Şükrü BULUT |
|
Hâlâ darbe mi bekliyorsunuz? |
Türkiye’nin; herşeyini istismara kabiliyetli haricî cereyanların etkisiyle, tehlikeli sularda seyrettiğini iddia etsek mübalâğa mı olur? Millet olarak bize en ürküntülü gelen “darbenin” iki-üç seneden beri halkın gündemine nasıl oturtulduğuna, ekranla yatıp-kalkanlar şaşırmasalar da, bizim gibiler hâlâ hayretteler. Bu korkunç kelimeyi her gün ekranlarda tekrarlayanların hali, bize meşhur bir fıkrayı tedai ettiriyor: “Baba hırsız!” Hükümet “Darbe! Darbe!” diye ülkeyi velveleye verirken, ne hırsızları yakalıyor, ne de hırsızdan kurtulabiliyor. İşin en nahoşu da milletin iki üç seneden beridir dehşetli senaryolarla mütemadiyen meşgul edilmesi değil mi? Efkâr-ı ammeyi Ergenekon’un dezenformasyonuyla ters yatıranın hükümet olmadığını önceden de söylemiştik. 12 Eylül devleti bütün gelenekleriyle tahrip eden bir askerî darbeydi. Onun kurduğu düzenin şimdi sivil odaklarla devam ettirildiği şüphesini bizde uyandıran şu son olayların, AKP'nin inisiyatifi dışında cereyan ettiğini, sözcüleri itiraf ediyorlar. 28 Şubat darbesinin zemininde bir taşı bile düzeltemeden yola devam edenlerin, Meclisi ağlama duvarına çevirmeleri sizi de şaşırtmıyor mu? Kamuoyu az-çok darbelerin tarihçesini, maksatlarını, darbecilerin hedeflerini ve beklentilerini öğrendi. Meselâ, Halkçıların öncüsü olan İttihatçıların ilk darbesi sayılan 31 Mart hadisesini azıcık araştırsanız; o gün başşehirdeki irtica naralarını, provoke edilmiş sokaklardaki “şeriat isteriz!” sadâlarını ve üstlerine karşı kışkırtılan askerleri rahatlıkla görürsünüz. Bütün bu tezgâhları kuranların “devleti kurtarmak üzerine” Selanik’ten İstanbul önlerine katar katar asker taşıdıklarını da öğrenirsiniz. Devleti kurtarmaya çalışanların başşehri ve sarayları nasıl yağmaladıklarını, Sultan Abdulhamid’i Selanik’teki Karls Alattini Köşküne nasıl hapsettiklerini ve yerine sembolik birisini tayin ederek, bir yönüyle Osmanlı Hanedanına nasıl son verdiklerini ayan-beyan görürsünüz. Ekranlarda; devletin tamire muhtaç temel yapısını “magazincilerle” birlikte yıkmaya -velev ki bilmeden- ortak olan hükümetin tavrı fevkalâde kaygı verici. Milletin iradesini hâkim kılmaya yönelik bir icraatın yapılmadığı yerde darbelerin zararlarını konuşmak en azından hükümete yakışmıyor. Evvelâ darbeleri mahiyetleri itibariyle millete anlatmak, 27 Mayıs’ta, 12 Mart ve 12 Eylül’de yapılan fecaatleri halka izah etmek, darbe karşıtı bir hükümetin vazifesi olsa gerek. Darbelerin dayandığı Kemalizmi kutsayarak, yaşayan darbecileri onore edip koruma altına alarak “darbe karşıtlığı” elbette yapılamaz. Tam sekiz seneden beri, ülkenin antidemokratik zeminden çıkışına en kuvvetli desteği sağlayacak AB’ye mesafeli duran şu hükümetin, enerjisini “gerilim politikalarından” aldığını söyleyenler maalesef haklı çıkıyorlar. Kemalizm ile AKP’nin şu fevkalâde ince tezgâhlarla birbirlerini nasıl beslediklerini artık halk da öğrenecek. Neoliberallerin de ortak oldukları “muhteşem üçlü koalisyonun” böylece sürüp gitmeyeceğini, hükümetteki baş oyuncular da kavramış olmalı. Kameralar karşısında arada bir askere gürlüyor gibi görünen hükümet, iş fiiliyata dökülünce askerin en küçük isteğine karşı duramıyorsa, İsrail’e her kükremenin bedeli yeni ticaret ve silâh anlaşmalarıysa ve milletin en küçük bir hakkını veremiyorsa bu hükümet, başka hangi yorumda bulunabilirsiniz ki... Baştan beri seslendirdiğimiz bir kanaatimiz var: Kemalistleri, ulusalcıları ve eski Marksistleri bu oyunun dışında zannedenler, gafletin en derin nefesini soluyorlar, kanaatindeyiz. Unutulmasın ki, sivil Kemalizm askerî Kemalizmden daha tehlikelidir. 29.01.2010 E-Posta: [email protected] |