Ahmed Zeki Önder: “Üstad Hazretleri Şuâlarda tesbihattaki ‘essadikin’ kelimesini kaldırdığını ifade ediyor. Böyle bir kaldırma varsa, tesbihat baskılarında varlığını neden devam ettiriyor? Bilmediğimiz bir hikmeti var mı?”
TESBİHATTA “SADIKÎN” İFADESİ
Bediüzzaman Hazretleri Şuâlar’da şöyle diyor: “… Duâlarda “talebete raseil-i’n-Nur’is-Sadıkîn” cümlesinden “Es-Sadıkîn” kelimesini kaldırdım; tâ ki, ruhsatla amele kendini mecbur bilen ve sıkıntının verdiği evham ve me’yusiyet cihetiyle zahirî inkâr ve çekinmekle azimet ve sadâkate muhalif hareket eden kardeşlerimiz o duâlardan mahrum kalmasınlar.”1
Bu mektupta zikredilen tasarruf, tesbihatın bazı duâlarında “Risale-i Nur Talebesi” kelimesinden “sadıkîn” sıfatını kaldırmaktır. Tasarruf Bediüzzaman Hazretlerine aittir.
Namaz tesbihatında üç yerde “talebete raseil-i’n-nur’is-sadıkîn”; bir yerde de yalnız “talebete raseil-i’n-nur” ibaresi vardır.
Şöyle ki:
Sabah ve akşam namazlarında “ecirna” ile yapılan şerlerden istiaze bölümünde “sadıkîn” ibaresi mevcuttur. Cennete girme isteğini ihtiva eden metinlerde de “sâdikîn” ibaresi yer alıyor. Mağfiret eyle, merhamet eyle, lütfeyle metinlerinde de “sâdikîn” ibaresi vardır.
Fakat sabah ve ikindi namazlarından sonra Esma-i Hüsna ile yapılan “Cehennem ateşinden muhafaza eyle” duâları bölümünün sonunda gelen “talebete raseil-i’n-nur” ibaresinde “sadıkin” ifadesi mevcut değildir.
İşte Bediüzzaman Hazretlerinin tasarrufu burada olmuştur.
BU TASARRUF NE ANLAMA GELİYOR?
“Sadıkîn” ibaresi Arapça’da “sadıklar” demektir. Sadık kelimesinin çoğuludur. “Talebete raseil-i’n-nur’is-sadıkîn” olunca manası “sadık Nur Talebeleri” olur. Sadâkat bir sıfattır. Her sıfatta olduğu gibi, bu sıfatta da dereceler vardır. Her Nur Talebesi “sadık” olmakla beraber, sadâkati aynı ölçüde olmayabilir. Esasen Nur Talebesi için “sadâkat” ağır bir imtihan sorusudur. Çünkü Risale-i Nur’dan esaslı bir sadâkat dersi alıyor. Malûm, her dersin imtihanı olur. Esaslı olarak verilen dersin imtihanı da haliyle olur ve bu daha çetindir.
Bu durumda bu metnin manası, “Nur Talebelerinden sadâkatte çıtanın üstünde olanlar” olacaktır. Bu demek oluyor ki, Nur Talebelerinden sadâkatte çıtayı aşanlar nefisten, şeytan şerrinden, deccal ve süfyan şerrinden, kabir azabından, ucbdan ve kibirden ve sair seyyiattan Allah’a sığınmakta birbirlerine duâ ediyorlar.
Keza Nur Talebelerinden sadâkatte ileri olanlar Allah’ın afvında, fazlında, lütfunda, mağfiretinde, Cennete girmekte, makbul amel işlemekte, makbul ve verimli hizmet etmekte de birbirlerinin annelerine, babalarına, arkadaşlarına, dostlarına, ecdadına, dine ve imana hizmet eden bütün halis mü’minlere ve birbirlerine duâ ediyorlar.
Fakat sadâkatte derecesi ne olursa olsun her Nur Talebesi Cehennem ateşinden Allah’a sığınmakta bütün esmayı şefaatçi yaptığı duâsına bütün Nur Talebelerini dâhil ediyor.
Böylece her bir Nur Talebesinin yaptığı her bir tesbihat, inşallah makbul duâlardan oluyor.
Burada şu notu da düşelim: Nur Talebelerinin yaptığı her bir namaz tesbihatındaki duâya daha fazla mazhar olmak için sadâkatte, istikamette ve tesanütte daha fazla ileri dereceli olmak gerekiyor. Ne kadar sadâkat, istikamet ve tesanüt, o kadar duâlara mazhariyet!
Rabbim yardımcımız olsun. Âmin.
KİME KARŞI SADÂKAT GÖSTERMELİYİZ?
Bediüzzaman Hazretleri iman hizmetini bir şeyhe, bir halifeye, bir ağabeye değil; şahs-ı manevîye bırakmıştır.
Vazife şahs-ı manevînin omuzundadır.
Öyleyse Nur Talebesinin sadâkat göstereceği şeyhi, şahs-ı manevîdir. Şahs-ı manevî ise meşveret-i şer’iye etrafında şekilleniyor, dal budak salıyor, hizmet ediyor.
O halde sadâkat, meşveret-i şer’iyeye karşı gösterilecektir. Çünkü meşveret-i şer’iyede ihtilâf yoktur; insicam, ittihat ve hakkın hatırı vardır.
Yol budur!
Kişi “ben de bilirim; ben de şöyle düşünüyorum” diyebilir. Ama düşüncesi ferdîdir. Meşveret-i Şer’iye nurundan ve şahs-ı manevî feyzinden uzaktır.
Dippot: 1- Bediüzzaman, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2005, s. 528.