Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli Eğer onlar azap olarak gökten bir parçayı üzerlerine düşerken görecek olsalar, “Bu bir bulut kümesidir” derler. Çarpılacakları güne kavuşuncaya kadar onları kendi hallerine bırak. O gün ne tuzakları onlara bir fayda verir, ne de bir yardım görürler. Tûr Sûresi: 44-46 |
30.06.2009 |
Açık saçıklık yüzünden unutkanlık artıyor
Risâle-i Nur Talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?” Ben de dedim: Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var. İmam-ı Şâfiî’nin (ra) dediği gibi, “Haram-ı nazar, nisyan verir.” Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir. Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su-i nazardan su-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz’î, küllî o şekvâdadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur’ân nez’ ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” (Süyûtî, el-Havî Li’l-Fetevâ, 2: 253; Ali el-Muttakî Kenzü’l-Ummâl, 14: 233, 242.) Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’ân’a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek; o hadisin tevilini gösterecek. Lâ ya’lemü’l-gaybe illâllah (Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez). Kastamonu Lâhikası, s. 96, (yeni tanzim, s. 181) *** Tarihçe-i hayatımı bilenlere mâlûmdur; elli beş sene evvel, ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis’te merhum vali Ömer Paşa hânesinde, iki sene, onun ısrârıyla ve ilme ziyâde hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı; üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hânede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki, bileyim. Hattâ bir âlim misâfirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes bendeki hale hayret ederek, bana sordular: “Neden bakmıyorsun?” Derdim: “İlmin izzetini muhâfaza etmek, beni baktırmıyor.” Hem, kırk sene evvel, İstanbul’da Kâğıthâne şenliğinin yevm-i mahsûsunda, köprüden tâ Kâğıthâne’ye kadar Haliç’in iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Tâhâ ve mebus Hacı İlyas ile beraber bir kayığa bindik; o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki, Molla Tâhâ ve Hacı İlyas, beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda îtiraf edip, dediler: “Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın.” Dedim: “Lüzûmsuz, geçici, günahlı zevklerin âkıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.” Tarihçe-i Hayat, s. 448, (yeni tanzim, s. 792)
LÛgatçe: tezayüd: Artma. nâmahrem: 1- Mahrem olmayan. 2- Evlenmeleri mümkün olan. 3- Birisinin yakın akrabası olmayan erkek veya kadın. haram-ı nazar: Haram olan şeylere bakmak. nisyan: Unutma, unutkanlık. ehl-i İslâm: Müslümanlar. nazar-ı haram: Haram olan bakış. hevesat-ı nefsaniye: Nefse ait istekler. su-i istimalât: Kötüye kullanmalar. kuvve-i hâfıza: Hafıza gücü. memalik-i harre: Sıcak memleketler. su-i nazar: Bakıştaki kötülük, kötü bakış. cüz’î, küllî: Küçük, büyük. şekvâ: Şikâyet. tezayüd: Artma. nez’: Çıkmak, çekip koparmak, ayırmak. |
Bediuzzaman Said Nursi 30.06.2009 |
Vicdanları sızlatan yasak
Güzel memleketimizde, semaları günde beş vakit ezanlarla yankılanan ülkemizde, insanlarının bir çok meziyetlerle süslendiği Türkiye’mizde, dört mevsimin yaşanmasıyla İlâhî san'atların bin bir tecellisinin hükmettiği topraklarımızda vicdanları sızlatan gelişmelerin de meydana gelmesi, üzüntülere sebep olsa da imtihan gereğidir. On seneden fazladır hüküm süren, başörtüsünün üniversitelerde ve resmî bazı kurumlarda yasak bir hâle getirilmesi hadisesinin bütün ümitlere rağmen devam etmesi, vicdanı tefessüh etmemiş bütün insanları rahatsız eden bir durumdur. Medenî milletlerde kabulü mümkün olmayan bu uygulamanın sona ereceği günü, insanî değerlere saygılı olan herkes tarafından beklenmektedir. Keza, ne yazık ki demokratik ülkelerde görülmesi mümkün olmayan bir çok uygulama ülkemizde varlığını devam ettirmektedir. Öyle görülüyor ki, varlığını devam ettirmek isteyen ve yaklaşımları zamanın şartlarına uygun olmayan bazı zihniyet mensupları ülkemizde tam bir demokrasinin uygulanmaması için elinden geleni yapmaktadırlar. Yasaklarla hayatı kendisi gibi düşünmeyenlere daraltan insanların maksadı nasıl bir şeydir ki, her insanın çevresine zarar vermeden istediği şekilde yaşama hakkına sahip olduğunu kabul etmek istememektedirler. Oysa bu dünya hayatı herkes için mutlaka bir gün son bulacaktır. Ölümden sonra gerçek bir hayat olacak ve dünyada yaşanan her ânın hesabı imtihana tabi olan bütün insanlardan sorulacaktır. Bu gerçeği kabul edenlerin bir kısmının bile kul hakkına riâyet etmemesi ve hayatını zalimlerden yana geçirmesi, onlar için telâfisi mümkün olmayan korkunç sonuçları doğurmasına yol açacaktır şüphesiz. İnsânî duygularımız hiçbir insanın bu dünyada zulüm görmesine razı değildir. İsteriz ki herkes hür iradesiyle tercih ettiği yolda gitsin. Doğrulara kavuşmasını istediğimiz kişilerin gerçekleri bulmasına, gönül rahatlığıyla ve hür iradeleriyle karar vermelerini arzu ederiz. Ne sûretle olursa olsun zorlamayla insanları bir şeye inandırmanın doğru olmadığını, inancımızdan öğreniyoruz. Bu durum aynı zamanda insan olmanın bir gereğidir. Dinî hayat tarzından haz etmeyenlerin, kendileri dışındaki insanların İslâm aydınlığıyla yaşamalarını kıskanması zamanımızın ayrı bir hastalığıdır. İslâm’ın yüce hakikatlerini hayatlarına geçirmeyenler herkesin kendileri gibi olmasını, kendileri gibi bir hayat sürmelerini istemekte ve bunun için gerekirse zorlamalara müracaat etmektedirler. Burada, inanç düşmanı bazı zavallıların durumunu anlamak için, Peygamber-i Zîşan’ın (asm) bir hadisini hatırlatmak istiyorum. Allah’ın Resûlü (asm), meâlen şu gerçeği bizlere nakletmektedir: “Allah, küfür ve dalâlete sapanlara dünyada bazı güzellikler vermektedir ki, onların ahirette dâvâ edecekleri hiçbir iyilikleri olmasın. Yine Allah, iman sahiplerine dünyada bazı sıkıntılar vermektedir ki ahirete tertemiz gitsinler.” Hakikat odur ki, dünyamızda bazı insanlar hareketleriyle toplumun insânî değerlerine adeta savaş açmaktadırlar. Belki bunların bazılarını fark etme imkânımız olmamaktadır. Ancak inançlı insanlara zulmedenlerin bir kısmının acınacak bir duruma girdiklerini bu dünyada iken dahi görebiliriz. Bununla birlikte kimileri zalimlerin düştüğü durumlardan ibret alarak kendilerine çeki düzen verirken, ne yazık ki bu durum kimilerinin saldırganlığını daha da arttırmaktadır. Tahribât yapmayı kendine meslek edinenlerin hayat tarzlarına dokunulduğu zaman adeta kıyametler kopartılmaktadır. Bu sebepten dinî prensipleri hayatlarına geçirmeyenler zahiren hayatlarını rahat bir şekilde sürdürmekte, kimse onlara bir engel koyamamaktadır. Öte yandan bozgunluktan uzak duran, tahribatı uygun görmeyen ve hep yapıcı bir şekilde hareket eden inançlı insanların mağduriyetleri, üzülerek ifade edelim ki uzun zaman sürmektedir. Eğer başörtülülere getirilen yasaklar, ehl-i dünyanın giyimlerine getirilmiş olsaydı şimdi durum böyle mi olurdu? Eğer Kur’ân Kurslarına getirilen kısıtlamalar ve dinî hayata yönelen olumsuz gelişmeler, inançtan hoşlanmayanlar için vuku bulmuş olsaydı, şüphesiz bu durumun uzun sürmesine izin verilmezdi. Ama bakıyorsunuz ki gerek başörtüsünden dolayı gerekse başka sebeplerden dolayı mağdur olan Müslümanlar mücadelelerini tahribatlara sebep olmadan ve demokratik yollarla yapmaya çalışmaktadırlar. Belki de onlar, dinî yaşantıdaki ihmalleriyle kendilerinin de kadere fetvâ verdirmiş olabileceğini düşünmektedirler. Ama bu durum, asla, kendi iradeleriyle zâlimlik yapanlar için mazeret olmaz, olmayacak da...
|
NURULLAH AKAY 30.06.2009 |