Basından Seçmeler |
Mayınları temizleyenler topraklarımıza 44 yıllığına sahip olacak
Kaçakçılığı önlemek için 1954 yılında Suriye sınırına mayın döşenmiş. Köylünün sahip olduğu topraklar kamulaştırılmış. Açık anlatımıyla, toprak köylünün elinden alınarak mayınlanmış. Şimdi hükümet, sınır boyundaki mayınları temizleyene, bu toprakları 44 yıllığına vermek için kanun çıkarıyor. Türkiye’de bu işi TSK’dan (Türk Silahlı Kuvvetleri) başka yapabilecek olan yok. Daha önce iki defa açılan (sonuçlanamayan) ihalede olduğu gibi, bu amaçla açılacak yeni ihaleye de sadece yabancı (büyük olasılıkla bu işin uzmanı İsrail) firmaları katılacak. İhaleyi kazanan yabancılar (eğer 44 yıl sonra çıkmayı kabul ederlerse) 44 yıllığına toprağa sahip olacak. O toprağı istediği gibi kullanacak. (Avrupa’da ülke sınırları arasında küçük topraklarda kurulmuş küçük devletler var. İster misiniz bizim mayın ihalesini kazananlar da Suriye ve Türkiye sınırı arasındaki topraklarda bağımsızlıklarını ilan etsinler!)
Bu işin uzmanı TSK Şimdi tartışılan sorunlar şunlar: - Bu araziyi mayınlayan TSK. Arazinin neresine ne mayın döşendiğini gösteren haritaya sahip olan TSK. Dünyanın 55 ülkesinde, ülkeye döşedikleri mayınları temizleyen o ülkelerin kendi silahlı kuvvetleri. İyi de bizde neden TSK mayınları temizlemiyor? - 2001 yılında hükümetin mayınları temizleme görevini Genelkurmay’a verdiği, Genelkurmay’ın ise temizlik giderleri için hükümetten 35 milyon dolar talep ettiği belirtiliyor. NATO’nun Namsa isimli uzmanlık bölümünün Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesinin 50 milyon dolar harcama gerektirdiğini hesapladığı söyleniyor. - Hükümetin TSK’ya 50 milyon dolar tahsisat verecek yerde, mayın temizleme işini yabancılara ihale etmek istediği ileri sürülüyor. Bu gerekçeye karşı ise Onur Öymen (TBMM’de 13 Mayıs 2009’da yaptığı konuşmada), ”Başbakanına uçak almak için 60 milyon doları bulabilen ülkemiz, kendi döşediği mayınları temizlemesi için TSK’ya verecek 50 milyon doları nasıl bulamaz?” diyerek sorgu sual açıyor. - Mayınlı arazinin büyüklüğü konusunda da farklı söylentiler var. Ama anlaşılan şu ki çok geniş bir toprak söz konusu. Sınır boyu, 510 km uzunluğunda (genişliği tartışmalı) toprak mayınlanmış. MÜSİAD’çılar, Kıbrıs büyüklüğünde, 3.5 milyon dönümden söz ediyor. TBMM’deki tartışmalarda sınır boyunda mayından temizlenecek arazinin 216 bin dönüm olduğu belirtiliyor.
Topraklar köylünün toprağı - Onur Öymen’in bir uyarısı daha var. Suriye sınırındaki mayınları temizleyen yabancılara bu toprakları 44 yıllığına vereceğiz... İyi de ülkenin başka yerlerindeki mayınlarını ne yapacağız? Bunları kim temizleyecek? Açıklamalara göre, Suriye sınırındaki topraklarda 615.419 adet mayın var. Ama Türkiye topraklarının bütününde temizlenecek mayın sayısı 921.080 adet. Kalan 305.661 mayını kim temizleyecek? - Mayın temizleme ihalesine katılabilecek yabancı firmalar, bu işte uzmanlaşmış firmalar olacak. Toprakları mayından temizleyecek bu firmalar temizlikten sonra toprakları kendileri işleyemeyeceğine göre ne yapacaklar? Kimlere, nasıl kullandıracaklar? Bizim kamulaştırma etiğimize göre, kamulaştırmayı gerektiren nedenler ortadan kalktığında gayrimenkul eski sahibine (kamulaştırmada ödenen bedel tahsil edilerek) iade edilir. Suriye sınırındaki toprakların kamulaştırılma nedeni ortadan kalktığına göre, eski sahiplerine, (kamulaştırılırken ödenen paraların tahsili şartıyla) iadesi gerekir.
Milliyet, 21.5.2009 |
Güngör Uras 22.05.2009 |
28 Şubat ve Ergenekon
(28 Şubat’ta) Tüm İslami hareket, TSK’nın başını çektiği bir operasyonla kriminalize edilip ortadan kaldırılmak istendi. İslamcılık karşıtı toplumsal çevrelerin çoğu da (ki bunlara Prof. Saylan ve arkadaşları da dahildir) bir toplumsal hareketin asker (ya da yargı, fark etmez) zoruyla bertaraf edilmesinin mümkün olmadığını; baskı yerine tam tersine demokrasiyi daha da geliştirerek sivil toplum kuruluşlarının önünün açılması gerektiğini söylemediler. Sonuç ortada. Bir süreliğine bastırılmış, sindirilmiş gözüken İslami hareket AKP üzerinden olmadığı kadar güçlü bir şekilde hayatın tüm alanlarını kuşattı. Ergenekon sürecinin, tabii farklılıklarla birlikte 28 Şubat’ı andırdığını, bir yönüyle onun rövanşı gibi görülebileceğini düşünüyorum. Bu farkların en başında 28 Şubat’ta İslamcıların biraz deneyip hemen vazgeçtikleri “sivil tepki”nin bu kez devreye girmesi ve sürecin akışını altüst etmesi geliyor. Saylan’ın evine polislerin gelmesiyle başlayan ve önceki günkü cenaze töreniyle taçlanan sürece bir tür “sivil itaatsizlik süreci” diyebiliriz. Bu nedenle hükümetin cenazeyi yok sayması son derece doğal ve anlaşılabilir bir şeydir. Fakat burada çok ciddi bir sorun karşımıza çıkıyor: 28 Şubat’ta İslamcıları tasfiyeye girişen esas güç TSK başta olmak üzere devletin (sistemin) bazı kurumlarıydı; siviller “yedek güç” olarak ortaya atılmışlardı. Bugünse birebir benzer bir durumla karşı karşıya olduğumuza inanmıyorum. Evet AKP hükümeti bu sürecin bir yerlerinde yer alıyor almasına ama sanki “başrol oyuncusu” değil gibi. Özetle, günümüzde esas olarak bir toplumsal gücün, devletin imkanlarını da sonuna kadar sömürerek rakip toplumsal güçleri yok etme veya etkisizleştirme gayretleriyle karşı karşıyayız. Bu da doğal olarak ülkemizde zaten varolan cepheleşme ve kamplaşmaları daha da kötü bir hale getiriyor. Bakalım bu vahim durumdan nasıl bir hayır çıkacak.
Vatan, 21.5.2009 |
Ruşen Çakır 22.05.2009 |