Bir süredir toplumsal gündemin parçası oldular ve sık sık basın yayın organlarında kendi sıkıntılarını ve beklentilerini anlatmaya çalıştılar. Ancak bu hususta çok başarılı oldukları söylenemez. Başta belediyeler olmak üzere pek çok devlet kurumunda gerek içeride gerek sahada çalışan ve umumiyetle “memurluk” görevi yapan bu insanlar, dâimî işçi kadrosunda istihdam edilmeleri dolayısıyla bir takım haksızlıklara uğradıklarını düşünüyorlar.
Bu meselenin çözümü için de bir defaya mahsus olmak kaydıyla bu kadrolardaki üniversite mezunu işçilerin statülerinin memur olarak değiştirilmesini istiyorlar. Bu mevzuyla ilgili olarak hem hükümete hem üniversiteli işçilere hem de kamuoyuna söylenmesi gereken bir takım tesbit ve hakikatler var.
Hükümetin fark etmesi gereken ilk hakikat bu konuyla ilgili oluşan beklentinin büyüklüğü ve bu beklenti karşısındaki sorumluluğudur. İlk olarak Memur-Sen’in toplu sözleşme teklifinde yer alan ve taraflarca mutabık kalınan maddeler arasında bulunan “Kamu kurum ve kuruluşları ve bunlara bağlı döner sermaye işletmelerinde bu toplu sözleşmenin imzalandığı tarihte görevlerine devam ediyor olmaları kaydıyla 4857 34 sayılı iş kanunu kapsamında daimî statüde çalışanlardan, yüksek öğrenim görmüş olup kamu sıfatıyla da yürütülen işlerde görev yapanlar, bu sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 6 ay içerisinde kurumlarına yazılı istekte bulunmaları halinde işçi statüsünde yürüttükleri görevlere karşılık gelen memurluk kadrolarına atanırlar” hükmü, bunu ümitle bekleyen binlerce çalışanı, aileleri ve yakınlarıyla beraber büyük bir sevince gark etmişti. Hükümet ve sendika, memurlara yapılacak zam oranında uzlaşamayınca Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na gidildi ve toplu sözleşme teklifi, üzerinde mutabık kalınan diğer hükümleriyle birlikte sâkıt oldu. Üniversiteli işçiler, başkalarının davasına iliştirilmiş tâli bir teferruat olarak algılanmanın bedelini, ağır bir hayal kırıklığı ve kırgınlıkla başbaşa kalarak ödediler. Halbuki devlet hem vatandaşı hem personeli olan bu insanlarla ilgili meseleyi büyük bir sorumlulukla değerlendirmeye devam etmeli ve böyle bir şevk kaybı ve demoralizasyon sürecine izin verilmemeliydi. Âli bir devlet şuuru için milletinin her cüz’ünün ümit ve beklentileri mâkuliyet çerçevesinde ehemmiyetlidir ve esastandır.
Üniversiteli işçilerin de kendilerini ifade etmek konusunda tecrübesizlikten kaynaklanan bâzı zaaflar içerisinde olduklarını görmeleri gerekir. Bir avuç idealist öncünün takdire şâyan çabaları, küllî bir akılla kolektif bir gayrete dönüşmeli ve amaca yönelik iştiyak, zahmete iştirak ile desteklenmeliydi. Fakat iştiyak ve iştirak dengesi tesis edilememiş gibi görünüyor. Üniversiteli işçilerin güçlükle verebildiklerini söyledikleri birkaç gazete ilânına bakarak taleplerinin ne olduğunu anlamak bile mümkün değildi, dolayısıyla kısıtlı imkânlar berhevâ edilmişti. Ayrıca sıkıntılarını ve taleplerini dillendirirken tayin ve özlük haklarıyla beraber sıklıkla terfi edemediklerini, şef ve müdür olamadıklarını söylemeleri gereksiz kaygıları kışkırtacak ve tereddütleri çoğaltacak bir usûl hatasıydı. Üniversiteli işçilerin memurluk kadrosuna geçer geçmez şeflik ve müdürlük için taleplerde bulunmaya, lôbi faaliyetleri yapmaya, “baş ağrıtmaya” başlayacağı vehmini uyandırmak ve bu şekilde gereksiz suizan, rekabet ve direnç alanları oluşturmak, meslekî ve kişisel saygınlıktan yana kendini güvende hissedemediği için memurluk statüsünü isteyen bu kitleye karşı haksızlıktı.
Bu meseleyle ilgili olarak kamu oyunda farklı mülâhazalar olabilir. Üniversiteli işçilerin-bir defaya mahsus olmak üzere-memurluk kadrosuna geçiş taleplerinin kabulünü KPSS sınavlarında ter dökerek memur olan insanlarımıza karşı bir tür haksızlık olarak değerlendirenler olabilir. Onların bu hassasiyetleri gayet anlaşılır ve tabiîdir. Ancak şu hususlar unutulmamalıdır. Bugün bu kadrolarda bulunan üniversiteli işçilerin bir kısmı bu statüde işe başlarken KPSS sınavları henüz yoktu. Bir kısmı işe girerken çalıştığı kurumun KPSS üzerinden kadro alımı ve talebi yoktu. Bu insanlar yıllarca buralarda çalıştılar, yaşları ilerledi ve çoluk çocuğa karıştılar. Şimdi bu işçilere üniversiteden yeni mezun olmuş gençler gibi gece gündüz çalışarak, dershanelere giderek KPSS sınavına hazırlan, onlarla rekabet et demenin fiilî bir karşılığı bulunmamaktadır. Zâten mezkûr talebin bir defaya mahsus olarak istenilmesinin sebebi de budur.
Milletin tamamını memnuniyet, rıza ve şevke sevk edecek bir alt-üst bilinç teyakkuzunu diriltmeli, sıkıntıları halı altına süpürme kolaycılığından ve ucuzluğundan azad olmalıyız. Bu mesele de memleketimizin hâlli bekleyen irili ufaklı yüzlerce sorunundan birisi ve büyük küçük demeden, hiçbirini göz ardı etmeden bütün sıkıntıları bertaraf ede ede ilerlemeli...