Basından Seçmeler |
Allah, adalet ve Cumhuriyet
Geçen hafta yaşanan ‘çarşaflı kadının mahkemeden kovulması’ skandalını duydunuz mu? Basının aktardığına göre olay Fatih 1. İcra Mahkemesinde geçmiş. Mahkeme Başkanı Hakim Ayla Kara, boşandığı kocası hakkında açtığı tazminat davasının duruşmasına katılan Naciye Sönmez’in çarşaflı olduğunu görünce kendisini uyarmış. Naciye hanım yüzünü açmış, ama bu yetmemiş. Hakim, ‘böyle olmaz, bütün çarşafını çıkaracaksın’ diyerek onu azarlamış. ‘Atatürk ilke ve kanunlarına göre seni böyle kabul edemem, yargılama başlayamaz’ diye de açıklama getirmiş. Yine de hızını alamamış hakim hanım. Sonunda şöyle sadede gelmiş: ‘Sizin Allah’ınız ve Allah’ınızın kanunları burada geçmez!’ Daha önce de söylemiştim: Ben Kemalistlerin böyle zeki, çevik ve açık sözlü olanlarını seviyorum. Rejimimizin nitelikleri hakkında bizi pek iyi aydınlatıyorlar. Peki ne anlıyoruz bu aydınlanma sonucunda? (...) Devlet, adeta her vatandaşın kendisinin küçük bir kopyası olmasını istiyor. Onun için de onların ‘Allah’a ve O’nun kanunlarına’ göre yaşamasından hazzetmiyor. İstiyor ki herkes ‘laik yaşam biçimli’ oluversin. Mahkemede yaşanan olay, bunun mükemmel bir örneği. Oraya çarşafıyla giden vatandaş, bu kıyafetinin muhtemelen ‘Allah’ın emri’ olduğunu düşünüyor. (İslam’da çarşaf var mıdır, başörtü farz mıdır tartışması ayrı bir konu. Önemli olan o vatandaşın neye inandığı.) Mahkemeye de bu inancıyla birlikte giriyor. Ama gidip de hakime ‘beni Allah’ın kanunlarına göre yargılayın, şeriata göre hükmedin’ demiyor. Böyle dese, laikliğe aykırı bir öneri getirmiş olurdu. O sadece kendi inancına göre var olarak laik sistemin içinde adalet arıyor. Çünkü zaten laik sistem, hem bu vatandaşın hem de onun gibi düşünmeyen ve yaşamayanların haklarını korumak için kurulmuş ‘tarafsız’ bir sistem. Daha doğrusu öyle olması gerekiyor. Ama bizdeki laiklik hiç öyle değil. Bizdeki laiklik, ‘Allah’ın kanunlarına’ göre yaşamayı seçen vatandaşlara karşı ayrımcılık yapan, onların haklarını göz göre göre çiğneyen bir sistem. Derinsular.com sitesinin kurucusu ve yazarı Serdar Kaya, bu olayda ortaya çıkan ‘taraflılık’ sorununu iyi yakalamış. Şöyle diyor: ‘Başörtülü vatandaşlarımızın kamu görevi yapabilmelerinin önündeki yasak, bugüne dek hep ‘dini kimlikleri nedeniyle objektif davranamayacakları’ argümanıyla gerekçelendirilmeye çalışıldı. Bu argümanı savunanlara, aynı objektiflik sorununun başörtüsüz bir hakim karşısına çıkan başörtülü biri için de geçerli olduğu hatırlatıldığında ise, kendilerinden laiklik ya da Atatürk adına atılan bilindik sloganlaşmış ifadeler haricinde herhangi bir makul yanıt alabilmek mümkün olmadı. Bu yaşanan olay, bir yönüyle Türkiye’deki hakim rejimin İslam dininin kültürel öğelerine olan alerjisini (bir kez daha) ortaya çıkarırken, diğer bir yönüyle de, varolmayan başörtülü hakimlere yapılan ‘objektif olamama’ ithamının, hal-i hazırda görev yapmakta olan başörtüsüz hakimler için de pekala geçerli olabileceğini gösterdi.’ Peki ‘başörtüsüz’ hakim Ayla Kara, bu objektifliği yakalamaya çalışır, örneğin Ekrem Dumanlı’nın Zaman’da çağrıda bulunduğu gibi toplumdan özür diler mi? ‘Allah’ın kanunları’ bir yana, sadece adalete ve insan haklarına inanıyorsa bile, öyle yapmalı... Mustafa Akyol, Star, 3.6.2009 |
04.06.2009 |
Bütün okulları devletleştirelim!
Konu biraz eski. Ama tehlikeli bir zihniyeti göstermesi açısından önemli ve not düşmek için değinmekte fayda var. Malum MGK Genel Sekreterliği’nden emekli olan Org. Tuncer Kılıç sıra dışı bir paşaydı. Hem görevde olduğu dönemdeki uygulamaları hem de emekli olduktan sonraki açıklamalarıyla hep olay oldu. Son olarak da Ergenekon Soruşturması kapsamında evi arandı, savcılıkta ifade verdi. Sadece bu ifadelerindeki açıklamalarıyla bile gündem oldu. O gün bugündür pek ortalarda gözükmeyen Kılıç Paşa’nın bir icraatı daha ortaya çıktı. Fakat önce Kılıç Paşa’nın çok konuşulan icraatları ve parlak fikirlerini kısaca bir hatırlatalım. Malum kendisinin Ergenekon’un 1 numarası olduğu yönünde haberler çıkmıştı ama bu konu hâlâ tartışmalı. En dikkat çekici projesi ise MGK Genel Sekreteri iken dile getirdiği AB hedefinden vazgeçerek ‘Rusya, Çin, İran ve Suriye ile ittifak kuralım’ teziydi. Yine aynı dönemde Avrupa’daki Türkleri tek bir dernek çatısı altında toplamayı planlamıştı. Bu amaçla bütün Avrupa’yı dolaşıp konferanslar verdi. Bir defasında da Brüksel’de Türk sivil toplum temsilcilerini ‘yola getirme toplantısında’ konuşurken izleyicilerle tartıştı. Kılıç Paşa’ya göre ‘İslam’da başörtüsü yoktu. Hatta gericiler Brüksel sokaklarını bile bozmuştu.’ Engin görüşleri salondan tepki çekince de ‘sizi bağnazlar, yobazlar’ diyerek izleyicileri azarlamıştı. Tuncer Kılıç’ın orijinal fikirleri bunlarla da sınırlı değildi. Eskişehir’deki bir konferansında ‘PKK sorunuyla uğraşırken irticayı unutturuyorlar’ derken Almanya’da da ‘Dış borç da ne ola ki? Biraz mürekkep bir de matbaa. Basarsın parayı ödersin borcu” tezini işlemiş ve bu tezini her defasında tekrar etmişti. Ahmet Necdet Sezer için ‘Tanrı’nın bir lütfu’ diyen Kılıç, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde ise Abdullah Gül’e ‘eğer Çankaya’ya çıkmak istiyorsan eşinin başını aç. Açmıyorsa onu boşa’ diyebilmişti. Yine Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi meşhur 367 tartışmaları sırasında dönemin ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu’yu arayarak Meclis’e girmemeleri konusunda ‘kuvvetli telkinde’ bulunmuştu. Yakın zamanda ise Ergenekon savcılarına tam 61 kez telefonla görüştüğü Ergun Poyraz’ın koruması eski çavuş Yusuf Karakaya’yı ‘hiç tanımadığını’ söylemişti. Gelelim bu konuya neden girdiğimize. Malum MGK Genel Sekreterliği döneminde çok sayıda ‘cin fikre’ sahip olan Kılıç Paşa o dönemde tarihe geçecek bir proje üzerinde çalışmış. Yakın çalışma ekibine fizibilitesini yaptıran Tuncer Kılıç soluğu dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in yanında almış. İlk projesi ‘tüm devlet okullarında bağlama çalmayı öğretelim’ olmuş. Biraz zor ama kulağa hoş gelen bir fikir olduğu için kimse itiraz etmemiş. Fakat bombanın büyüğü arkadan gelmiş. Kılıç Paşa “Cemaatlerin okul açmasını engelleyemiyoruz. Türkiye’deki bütün okulları kapatalım. Eğitimi devletleştirelim” teklifini sunuyor. Bakan Çelik önce şaşırıp arkasından da ‘Ciddi misiniz?’ diye sormak zorunda kalmış. Paşa gayet ciddi bir şekilde projesini anlatırken Bakan araya girip ‘Paşam komünizm yıkılalı çok oldu. Bu dediğiniz olacak şey mi?’ diyerek konuşmayı bitirir. Bakanlık sıcak bakmaz ama Tuncer Paşa uzun süre bu projesi üzerine kafa yorar. Dün Hüseyin Çelik’e bu diyaloğu sordum. Çok detay vermedi ama teyit etti. İşte asıl üzerinde durulması gereken de bu zihniyet. Hoşunuza gitmeyen bir şey varsa, tamamıyla legal de olsa kapatın gitsin. İmam hatip liselerinin önünü kesmek için tüm meslek liselerini mağdur etmek de aynı mantığın ürünü. Robert Kolejler, Koçlar, Sabancılar, Bilgiler karamboldan devletin oluyormuş. Bu zihniyetin iktidar olması durumunda neler olabileceğini düşünmek bile kötü. Adem Yavuz Arslan, Bugün, 3.6.2009 |
04.06.2009 |