Sorumluluğumuzun farkında mıyız?
Zekât nefisten başkasının derdine deva olması cihetiyle büyük ibadettir. Ramazan ayı yaklaştıkça zekât duyarlılığı da artıyor. Risale-i Nur hizmetleri ile Nur Talebelerinin zekâtları arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu konuyu çok iyi anlamalı ve zekâtlarımızı su-i istimalden kurtarmalıyız. Aksi takdirde sorumlu oluruz. Bediüzzaman, Münâzarât’ta, sözü bu zamanın manevî cihadına zekâtla destek vermeye getiriyor ve aynen diyor ki:
“Büyük bir çeşme var, şimdiye kadar su-i istimal ile şûristana dağılıp bazı seele ve acezeye neşvünemâ verdi.”
Bu cümleyi açalım mı? Peki, açalım:
Şûristan: Çorak ve verimsiz topraktır.
Seele: Durumu perişan olup insanlardan istemek durumunda bulunan miskinlerdir.
Aceze: Elinde avucunda bir şey olmayan, günlük iki öğün yemek bulmaktan aciz fukaradır.
Bu iki sınıf, Kur’ân’ın zekât verilmesini emrettiği sekiz sınıftan ikisidir.
“Seele ve acezeye neşvünemâ verdi”: İşte cümlenin bu kısmı, zekâtın su-i istimale uğradığı alanı gösteriyor.
Zekâtın suistimale uğradığı alan
Neşvünema tabiri kademeli olarak iki hususa işaret ediyor:
1- Zekâtı yoksula ve fukaraya zorunlu ihtiyaçlarını gidermesi ölçüsünde vermek.
2- Zekâtla yoksulu ve fukarayı zorunlu olmayan ihtiyaçları zorunlu saymaya ve gereksiz yere eskisini atıp yenisini almaya sürüklemek. İsrafa kapı açmak.
Bu hususlardan birincisi Allah’ın emri, ikincisi şûristandır, yani çorak topraktır.
İkincisine izin yoktur. Çünkü altı sınıf daha vardır. Zekât bütçesi ile bu iki sınıfın refah seviyesini yükseltirken, diğer altı sınıfı ihmal etmek caiz değildir.
Kur’ân buna izin vermez. Bu durum zekâtın su-i istimali anlamına gelir. Bediüzzaman’ın uyardığı husus işte budur. Bu mesele, Risale-i Nur’un tamir ettiği ve bin yıldır teraküm eden meselelerden sadece birisidir.
Fî Sebilillah maddesi
Bu altı sınıfın en ihmale uğrayanı ise “fî sebilillah” maddesidir. Bu maddenin ihmale uğraması zekât mükellefine büyük vebal de getiriyor. Peki, bu maddede kimler var?
Bu maddeyi dört mezhep uleması da “cihad etmekle ve i’la-yı kelimetullah yapmakla yükümlü mücahitler” olarak yorumluyor.
Asrımızda maddî kılınç kınına girdiğine göre, asrımızın mücahidi elinde maddî kılınç ve silâh tutan değil; din, iman ve Kur’ân hizmeti yapandır. Çünkü bu zamanda dine, imana ve Kur’ân’a hücum edilmiştir. Öyleyse bu zamanda cihad, din, iman ve Kur’ân hizmeti yapmaktır. Bu zamanda zekât, “fi sebilillah” maddesi namına bu hizmetleri yürüten şahs-ı maneviye verilecektir.
Bu zamanın mücahidi şahs-ı vahid değil, şahs-ı manevidir.
Ya temlik şartı
Zekât literatüründe temlik, malın zenginin bütçesinden mülkiyeten çıkıp, hak ettiği sekiz sınıftan birine fiilen geçmesidir. Meselemizde zekât zenginin bütçesinden mülkiyeten çıkıp, cihad-ı maneviyi deruhte eden şahs-ı manevinin bütçesine fiilen girdiğinde temlik şartı yerine gelmiş olur. Bunun için şahs-ı manevinin kendi namına bir şahsı zekât almaya yetkilendirmesi yeterlidir.
Bu çeşmenin mecrası
Bediüzzaman devamla diyor: “Bu çeşmeye güzel bir mecrâ yapınız, mesâi-yi şer’iye ile şu havuza dökünüz. Sonra da bostan-ı kemâlâtınıza su veriniz. Bu, hiç bitmez ve tükenmez bir menbadır.
Sual: Nedir o çeşme?
Cevap: Zekât!”
Bizce mesele o kadar açık ki, cevazın da ötesinde, vacip derecesinde bir zaruret halini almıştır.
Öyleyse, Bediüzzaman’ın “bostan-ı kemalat” dediği Medresetü’z-Zehrayı, yani Risale-i Nur hizmetlerini zekâtımızla desteklememiz bir zarurettir.
Zaruretin de ötesinde bir sorumluluktur.
Artık “taşı, toprağı, binası, tapusu, halısı, kitabı, defteri, bilgisayarı” demeyeceğiz!
Çünkü bunlar cihad-ı manevî için kullanıldığında, hepsi bu gün cihad malzemesidir.
Şahs-ı manevî de, bu ekipmanla hizmet eden “MÜCAHİDÎN” sınıfıdır. Şahs-ı manevinin malî heyeti, zekâtı kabul etmeye ve meşveretle nereye ihtiyaç duyarsa, oraya zekât bütçesinden harcama yapmaya yetkilidir.
Allah, kabul etsin. Âmin!
Dipnotlar:
1. Münâzarât, s. 245.
2. Hutbe-i Şamiye, s. 98; Tarihçe-i Hayat, s. 94, 149.
3. Münâzarât, s. 246.