Bahri Bey: “Seyyid ve Şerif ne demektir? Peygamber Efendimizin (asm) nesilinden gelen mübarek insanlara neden bu adlar verilmiştir?”
SEYYİD VE ŞERİF NE DEMEK?
Efendi, bey, beyefendi, reis manalarına gelen Seyyid, Resulullah Efendimiz’in (asm) Hazret-i Hüseyin’den gelen nesl-i pakine verilen unvandır. Hanımlar için “Seyyide” unvanı kullanılır. Seyyid mefhumunun Farsça karşılığı ise “Mirza”dır.
Şerefli, şanlı, şanı yüce manalarına gelen Şerif ise, Resulullah Efendimiz’in (asm) Hazret-i Hasan’dan gelen nesl-i pakine verilen unvandır.
Seyyid ve şerif kelimeleri için sadece örfte böyle bir ayırım yapılmış olmakla beraber, sonuçta her iki kavram da Hazret-i Peygamber’in (asm) pak neslini ifade etmiştir. Hatta önceleri her iki nesle seyyid denmiş, sonraları bunlardan Hazret-i Hasan’ın nesline şerif denmiştir. Şimdilerde ise her iki pak nesle de seyyid denmektedir.
Seyyid kelimesi bizzat Resulullah Efendimiz’in (asm) özelde pak nesline, genelde ise şerefli ve değerli şeylere verdiği bir unvandır. Meselâ Resul-ü Ekrem Efendimiz (asm), bir gün minberde bulunduğu bir sırada yanındaki Hasan’ı (ra) işaret ederek, “Bu oğlum seyyiddir. Umulur ki Allah onun vasıtasıyla iki Müslüman fırkanın barışmasını sağlar”1 demişi; bir başka gün de: “Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin iki seyyididirler”2 buyurmuştur.
RESULULLAH (asm) İKİ CİHANIN SEYYİDİDİR
Resulullah Efendimizin (asm) bizzat kendi zat-ı pakisi, “Seyyidu’s-Sakaleyn” (=iki âlemin efendisi), “Seyyidul-En’am” (=yaratılmışların en şereflisi)”, “Seyyidul-Enbiya” (=Peygamberlerin efendisi) gibi unvanlar almıştır. Nitekim Resulullah Efendimiz (asm) “Ben Âdemoğlunun seyyidiyim.”3 buyurmuş; bir diğer hadislerinde de: “Ben kıyamet gününde insanların seyyidiyim.”4 buyurmuştur. Keza Enes b. Malik’ten (ra) gelen bir rivayette, Resulullah Efendimiz (asm) Hazret-i Mehdi’nin de cennet ehlinin seyyidleri arasında yer aldığını bildirerek şöyle buyurmuştur: “Biz Abdulmuttalip oğulları cennet ehlinin seyyidleriyiz: Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî.”5
Keza Peygamber Efendimiz’in (asm) bildirdiğine göre Hazret-i Fatıma (ra), cennetteki kadınların seyyidesidir.6 Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer de (ra), peygamberlerden sonra cennet ehlinin seyyidleridirler.7
Peygamber Efendimiz (asm) muhtelif şeylerin şerefini de seyyid vasfıyla nitelemiştir. Meselâ; günlerin seyyidi Cuma Günüdür;8 İstiğfarın seyyidi “Allahümme ente Rabbi la ilahe illa ente halakteni ve ene abdüke...” cümlesiyle başlayan bir duâdır.9
Ashab-ı Kiram, faziletli kimselere seyyid demekteydi. Meselâ Hazret-i Ömer (ra) Hazret-i Ebu Bekir (ra) için: “Ebu Bekir seyyidinizdir.” “Seyyidiniz, Bilâl’i (r.a) azad etmiştir” demiştir.10
SEYYİDLERİN VE ŞERİFLERİN KAYDI
Abbasilerden sonra İslâm devletlerinde seyyidlerin ve şeriflerin kaydı tutulmuştur. Osmanlı Devleti zamanında ise bu iş kurumsallaştırılmış ve Nakibu’l-Eşraflık müessesesi kurulmuştur. Bu kurumun görevi Ehl-i Beytin kaydını tutup sahte seyyid ve şeriflerin çıkmasını önlemekti.
Hazret-i Peygamber’in (asm) pak neslinden gelen seyyid ve şeriflere Ehl-i Beyt de denmiştir. Ehl-i Beyt, namazlarımızda yaptığımız, “Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âl-i Muhammed” (Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in (asm) pak nesline rahmet et” duâsında dâhildirler. Öte yandan, Hazret-i Peygamber (asm) soyundan olmakla beraber sünnete bağlı olmayan ve İslâm inanç ve itikadını göstermeyen kimseler Ehl-i Beytten sayılmazlar.
Bediüzzaman Hazretlerine göre, Peygamber Efendimiz (asm) mübarek neslinin kıyamete kadar Hazret-i Hasan’ın (ra) ve Hazret-i Hüseyin’in (ra) soyundan geleceğini ve bu mübarek nesilden çok büyük insanların çıkıp bu ümmete ve bu dine hizmet edeceklerini nübüvvet nazarıyla görmüş; bütün o nurlu zatlar hesabına bu iki torununa derin şefkat ve sevgi göstermiştir. Yine Bediüzzaman’a göre İslâmiyet bir vücutsa, bu vücudun belkemiği muhakkak Âl-i Beyttir. Bu vücudun başı da Kitabullah olan Kur’ân’dır.11
Dipnotlar: 1. Buhari, Sulh, 9; Fedailul-Ashab, 22; Tirmizi, Menakıp, 31. 2. Tirmizi, Menâsık, 31. 3. Ebu Davud, Sünne, 13; İbn Mâce, Zühd, 37. 4. Buharî, Enbiyâ, 3; Müslim, İman, 367, 369. 5. İbn Mace, Fiten, 34. 6. Buhârî, Fedâilul-Ashâb, 29; Menâkıb, 25. 7. İbn Mâce, Mukaddime, 11. 8. İbn Mâce, İkame, 79. 9. Buharî, Daavat, 2. 10. Buhari, Fedailul-Ashab, 23. 11. Barla Lâhikası (Yeni Tarz), s. 356.