu fevkalâde garip sahneyi, yani Çar’ın dayısı ve Rus orduları başkomutanına kıyam etmeme olayını, kendisi de saklayacaktı... Ta ki Abdurrahim Zapsu, bu hadiseyi dergilerde yayınlayana kadar... Talebeleri ve sevenleri bu garip hakikati öğrenmek istediklerinde; esaret  seyahatinin tek hatırasını, zindandaki talebelerine anlatmıştı.

Nikola’ya, Bolşeviklerin ihtilâl ile Rusya’nın bin senelik varlıklarını yok edeceklerini söylemeye kim cesaret edebilirdi ki... Fakat o bunları, 1909’un ortasında, sekiz-on sene önce, Tiflis’teki  istihbaratlarının elemanlarına bile söylemişti.  

Saint Petersburg’un cayır cayır yanarak Leningrad´a dönüşeceğini, Rus demokrasisine ara verileceğini, müstebitlerin başşehirlerini Moskova’ya çekeceklerini ve mevcut ordularının tamamen biçilip, Rothshild’in paralarıyla kıpkızıl yeni bir ordunun kurulacağını Bediüzzaman’dan maada kim söyleyebilirdi ki, Nikola’ya...

KOSTROMA MEDRESETÜ’Z-ZEHRASI...

Nikola Nikolaviç’de râm olunca İslâm’a, Kostroma Medresesi’nin temelleri de atılmış olunuyordu. Sibirya’ya komşu bu  son durağa  kadar, Bediüzzaman kaderin istifhamlarla dolu bilmecesini çözememişti. Fakat şimdi bulutlar dağılıyor ve ayna şeffaflaşıyordu. Yanından ayırmadığı sandığına; Nur’un ilk eseri olacak İşarat’ül-İ’caz’ın kan lekeli nüshaları nazarlarına iliştikçe, sisler arasında belirginleşen manzaralara tek tek baktı ve kendi kendine “Fe Sübhanallah!” dedi. Halbuki kader bu garip örgüyü harpten çok önce etrafında örmüştü de, farkına varamamıştı. “Acele edin, hazırlanın... Büyük musîbetlerle yüzleşmeye!” derken de kaderin çizgilerinden habersizdi. 

Pasinler’de düşman hücumunun en dehşetli anlarında bile yazmaya ara veremediği kitabına baktıkça “istihdamın sırlarına” daldı, gitti… Sırlar âlemindeki kısa kısa müşahelerden sonra; büyük bir şevk ve diğer esirleri de, Sibirya üzerinden gelen dondurucu soğuklardan kollayacak bir muhabbet ve ümitle yeni vazifesine koyuldu. 

Her zamanki gibi, önce çevresinden başladı: Ümitsizlik çöllerini Cennete dönüştüren bir çağlayan oluverdi. Etrafındaki haleler, hem zamanı unuttular ve hem de mekânı... 

Hali çoktan terk etmişlerin göz bebeklerinde, İstikbal’in fetihleri parlıyordu: Hoca Efendi veya Kumandan... Alay vaizi veya Enver Paşa’nın iltifatına mazhar gönüllü alay komutanı... Burada da “Komutan olarak” Osmanlı’yı temsil ediyordu. İdare onunla muhatap oluyor, esirler kampındaki tasarruflarda gözlerinin içine bakıyorlardı. Bazen derya, bazen pınar oluyordu. Harbin kahramanları, bu yeni iklimin  manevî denizlerinde yıkanıyor veya Seyda’nın Kur’ân’dan nebaan eden gönül pınarından hakikatleri, yudum yudum içiyorlardı. Burada o; hem Mevlânâ idi, hem Gavs-ı Azam...  Bazen Hüccet´ül İslâm oluyordu, materyalist felsefe ile pusulasını şaşırmışlara, bazen de Ebu Hanife oluyordu, hakikati öğrenmek isteyenlere. Bu medresedeki talebelerin bir çoğu Galiçya’dan gelmiş Alman ve Avusturyalı subaylardı... Önce Arapça öğreniyorlardı ve sonra da hakikatleri... İşarat’ül İ’caz ders kitaplarıydı... Gavs-ı Azam ile Ebu Hanife’nin (ra) ders halkalarının mahiyetini bilmeyenler, Kostroma Medresesiyle alâkalı söylediklerimizi   mübalâğa veya hayal kabul edilebilirler. Varsınlar onlar da öyle bilsinler.

Harp cephesindeki en küçük zamanı, ilim ile dolduran Bediüzzaman’ın Kostroma medresesinde neler yapmış olabileceğini; onun; sonradan Viyana, Berlin, Köln ve Münih’e dönüp hakiki İsevîliğin doğumunda vazife almış Mesih’in adamlarına sormak, bizi Kostroma´da olup bitenlere, biraz daha yaklaştırabilir.

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatı içinde; NOKTA, NÜKTE, İŞARET, MEKTUP  ve ÇİZGİLERLE Kostroma Medresesinde olup bitenden nasıl bahsettiğini dikkatlice araştıranlar, şu söylediklerimize dudak bükemezler.

Görgü Şahitleri bu medresedeki müderrise, Ruslarca tahsis edilmiş “korumadan“ bahsediyorlar. Belki de; hem İmam-ı Ali (ra) ve Gavs-ı Geylanî’nin (ks) manevî emriyle emrine verilen koruma, göreve ta Bitlis’te teslim olurlarken başlamış ve Şark’tan Garb’a seyehatleri boyunca devam edecekti. Onu, Emanuel Karasso ile Selânik’te görüştükten sonra hedefe koyan dehşetli cereyanın, Kostroma´da rahat bırakması mümkün müydü?

Kostroma Medresesi’nde günümüz İnsanlığının en ziyade dikkati çekecek talebelerinin; istikbalde “Mesih’in şahs-ı manevîsini“ inşa edecek Hıristiyanlar olduğunu, tekrarlamaya elbette gerek yoktur.  

Bu yeni talebelerin, zaman’ın Kur’ân bayraktarı’nın manevî rahle-i tedrisindeki ders takrirlerinin neticesinde, duygularını İşarat’ül-İ’caz tefsirinin sonundaki Nur Çeşmesi’nde dile getirdikleri, iddiamıza bir başka delil sayılmaz mı? Hem diyebiliriz ki; Kostroma Medreset’üz Zehra’nın akisleri on sene içinde Batı Avrupa’yı velveleye vermiş. Paris, Büyük Dünya Hukukçuları Konferansı’nda Kur’ân’a ve tercümanına yapılan vurgular, Cihan Harbi’nin içine gizlenmiş büyük mücadelesini ve Avrupa dinsizliğini Kur’ân adına darmadağın ettiğinin resmini de gösteriyor, araştırmacılara.

Kostroma’daki tedrisatın bittiği günlerde Bolşevikler, Avrupa Demokrasisinin yeni doğmuş Saint Petersburg Meşrûtiyetine, İngiliz’in yardımıyla ihaneti ediyorlardı. Dünyaya kendilerini medeni ve demokrat gösteren İngiliz’lerin; otuz beş yaşındaki turfanda Osmanlı demokrasisine ihanetlerine bu defa henüz bebek olan Rus demokrasisini öldürmeleri, yeni cinayetleri olacaktı. Bütün araştırmacılar, İngiliz siyasileriyle müttefik Rotschild’inTroçki’yi finanse ettiklerinde söz birliği içindedirler. Daha önce Paris’e ve Berlin’e saldıran kızıllar, en zayıf halkaya musallat olarak, Rusya’nın bin senelik tarih, kültür, medeniyet ve değer kazançlarını küle çeviriyorlardı, Çar’ın başşehrinde…

Seyda’nın Kostroma’dan başlayarak neredeyse bir hilâl çizerek İstanbul’a kadar devam edecek “sırlarla örülü“ seyahatinin mahiyetini ne kendileri anlatmışlar ve ne de bir yol arkadaşı anlatabilmiş. Çar’ın öldürülmesi, Bolşeviklerin idareyi ele geçirmeleri ve Harp esirlerinin serbest bırakılmaları veya kaçmasına göz yumulması hep bu iki sene zarfında vukua gelirken, Seyda’nın rotayı Kuzey´den Batı´ya çevirmesinin hikmetini - kanaatimizce - ancak bu zamanın ruhunu, Cihan Harbi’ndeki iki büyük milletin tarihi misyonunu ve ahirzaman tarihinin atlasından az çok haberdar olanlar bileceklerdi. Kimi Kafkasya üzerinden, kimi Ukrayna, Moldovya ve Romanya ve bazıları ise Macaristan güzergâhını takip ile vatana dönen Osmanlı esirlerinin aksine, Seyda’nın Saint Petersburg’da ne işi vardı... Kızıl İhtilâlin merkezine neden gitti... Ve sonra, bir ara Müstebit Avrupa’ya başşehirlik yapacak Varşova’ya... Polonya topraklarının tekin olmadığını zaman gösterecekti... Ve buradaki can alıcı soru: Neden Berlin’e gittiğini gizlemişti, Seyda... Bismark´ın talebeleri ile neleri konuşmuştu... Bolşeviklerin kesin zafer gözüyle baktıkları “Berlin Kalkışmalarındaki  başarısızlıklarda“ Bediüzzaman’ın verdiği bilgilerin ve yaptığı telkinlerin rolü var mıydı?... 1918’den 1923’e kadar... Ve bu ümitsizlikle Troçki ile yoldaşları, yollarını ayırmışlardı. Batı Avrupa’da askerî veya siyasî bir ihtilalin artık mümkün olmadığına inanlar; mücadeleyi Almanya’da maddî ihtilâl düzeyinden, Frankfurt Merkezli olarak fikrî cepheye taşıyacaklardı.

Bu gizemli seyahatini ne ile yapmıştı…  Akla ilk gelen elbette tren... İstasyon istasyon mu? Yoksa transit mi geçmişti, bunca yolu... Kim bilir... Müttefik Osmanlı padişahının senasına mazhar olmuş ve ordularının başkumandanı Enver’in yakın arkadaşı Bediüzzaman’ın Berlin’e gelişini Almanlar nasıl karşılamışlardı... Hangi protokolde; kimlerce hoşamedi edildi, Reich Meclisi’nde... Sonra kimlerle görüştü, bu aziz ve kıymetli kahraman, devlet misafiri... Rus Orduları Başkomutanı’na baş eğdiren adam!.. Tam iki ay boyunca Berlin’de ne yaptı, Seyda... Görüşmelerinin muhtevası... Belki de Papa Pius ruhanileriyle birlikte gizlice buraya gelmiş ve  Bediüzzaman’la Berlin’de buluşmuşlardı... Kendisini çoğu kez tarihten saklayan Berlin de az gizemli değil… Yoksa, bu görüşmeleri takip edecek günlerde sosyalistlere ve kapitalistlere hiç kıyam eder miydi, Kilise... Ve Bismark’ın talebeleri... Troçki’nin yoldaşlarına göz açtırmadılar, Berlin Sokaklarında. Ne yeni Frankist muhtedîlerin paraları, ne gizli ifsatlar ve ne de yıllardır ihtilâlin alt yapısını hazırlanmakta olan “ihtilâlci hücreler“... Alman hürriyetperverleri kilisenin de desteğiyle bütün ihtilâlci anarşistleri biçip  geçtiler... Bütün bunlar Seyda’nın Berlin’den ayrılışının akabinde birkaç ay içinde cereyan etti. Cihan Harbi’nin mağlûp devletinin merkezinde yanan hürriyet ve iman meşalesi, karşıtlarının sağa sola kaçışmalarına sebep olmuştu ve Paris’ten sonra, Kızıl İhtilâl’den  Berlin de kurtulmuştu...

Bu sırlarla dolu Berlin seyahatinin son şahitlerinden Abdulmuhsin El-Konevi, 1953’te Berlin’de Seyda’nın yüz sene önceki gelişine seyirci olmuş bahtiyarlarla görüştüğünü söylüyor. Tam bir Osmanlı... Harp Komutanı ve Almanlara Kostroma’da ümit çağlayanı olmuş Said Nursî... Enver Paşa’nın bizzat elinden üniformasını alan ve yakın arkadaşı Said Nursî’nin Berlin’den Sofya’ya Viyana üzerinden seyahat ettiğine dair belgeler var, Almanca. Fakat biz bu günlük Almanlara misafir olalım ve Berlin’de kalalım… Ve hep beraber tarihi yeniden yâd edelim… Veya yüz sene öncesini… Ne dersiniz...

Etiketler: Kostroma Medresesi
Okunma Sayısı: 4713
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı