Basından Seçmeler |
Birey, cemaat, devlet
Dürüstçe söylemem gerekiyor ki kim danışmanlık yapıyorsa Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a yanlış bilgi veriyor. O kadar çok hata yapılıyor ki! Tespit yanlış, teşhis yanlış, terkip yanlış. Mesela zannediliyor ki köyden şehre gelmiş fakir çocukları, barınacak mekân bulamayınca ‘bazı cemaatler’ onlara imkân sağlıyor ve onlar da bilmecburiye bu yapıların sunduğu imkânlara boyun eğiyor. Yanlış. Belki on beş-yirmi sene önce bir doğruluk payı vardı bunun; ama şimdi bu varsayım kocaman bir şehir efsanesi. Çünkü cemaat dediğiniz yapı zaruretlerden çok, iradi bir tercih konusu haline gelmiştir. Yani, insanlar kendi kültür ve kimliklerinden kopmamak için sivil bir tercih kullanıyor. O yüzden bünyede çok sayıda zengin çocukları da bulunuyor. Cemaat irtibatı iddialarıyla gündeme gelen özel kolejlere ve üniversitelere, dershanelere gösterilen olağanüstü ilgiyi fakirlikle nasıl izah edebilirsiniz mesela? Zaten konu sadece öğrenci değil ki! Esnaf, işadamı, sanayici, sanatçı, sporcu, mimar, doktor... Şu gerçeği kabul etmezseniz ilk düğmeyi yanlış iliklemiş olursunuz: İnsanlar kendi iradeleriyle bir tercih kullanıyor, zorlamalar ya da zaruretler ile değil. Kim kime nasıl baskı yapacak ki bu insanlar kendini bir cemaat üyesi görmeye mecbur hissetsin? Meseleyi ‘sosyal devletin boşluğuna’ dayamak, sosyal bir gerçeğe gözlerimizi kapamaktır. Mesele gayet açık: Karşımızda gönüllü hareketler var; illegal yapılar değil. Katılmak isteyen dilekçe verme zarureti olmadan gelip katılıyor; ayrılmak isteyen de istifa dilekçesi verme ihtiyacı hissetmeden ‘hadi bana eyvallah’ deyip çekip gidiyor. İşte buna modern toplumlarda sivil toplum kuruluşları deniyor. Güdümsüz, bağımsız, sivil... Tam bu aşamada karşımıza yeniden ‘tek tip insan’ korkusu çıkıyor. Güya ‘din eksenli cemaatler’ tek tip insan yetiştiriyormuş. Mümkün mü? Hayır. Her şeyden önce bireyi yok edecek bir telkin İslam’ın ruhuna uygun değil; çünkü o din her bireyi doğrudan Allah ile muhatap ediyor. Kaldı ki bu çağda ne birey körü körüne buyurgan bir yapıya boyun eğer ne toplum. Kim razı olur tek bir kalıba girmeye? İnsanların bir kalıba sokulamadığı, zan altında bırakılan kişilerin her dinden, her dilden, her görüşten insanla rahat diyalog kurmasından belli. Bu topluluğun içinde her etnik gruptan, her mezhepten, her düşüncede insan bulunmaktadır. Toplumsal ayrışmalarda birleştirici ve barışçı bir dil kullanan ve gördüğü ilgi ile samimiyet testinden defalarca geçmiş kitlelerin insanları tek bir şablona zorladığını iddia etmek gerçeklerle ters düşmek anlamına gelir. Cumhuriyetimizin kazanımları açısından çok önemli bir nokta daha var: Dindar kitleler demokrasiyi içine sindirmiş durumda. O kadar ki ‘Keşke modernleşmeyi kimseye kaptırmayan kitleler de demokrasiyi bu kadar sindirebilseydi!’ demek zorunda kalıyorsunuz. Soran, sorgulayan, eleştiren, istişarenin hakkını veren, özgür düşüncenin bütün renklerine kanat çırpan kitleler ‘tek tip insan’ suçlamasıyla karşı karşıya getiriliyor. Olacak şey değil. Ülkeyi içine kapamak ve anti demokratik yollardan aristokratik düzenin devamını isteyenler özgürlükçü sayılıyor. Bir tuhaflık yok mu bunda? ‘Bazı cemaatler’ dünyanın dört bir yanında kozmopolitan kültürlerle ufuk turu yaparken ufuk körlüğüne yakalanmış bazı kitleler de ülkeyi bir çeşit faşizme sürüklüyor adeta. Kimin ufku ne kadar genişse özgürlük boyutu da o kadar engindir. Kim ne kadar geniş kitlelerle kucaklaşıyorsa o kadar çoğulcu ve katılımcı demokrasiden nasibini almıştır ve her kim ‘herkes benim gibi düşünecek’ emriyle hareket ediyorsa, o da kendini toplum karşısında o kadar sevimsiz hale getirir ve kendini geniş kitlelerden tecrit eder. Açık söylüyorum: Bir gün cemaatler insanlara ‘tek tip olun’ dese içeride çatlamalar olur; tıpkı devletlerin toplumlara ‘tek tip olun’ buyruğunu dayatmasıyla çatlamalar olduğu gibi...
Zaman, 23.4.2009 |
Ekrem Dumanlı 24.04.2009 |