29 Ocak 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Kaldırmak için ne bekleniyor?

Askerlerİn Balyoz darbe planını EMASYA Protokolü ile meşrulaştırmaya çalışmaları ve içerdiği dehşetengiz planlar sebebiyle insanların kanını donduran bu plana ilişkin iddialar, protokole en ağır eleştirilerin yönelmesine sebep oldu.

7.7.1997’de imzalanan EMASYA Protokolü, TSK birlikleri ile sivil emniyet güçleri arasındaki işbirliği koşulları ve kurallarını düzenleyen ve “gizli” ibaresini içeren bir belgedir. Bu belge 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/D fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır.

11/D hükmüne göre, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, jandarma ve askerî birimlerden yardım talep etme yetkisi valilere aittir. Bu durumda yardımın ‘talep edilmesi hususu’, yardım talebinde bulunan ‘vali tarafından takdir edilir’. Bütün bunlar neticesinde ortaya çıkan vaziyet şudur: “Terör ve diğer toplumsal olaylar konusunda alınacak önlemlere ilişkin inisiyatif valilere ait bulunmaktadır”.

Kanuni durum bu şekilde olmakla birlikte, protokolün 9. maddesiyle, EMASYA komutanlıkları, “büyük toplumsal hareketler” karşısında yerel mülki idari amirin talebini beklemeksizin olaylara müdahale etme yetkisi ile donatılmıştır. Oysa 5442 sayılı kanunun 11/D bendinde EMASYA komutanlıklarına bu türden yetki veren bir hüküm mevcut değildir.

FİŞLEME KANUNÎ

BİR GÖREV DEĞİLDİR

TSK, bu protokoldeki hükümlerden hareketle “iç güvenlik doktrinini”, iki temel mekanizma üzerinde yeni baştan inşa etmiştir.

(1) EMASYA birlikleri ihtiyaç halinde yardıma gönderilen tali birlikler olmaktan çıkarılarak, 24 saat göreve hazır sürekli birlikler haline getirilmiştir.

(2) Askerler iç güvenlik alanında kendine has özel bir alan oluşturmuştur. Askerî makamlara, iç tehditle ilgili düzenleme yapma, müdahale etme ve çeşitli toplumsal olayların vukuundan önce önleyici tedbirleri alma yetkisi verilmektedir. Bu düşünce, “sürekli takip, sürekli değerlendirme, sürekli bilgi toplama” anlayışını öne çıkarmıştır. Bu kapsamda askerî garnizonlar içerisinde “Asayiş Güvenlik Merkezleri (AGM)” oluşturuldu. Toplumdaki iç düşman merkezli muhtemel tehlikelerle ilgili bütün istihbari bilgilerin, MİT, asker ve emniyet istihbaratlarından AGM’lerine akması sağlandı. İstihbari bilgilerin değerlendirilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanması, toplumun asker merkezli takip edilerek fişlenmesi mekanizmasının ortaya çıkması neticesini doğurdu. Dolayısıyla EMASYA birlikleri, valinin davetini beklemenin yanında, daha başka işlerle de uğraşan sürekli görev yapan bir birim haline geldi. Protokolü en tartışılır kılan hususlardan birisi de, EMASYA komutanlıklarının halkı fişleme yetkisi ile donatılmış olmasıdır. AYM Başkanı “fişleme Anayasa’ya aykırı” dediği, fişleme yapmak için emir vermek suç olduğu halde, sistem EMASYA merkezli fişleme esasına göre çalışmaktadır. Bütün bu fişlemeler ise hiçbir hukuki denetime tabi değildir. Dolayısıyla burada herkesin fişlenebileceği keyfi ve denetlenemeyen bir yapılanma vardır.

EMASYA birliklerinin her türlü ön istihbari çalışmalar yaparak kişileri fişlemesi konusunda temel ölçüt, “iç düşman”lar önceden tespit edilerek önlemlerin alınmasıdır. İç düşmanların kimler olduğunu tespit etme yetkisi askerî birimlere aittir. Bu iç düşmanlardan birisi de irticai unsurlardır. İrticai unsurlar kapsamında iç düşman ilan edilenlerden birçoğu “şiddet”in “ş”sinden bile haberdar olmayan dindar kişilerdir. Kimileri namaz kıldıkları, kimileri eşlerinin başları örtülü oldukları, kimileri de din ve vicdan hürriyetinin olağan gereklerini yerine getirdikleri için fişlenmişlerdir. Ayrıca bu fişlenenlerden birçoğu çeşitli haklarından yoksun kılındı. 28 Şubat post modern darbesinin bir ürünü olan EMASYA, açık bir şekilde devletin iç işleyişinin mutlak olarak askerîleşmesi sürecini ifade etmektedir.

Peki bütün bunları nasıl değerlendirmek gerekir? Cevap:

EMASYA Protokolü, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan demokratik hukuk devleti açısından kabul edilebilirliği mümkün olmayan işlemlerin yapılmamasına imkân vermektedir. TSK’nın kontrolünde gerçekleştirilen toplumu fişleyip korkutma taktiği, son derece onur kırıcı olduğu kadar, bu fişlemeler, aynı zamanda hak mahrumiyetlerine de sebep olduğu ve hiçbir hukuki denetime tabi olmadığı için, hukuk devleti ilkesinin rafa kaldırılması anlamına gelmektedir. Çoğu kişiler, laik devlet düzenini yıkmakla suçlanırken, protokol ile öngörülen mekanizma demokratik hukuk devletinin yok edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Laik devlet düzenini yıkmak istedikleri söylenen sözüm ona “iç düşmanlar”, bu yönde hiçbir hukuk dışı şiddet içerikli eylemli kalkışmada bulunmadıkları halde, onur kırıcı bir şekilde fişlenip yüzleri damgalanırlarken, demokratik hukuk düzenini tehdit edenlere hiçbir şey olmamaktadır.

Her ilde kurulması öngörülen AGM’yle, sivil emniyet ve mülki idari amirlerin, istihbarat, değerlendirme ve planlama açısından askerlere bağımlı kılınmaları, 5442 sayılı kanun gereğince emniyet ve asayişin sağlanması konusunda valilerin inisiyatif sahibi olması esası ile çelişmektedir.

Protokolle, gerek valinin yardım talebi üzerine gerekse yardım talebi olmaksızın müdahale etmesi durumunda olsun, ildeki tüm güvenlik birimleri, EMASYA komutanının emrine gireceği, bu kapsamda askerî birlik komutanının takdir edebileceği her türlü önlem alınabileceği için, burada, sıkıyönetim ile OHAL arası bir “olağanüstü yönetim” usulü öngörülmektedir. Bu olağanüstü yönetim usulü, yargılama yetkisi sivil mahkemelerde olduğu için sıkıyönetimden, inisiyatif EMASYA komutanına geçtiği için OHAL’den ayrılmaktadır. Burada protokolle, Anayasa’da düzenlenmesi gerektiği halde, 119-121. maddelerinde mevcut olmayan bir olağanüstü yönetim hali ihdas edilmiştir. OHAL ve sıkıyönetim Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilirken, askerî otoriteye neredeyse Türkiye’nin her yerinde terörle mücadeleden toplumsal olaylara varıncaya kadar geniş bir inisiyatif ve operasyonel müdahale yetkisi veren bu olağanüstü yönetim hali, bir EMASYA birliği komutanının kararı ile ilan edilmektedir. Burada Anayasa’nın pabucunun bir protokolle nasıl dama atıldığı görülmektedir.

Bu protokol, 28 Şubat sürecinin ilk günlerinde Güneydoğu’da OHAL rejiminin tedricen kaldırıldığı bir dönemde, OHAL’in yerine ikâme edilmek üzere imzalanmıştır. Protokol ile, bir yandan belli toplumsal kesimler ile emniyet güçlerine güvensizliği merkeze alan bir “alan kontrolü stratejisi” yürütülürken, diğer yandan da OHAL rejimi kaldırıldıktan sonra, olağan dönemlerde askerî vesayetin sürdürülmesi mekanizması kurulmuş olmaktadır.

Hiçbir demokratik hukuk devletinde, iç istihbarat toplama gücü askerî birimlere terk edilemez. Askerî birimlerin temel işlevi ülkeyi harici güçlere karşı korumaktır. İç tehdit var mıdır; yok mudur? Bu sorunun cevabını askerî birimler değil, parlamento ve ona karşı sorumlu olan hükümet belirler. Demokratik bir hukuk devletinde, halk, askerî birimler tarafından “iç düşman ve düşman olmayanlar” şeklinde iki kampa ayrılamaz. Oysa bizim ülkemizde, önce halk askerî otoriteler tarafından “iç düşmanlar, düşman olmayanlar” olarak ikiye ayrılmakta, düşmanlar arasında yer alan kişilerin birçoğu da şiddeti içermeyen salt inançlarından veya düşüncelerinden dolayı bu sınıfa dâhil edilmektedir.

Bütün bu bulgular, EMASYA Protokolü’nün, hem Anayasa’ya, hem ilgili kanuna, hem evrensel demokratik hukuk devleti ilkelerine en ağır bir şekilde aykırılık teşkil etmektedir. Umarım bu protokolün ömrü uzun olmaz.

Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçük Zaman, 28.1.2010

29.01.2010


Başbakan mı, ‘bazı köşe yazarları’ mı haklı?

AKP hükümetlerinin bugüne kadar karşı karşıya kaldıkları komitacı-cuntacı tertiplerin asıl zararı Türkiye halkının özgürleşme ve demokratikleşme davasına verdiğine şüphe yok. Ama bu tertipler AKP liderliğinde de kafa karışıklığına ve bocalamaya yol açıyor.

Bu kafa karışıklığının sergilendiği örneklerden biri, muhtelif konularda AKP yönetiminden ve hükümet canibinden zaman zaman sadır olan tutarsız, hatta birbiriyle çelişen açıklamalardır. Bir bakıyorsunuz, parti adına konuşan bir yetkilinin söylediğini bir hükümet sözcüsü, hükümet adına yapılan bir açıklamayı da bir parti yöneticisi tekzip ediyor. O zaman da, hükümetin bu demokratikleşme ve anayasa meselesinde tam olarak ne yapmak istediği anlaşılmıyor.

Bu tutarsızlıklar bir yanıyla AKP’nin ciddi bir demokrasi sorunuyla malul olduğunu gösteriyor. Anlayabildiğim kadarıyla, parti ve hükümet adına konuşma yetkisine Başbakandan başka kimse sahip değil. Onun için olsa gerek ki, parti veya hükümet adına konuşan bir “yetkili” diyelim ki kamuoyunun beklentilerine uygun bir açıklama yaptıktan sonra, bunun aslında “partinin görüşü” olmadığını ancak Başbakan konuştuktan sonra anlıyor. Demek ki, meselâ sivil-asker ilişkileri konusunda Başbakanın -belki yakın danışmanlarının yardımıyla- oluşturduğu strateji veya taktik konusunda ne partiyi ne de hükümeti usulüne uygun olarak bilgilendiriyor.

Hükümetteki kafa karışıklığının veya bocalamanın başka bir işaretini, Başbakanın medyayla ilgili olarak zaman zaman yaptığı fazlasıyla tuhaf açıklamalarda görüyoruz. Meselâ en son konuşmasındaki şu sözler: “Bazı köşe yazarları da kusura bakmasınlar bize gaz vermeye çalışıyor. Bize gaz vermeyin. Biz ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz. Biz bu yola çıkarken bütün bunların planlarını yaparak çıktık.”

Silâhlı kuvvetlerin sivil kontrolü meselesinde hükümetin normal bir Batı demokrasisindeki gibi tutum alması gerektiğine vurgu yapan haber ve yorumlardan Başbakan besbelli ki rahatsız oluyor. Çünkü, galiba, bu tür yayınların kendi elini güçlendirmek yerine, bu konuda muhtemelen kendi zihninde kurgulamış olduğu “gerçekçi” (yaygın deyimiyle, “kurumlararası denge”yi gözeten) stratejinin uygulanmasını zorlaştırdığını düşünüyor.

Ama Başbakan birçok noktada yanılıyor. Bir kere, Türkiye siyasetini uzun zamandır yakından izleyen ve analiz eden birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, Başbakanın kafasındaki aslında yeni keşfedilmiş olmayan “gerçekçi” strateji şimdiye kadar hiç işe yaramamıştır. Hatta, tersine, sivil-asker ilişkilerini çıkmaza sokan tam da sivillerin bu “gerçekçi” ve “ihtiyatlı” tutumu olmuştur. Söylemek hoş olmasa da söylemek zorundayım ki, bu strateji “öğrenilmiş çaresizlik” denen şeyin rasyonalize edilmesinden başka bir şey değildir.

İkincisi, Başbakan bir şeyi daha gözden kaçırıyor: Eğer Taraf gazetesinin malum yayınları ve “bazı köşe yazarları”nın ilkeli duruşu olmasaydı, hükümet de Başbakan da bugünkünden daha dezavantajlı bir konumda olurdu. Sadece hükümete değil, barışa ve demokrasiye de kasteden bunca tertibe rağmen medyanın büyük kısmı halâ bu illegal girişimlerle ilgili duyarlılıkları alaya almaya devam ediyor. Bu şartlar altında, elbette başka faktörler de var ama, birkaç gazete ve televizyonla birlikte “bazı köşe yazarları”nın kararlı ve ilkeli desteği olmasaydı Ergenekon ve benzeri oluşumların üstüne gidilebilir miydi sanıyorsunuz?...

Bence, bu meselelerde duyarlılık gösteren ve üstelik sayıları da pek fazla olmayan gazeteciler hakkında uygunsuz sözler sarf edeceğine, Başbakan hiç değilse kendi “gerçekçi” stratejisi açısından bile “risk” taşımayan yasal ve idari tedbirleri bir an önce tatbik mevkiine koyma işine yoğunlaşsa çok daha iyi olur.

Mustafa Erdoğan, Star, 28.1.2010

29.01.2010


Askerî lekeler hasır altı edildi mi?

Fİşleme skandalının patladığı günlerde sanırım bir Rize yolculuğunda başbakana eşlik etmiştim. Uçakta, sohbette fişleme ve EMASYA konu olmuş, durumu yazılarım dışında, sözlü anlatmıştım kendisine, yanıtı “Biz bunu hemen kaldırırız olmuştu…”

Ama olmadı…

Belki siyasi gereklerle, belki de önemsenmediği ya da asker direndiği için…

Örnekler sadece bununla sınırlı değil.

Fişleme skandalı, yani EMASYA bir kaymakamın ihbarı, daha doğrusu bilgi sızdırması üzerine olmuştu. Ve o dönemde asker ısrarla bilgi sızdıran kişinin cezalandırılmasını talep ediyordu. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, o kaymakamın hakkında işlem yapılmasına izin vermişti. Ve EMASYA perçinlenmişti…

Bunun, o gün ve bugün ifade ettiği anlamın farkında mı acaba, sorun odaklarını örtbas etmeyi, üzerine sünger çekmeyi tercih edip, meseleyi askerle iş tutmaya kadar götürenler, İçişlerinin “bazı sivilleri”…

Üstelik o siviller, 2002’den Mülki İdare Şurası’ndan bu yana EMASYA’nın anlamını biliyorlardı. Şura tutanaklarındaki en ciddi raporlar ve en ciddi eleştiriler* bu konuyla ilgiliydi.

Şunun altını bir kez daha çizelim: Siyasetçiyseniz ve söz konusu demokrasiyle, hukuk ilkeleriyle hasıraltı etmeyin, bazı konularda işbirliğine gitmeyin, açıklık güç demektir…

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak, 28.1.2010

29.01.2010


Orduda 28 Şubat sorunu

28 Şubat’ın iki hâkim özelliği var.

- Halktan irticai ayaklanmalar geleceği paranoyası! Ben bu konuya Harp Akademileri’nde bir panelin çay arasında merhum Güven Erkaya ile de tartışmıştım! Erkaya, İran türü ayaklanmalar bekliyordu! Ben de “Derin devlet provokasyon yapmazsa böyle şeyler olmaz” demiştim. (Milliyet, 25 Aralık 1999 ve 12 Eylül 2003)

‘Balyoz’ planı da irticai ayaklanma paranoyasına ve halka karşı “acımasız davranma” tatbikatına dayanmıyor mu?! Toplumu doğru okumak için artık herkesin bu paranoyadan kurtulması gerekir.

- 28 Şubat bir “askeri vesayet” harekâtıdır; yasama ve yürütme gibi yargıyı da tahakküm altına almıştır! Bu sadece antidemokratik değildir, orduya da siyasete de ne kadar zarar verdiğini, ne büyük gerilimler yaratarak toplumsal enerjimizi nasıl israf ettiğini de yaşayarak görüyoruz.

Bakın, bugün Org. Başbuğ o kafanın hezeyanlarından ordunun zarar görmemesi için uğraşıyor.

“Antidemokratik kafayı orduda barındırmamak” ülkenin de ordunun da esenliği için zorunludur.

Taha Akyol Milliyet, 28.1.2010

29.01.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl