CİHADDA KILINÇ YERİNE KALEM
Asrımızın cihad vasıtası kılınç değil, kalem ve yazıdır. Nitekim kılınç, Peygamber Efendimiz (asm) nezdinde kalemden, yazıdan ve mürekkepten daha muteber değildir.
Buyuruyor ki: “Kıyamet günü âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanı ile tartılır. Âlimlerin mürekkebi üstün gelir.”
Ve dolayısıyla Nur nesli için kalem ve yazı kullanarak Nur hakikatlerini anlatmak, anlatmaya vesile olmak, anlatılan nüshaları ve sayfaları çoğaltmak, neşretmek ve dağıtmak hiç tereddütsüz cihaddır.
NAŞİRLERİN HİZMETİ
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Risale-i Nur, bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var.”1
Risale-i Nur’a kendi malı gibi sahip çıkan, onu neşretmeyi ve ona hizmet etmeyi hayati vazifesi bilen talebeler, “naşirler” unvanını alıyorlar.
Talebeler ve naşirler ismen ve bedenen Bediüzzaman’ın duâsına mazhar oluyorlar.2
İşte “Yeni Asya” basın ve yayın hayatında her gün sıradan bir gazete vitriniyle tezahür etmekle beraber, uhdesinde ifa ettiği kutsî bir vazife sorumluluğu taşıyor.
Bu gazete ve bu gazetenin yayıncıları, dağıtıcıları, okuyucuları ve müntesipleri, kader-i İlahînin süfyanizmin zulümatını dağıtma görevini kendisine verdiği bir şahs-ı maneviyi temsil ediyorlar.
Bu şahs-ı manevî, yirmi sekizinci âyette işaret edilen 1393’lü yıllardan beri, yani yaklaşık kırk yıldan fazla bir zamandan beri, taviz vermeden, hâkim güçlere serfüru etmeden, nurdan ve şahs-ı maneviden başka hiçbir otoriteye boyun eğmeden, defalarca kapatıldığı halde susmadan ve yılmadan gazete, kitap, dergi lisanlarıyla ve imkân bulduğu diğer neşir vasıtalarıyla nuru neşretme, şerh ve izah etme hizmetini kılınç yerine kalemle ve yazıyla sürdürüyor.
Öyleyse bu şahs-ı manevinin çıkardığı gazeteyi, kitabı, dergiyi ve süreli veya süresiz yayın organlarını satmak, satın almak, dağıtımını yapmak, abone olmak, abone bulmak, tavsiye etmek cihad hükmündedir.
Fİ SEBİLİLLAH MADDESİ
Kur’ân, zekât verilecek yerlerden birini “fi sebilillah”3 olarak belirliyor.
Fi sebilillah maddesini dört mezhep uleması cihad, yani i’la-yı kelimetullah olarak yorumlamıştır. Ve dört mezhebe göre, mücahidin kılıncı, kalkanı, ok’u, silâhı, atı, barınağı, yiyeceği ve sair bütün ihtiyaçları bu kalemden karşılanabiliyor.
Çünkü İslâm’ı tebliğ etmek için sıcak çatışmalara girme zorunluluğu bulunan eski zamanda cihad malzemeleri bunlardı. Çünkü savaşıp müstebit yönetimleri etkisiz hale getirmeden o ülkenin halkına ulaşamıyordunuz!
Şimdi ise tek kişinin burnu bile kanamadan bütün dünya halklarına ulaşılabiliyor, medeni metotlarla hak din tebliğ edilebiliyor!
Öyleyse bu günün cihadı manevî bir boyut kazanmıştır.
Bediüzzaman bu sebeple diyor ki: “Dâhildeki cihad-ı mânevî, mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır.”4
Keza Bediüzzaman diyor ki: “Evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyet’in terakkîsi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını defetmek silâh ile, kılınç ile olmuş; istikbalde, silâh, kılınç yerine, hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılınçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak.”5
Öyleyse, “berahin-i katıa”, yani bürhanlar ve hikmetler, yani Sözler ve Risaleler, bu zamanın elmas kılıncıdır,6 seyfülislâmdır, İslâm’ın kılıncıdır.7
BUGÜN ZEKÂTI HİZMETE VERMEK BİR ZARURETTİR!
Bizce mesele o kadar açık ki, bu gün için cevazın da ötesinde, vacip derecesinde bir zaruret halini almıştır.
Bediüzzaman bu vücubu şöyle ifade ediyor: “Bir zamandan sonra o Medresetü’z-Zehrâ İslâmiyete ve insâniyete göstereceği hizmetle, şüphesiz bir kısım zekâtı bil’istihkak kendine münhasır edecektir.”8
İşte biz, Bediüzzaman’ın 1908’li yıllarda “bir zamandan sonra” dediği zaman dilimlerinin içinde yaşıyoruz.
Öyleyse içinde bulunduğumuz şahs-ı maneviye ait bulunan gazete, dergi, kitap, sesli ve sessiz, süreli veya süresiz her türlü yayın organlarını ve hizmetlerini daha çok kişiye ulaşsın, daha büyük hizmetler yapsın, sesi kısılmasın ve dünya çapında ses versin diye zekâtlarımızla desteklemek bir zarurettir!
Aksi, bu meseleyi bilenler için mesuliyet olur! Bu zamanda bu bir sorumluluktur ve zorunluluktur! Allah kabul etsin. Âmin!
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 188.
2- Mektubat, s. 329
3- Tevbe Sûresi: 60.
4 - Emirdağ Lâhikası, s. 48.
5- Hutbe-i Şamiye, s. 98; Tarihçe-i Hayat, s. 94, 149
6 - Tarihçe-i Hayat, s. 105, 24.
7- Tarihçe-i Hayat, s. 244. 8 - Münâzarât, s. 129, 130.