Faruk ÇAKIR |
|
Ortak menfaatler |
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ile ilgili konular yıllardan beri tartışma konusu olmuş ve olmaya da devam ediyor. İçerde olduğu gibi, dışarda da Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemeyen ekipler, gruplar ve güç odakları vardır. Ülkemizin AB’ye üye olmasını istemeyen iç ve dış ‘hayır’cıların gündeme getirdikleri konuların başında Türkiye’nin nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir “İslâm ülkesi” olması var. Onlara göre AB’ye üye ülkeler Müslüman olmadığı için “Müslüman Türkiye”nin üyeliğini kabul etmeyecekler. Dışardan itiraz edenler neyse de, içerden itiraz edenlerin bu noktadan hareket etmesini anlamak mümkün değil. Elbette Türkiye’nin “İslâm ülkesi” olması Avrupalıları derinden düşündürüyor, ama bu noktanın üyeliğe engel olmayacağı işin ehli olan uzmanlarca defaatle dile getirildi. AB yöneticilerinin her imkân ve fırsatta dile getirdiği gibi, üye olmak isteyen ülke en başta “Kopenhag Kriterleri” diye adlandırılan kuralları yerine getirmesi lâzım. Bu kurallar da özünde daha fazla hak, daha fazla hukuk ve daha fazla adalet anlamına gelir. Aynı zamanda siyasetin, silâhlı kuvvetleri denetlemesini de gerekli kılar. Gündemden düşmeyen darbe tartışmaları da, sivil siyasetin daha etkili olmasını gerekli kılıyor. Hür dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de darbe yapanlara ve yapmak isteyenlere kanun önünde hesap sorulabilmelidir. Ayrıca ifade edilmemiş olsa bile bu da AB kriterleri arasında yer alır. Türkiye’nin daha hür ve daha adil bir ülke olmasında—ihtilâlciler hariç—herkesin ortak menfaati yok mudur? Üyesi olmak istediğimiz AB’nin menfaati de bu yönde. Darbecilerin dış destek bulamaması da bu sebepten olsa gerek. Er ya da geç Türkiye’nin AB üyesi olacağı ya da demokrasisini bu seviyeye çıkaracağı hadiselerin akışından anlaşılıyor. Çok uzak olmamasını ümit ettiğimiz bu tarih, Avrupalıları da heyecanlandırıyor. Meselâ, Hollanda AB İşleri Devlet Sekreteri Frans Timmermans şöyle demiş: “Türkiye’nin AB’ye üyeliği, Soğuk Savaşın sona ermesi veya Almanya-Fransa rekabetinin sona ermesiyle aynı öneme sahiptir.” Hatırlamak lâzım ki, ‘soğuk savaş’ın sona ermesi bir anlamda bütün dünyada yeni bir sayfanın açılmasına sebep olmuştu. Türkiye’nin AB’ye üye olması da aynı ölçüde önemli ise yeni bir sayfanın daha açılması mümkün. Her halde bu yeni sayfa ‘medeniyetler savaşı’ tezlerini de devre dışı bırakacak. Hollanda AB İşleri Devlet Sekreteri Frans Timmermans şunları da söylemiş: “Türkiye’nin üyeliği, hem bütün Avrupa’ya hem de bütün dünyaya, yüzde yüze yakın bir Müslüman nüfusa sahip olmakla aynı zamanda Avrupa’nın temel değerlerini taşıma, hukukun üstünlüğüne inanma ve insan haklarına saygıda bir karşıtlık olmadığını gösterecektir. Bu Avrupa’da ve dünyada gelişmeye katkı sağlayacaktır.” Türkiye’yi idare eden kimi yöneticiler Müslüman olmamızı bir “eksi değer” olarak görme yanlışına düşmüş olsa da, dünya farklı düşünüyor. İnşallah zaman gelecek, Türkiye’nin “Müslüman ülke” olması en büyük “ihraç markamız” haline gelecek. “Hayali hakikat gösteriyorsun” diyenleri hadiseler ve tarihin tekzip etmesi duâsıyla... 29.01.2010 E-Posta: [email protected] |