Rivayette var ki: "Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbi olurlar." (Müslim, Fiten: 124)
Allahu a’lem, diyebiliriz ki: Bu rivâyetin bir parça tevili Rusya’da çıkmış.
Çünkü: Her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sâir hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar. (Age, s. 507)
* * *
İşte, bu iktibasta “dehşetli bir Yahudi” nâmıyla ismi zikredilen Lev Troçki, 12 Şubat 1929’da sürgün olarak Türkiye’ye geldi.
Daha doğrusu “Kemalist Türkiye”, Rusya’dan sınırdışı edilen “Komünist Troçki”yi kabul etti.
4-5 yıl kadar Türkiye’de kaldıktan sonra 1933 yılı Temmuz’unda Fransa’ya giden bu dehşetli şahsın en büyük ideali şuydu: Sosyalizmi, dolayısıyla komünizmi, yani tam dinsizliği bütün dünyaya yaymak.
* * *
Bolşevik Parti'nin Politbüro üyesi, Kızıl Ordunun kurucusu ve komutanı olan Troçki, Lenin’den sonra (1924) J. Stalin ile uyum sağlayamadı.
Aralarında gitgide tırmanan siyasî rekabet ve zıtlaşmalar, 4-5 yıl sonra nihayet alenî şekilde bir iç çatışmaya dönüştü. Biri diğerini ezerek rakibine diz çöktürmeye yöneldi.
Stalin, komünizmin Sovyet Rusya ile sınırlı kalmasına da bir cihette kanaat edebiliyordu.
Troçki ise, bununla asla yetinmiyor ve dinsizlik mânâsındaki komünist rejimin bütün dünyaya yayılması gerektiğini savunuyordu. Dolayısıyla, takip etmiş olduğu siyasî ve diplomatik stratejiyi de ona göre şekillendirmeye çalışıyordu.
Lenin’den sonra “ikinci adam” şöhretine sahip görünen Troçki, Sovyet Rusya Devlet Başkanı Josef Stalin ile giriştiği siyasî mücadeleyi 1928’de kaybetti.
Bu gelişmeden sonra, Troçki’nin üzerindeki resmî sıfat ve görevlerin tamamı geri alındı. Stalin, bununla da yetinmeyip onun hudut haricine sürgün edilmesini istedi.
Troçki’yi hiçbir ülke kabul etmeye yanaşmadı. Bir tek Türkiye hariç.
Bu dehşetli Yahudi, nihayet Mustafa Kemal’in özel dâvetiyle 1929’da Türkiye’ye geldi ve Büyükada’ya yerleştirildi.
Adada kendisine özel olarak tahsis edilen bir evde, kızı ve torunu ile yerleşen Troçki, dünyaya yaymak istediği temel fikirlerini (Troçkizm’i) burada kaleme aldı ve dosyalarını yayına hazır hale getirdi.
Esesen, bu tarihlerde Türkiye’de hükümfermâ olan Kemalizm ile Troçkizm arasında “itikadî” anlamta tam bir paralellik vardı.
Zira, bütün hayatını dinle mücadele ederek geçiren her iki cenahtaki aktörlerin de temel gayesi şuydu: “İktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirmek.”
* * *
Stalin tarafından 20 Şubat 1932’de Sovyet Rusya vatandaşlığından atıldığında da İstanbul'da olan Troçki, 1933 yılı Temmuz’unda Fransa’ya gitti.
Fransa’da ve akabinde gittiği Norveç’te ikişer yıl ikamet eden Troçki, Ocak 1937'de Meksika'ya sığındı ve ölüm tarihine (1940) kadar da orada kaldı.
Kısa bazı değerlendirmeler
Troçki, Marksist teorisyenlerin başında yer aldığı gibi, Ekim 1917’deki Bolşevik İhtilâlinin de en gaddar, en hunhar liderlerinden biridir.
Kendine muhalif gördüğü kimselerden bir, ya da bir kaçını öldürtmediği gün, yani kan dökmediği bir gün başını yastığa koyamadığı rivâyet edilir.
* * *
Troçki'ye göre, bir sosyalist devlet, tek başına kapitalist güçlerin baskısına direnemezdi.
O, bu sebeple, sosyalizmin tek bir ülke ile sınırlı kalmasının doğru olmadığı fikrini savunuyordu.
Bundan dolayıdır ki, Troçki, dinî değerleri bütünüyle hayattan dışlayan bu rejimin, adım adım bütün dünyaya yayılması ve bütün insanlığa mal edilmesi gerektiği şeklindeki temel görüşünü hayatının sonuna kadar savundu.
* * *
Kısaca “Enternasyonal sol akım” olarak da ifade edilen Troçkizm, bugün de dünyanın hemen her tarafında mücadele veren bir fikrî ve siyasî cereyandır. Avrupa'da, Latin Amerika’da, bilhassa Sri Lanka ve Arjantin gibi ülkelerde, bu siyasî akım, gücünü hâlâ yer yer hissettirebiliyor.
Komünist Rusya ile Kemalist Türkiye arasındaki benzerlikler
Komünist Rusya'nın üç büyük lider tarafından yönetildiği 1923–24'lü yıllarda, Kemalist Türkiye'nin başında da üç kişilik güçlü bir lider kadrosu (M. Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar) vardı.
Birbiriyle büyük benzerlik arz eden bu tablo, tarihin ender rastlantılarından birini teşkil ediyor.
Gariptir ki, her iki ülkenin liderleri de, bulundukları coğrafyada aynı dünya görüşünü paylaşmak ve aynı cereyana hizmet etmekle birlikte, kendi aralarında gizli bir rekabet vaziyetini takınmışlar.
Rekabet hali su yüzüne çıkınca, çatışma da kaçınılmaz olmuş.
Lenin, ölmeden önce Stalin'e dikkat çekmiş ve onun frenlenmesini istemişti.
Stalin ise, Troçki'yi son derece tehlikeli bularak, onu hudut haricine çıkmaya mecbur etti.
Türkiye'deki durumun da bununla ciddî benzerlikleri var.
M. Kemal, ömrünün son yıllarında İsmet Paşayı dışlamış, yerine Celal Bayar'ı getirtmişti.
İsmet Paşa ise, ellerine dizginleri tam olarak geçirdikten hemen sonra, önce Bayar'ı, ardından da Fevzi Paşayı harcamıştır.
Rusya'daki komünist liderler, ülkenin geneline hâkim durumdaki Hıristiyanlık diniyle mücadele edip, sosyal hayatı dinî değerlerden tecrit etmeye çalıştılar.
Kemalist Türkiye'sinin liderleri ise, doğrudan İslâm dinini hayatın her alanından soyutlamaya gayret ettiler.