Süleyman KÖSMENE |
|
Otuzuncu Söz üzerine - 1 |
Mehmet Ali Akten: “Otuzuncu Sözde izahı yapılan ‘Ene’, İkinci makamında geçen ‘Tahavvülât-ı Zerrât’, ‘İmam-ı Mübîn’, ‘Kitâb-ı Mübîn’, ‘Levh-i Mahv’, ‘Levh-i Mahfuz-u Azam’ terimleri ile Üçüncü Nokta’da geçen ‘Yedi Kânûnu’ açar mısınız?”
Risâle-i Nur’dan Otuzuncu Söz “ene”ye ve “zerre”ye tahsis edilmiştir. Birinci Maksad’da ene’nin mâhiyeti ve gizli bilinmeyenleri, İkinci Maksad’da ise zerrenin mâhiyeti ve gizli bilinmeyenleri hârika bir biçimde keşfedilmiş ve anlaşılır bir üslûp içinde izah edilmiştir. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri ene’yi, “Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar. Ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zâlim ve câhildir”1 âyetinin tefsîri mâhiyetinde ele alır; zerre’yi de, “İnkâr edenler, ‘Kıyâmet başımıza gelmez’ diyorlar. Sen, de ki: ‘Evet. Gaybı bilen Rabb’ime yemin olsun ki, başınıza gelecektir. Ne göklerde ve ne yerde zerre kadar bir şey O’ndan uzak kalmaz. Bundan küçük veya büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır”2 âyetinin tefsîri sadedinde inceler. Bedîüzzaman Hazretlerine göre göklerin, yerlerin ve dağların yüklenmekten çekindikleri ve korktukları emanetin bir ferdi ene’dir. Ene lügatte ben ve benlik mânâsındadır. İnsanın ben’ini, rûhî kimliğini, iç âlemini, duygularla sarılmış fizik ötesi varlığını tarif eder. Kısaca ene, sorumluluk taşıyan benliktir. Öyle ki, ene (benlik) Hazret-i Âdem’den (as) şimdiye kadar insanlık âleminin etrafına dal budak salan hem nuranî bir Tuba ağacının, hem de dehşetli bir Zakkum ağacının çekirdeği hükmündedir. Birer gizli hazine olan Allah’ın isimlerinin anahtarını uhdesinde taşıyan ene, kâinatın gizli bilinmeyenlerini de açabilecek hüviyette iken; başına buyruk bırakıldığında vahşetin, canavarlığın ve dehşetin resmini çizebilen bir yüz karası olabilmektedir. Yâni insanın mâneviyât ağacı hayırda “ene” üzerinde yükselmekte; şerde de “ene” nedeniyle kurumakta, sönmekte ve bozulmaktadır. Yâni insan “ene” ile hem kazanmakta, hem kaybetmektedir. Kendini büyük gören kaybetmekte, kendini Allah’a veren kazanmaktadır. Benliği ile gururlanan kaybetmekte, benliğini Allah’a kulluk makamında eriten kazanmaktadır. Kendisine var diyen gerçekte yokluğu, kendisini Allah için yok sayan gerçek varlığı bulmuş olmaktadır. Üstad Saîd Nursî’ye göre kâinâtın anahtarı insanın elindedir. Yani nefsine takılmıştır. Kâinâtın kapıları görünüşte açık gibi zannedilmekte ise de, hakikatte kapalıdır. Cenâb-ı Hak insana emanet cihetiyle “ene” namında öyle bir anahtar vermiştir ki, insan onunla âlemin bütün kapalı kapılarını açabilmekte, öyle sırlı bir enâniyet vermiştir ki, Allah’ın gizli hazînelerini onunla keşfedebilmektedir. Fakat ene’nin kendisi de müşkül bir bilinmeyen denklemdir, dehşetli bir anlaşılmayan bilmecedir. Ene’nin hakîkati, mâhiyeti ve yaratılış hikmeti bilinse, kendisi açıldığı gibi, kâinâtın gizli kapıları da açılabilecektir.3 Saîd Nursî Hazretleri, Peygamberlerin ene’ye bir abd ve ubûdiyet zîneti takarlarken, şirk dünyâsının da ene’ye bir rab ve rubûbiyet mânâsı yüklediklerini; bir diğer ifâdeyle Peygamberlerin elinde ene’nin Allah’ın kulu, beşeriyetin elinde ise –hâşâ- Allah’ın şerîki unvânı kazandığını kaydeder. Peygamber irşâdı hâricinde şirkten başını kaldıramayan ene’nin, hem her defasında bu irşâda müstağni kalması, hem de mevhum bir rubûbiyet dâvâsına en büyük hakîkatmış gibi sarılması cehâletinin ve kendine zulmedişinin resmi olsa gerektir ki, Kur’ân bu cephesiyle onu “çok zâlim ve çok câhil” îlân etmiştir. Kur’ân “ahsen-i takvîm” sûretinde yaratıldığını beyan ettiği insanın, îmânı ve sâlih ameli olmadığı takdirde, “esfel-i sâfilîn” derekesine düşeceğini de haber vermiştir.4 Otuzuncu Söz, ene’nin gizliliklerini keşfederek, ene’den kulluğa giden yolu göstermiştir. Yarın İnşallah devam edelim.
Dipnotlar:
1- Ahzâb Sûresi, 33/72. 2- Sebe’ Sûresi, 34/3. 3- Sözler, s. 495. 4- Tîn Sûresi, 95/4-6. 29.01.2010 E-Posta: [email protected] |