"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bilmediğimiz haklardan arınmanın yolu var mı?

Süleyman KÖSMENE
17 Kasım 2016, Perşembe
Mahmut Gültekin: “Üzerimizde bilmediğimiz kul hakları varsa bundan nasıl arınabiliriz? Meselâ memuriyet döneminde devletin elektriğini, suyunu, başka imkânlarını kişisel kullanımımız oldu ise (devletin elektriğinden telefonumuzu şarj etmek, suyundan içmek, koltuğunda oturmak gibi) veya herhangi bir kişiden herhangi bir şekilde bilmeyerek üzerimizde haklar kaldı ise bu haklardan helâlleşmek ve arınmak için ne yapmalıyız?”

VİCDANIN SORGUSU

Mahşer yolculuğunda kendimize soracağımız en temel sorulardan birisidir bu soru. Haşre iman böyle bir şeydir. İnsanı kendine döndürür ve vicdanına kendini sorgulatır. Vicdan ise, haşir öncesinde haşir sorgusundan beter insanı sıkar ve insana azap verir

Mahşere hazırlanmak da böyle bir şey olsa gerektir. Çünkü bu sorunun yarın mahşerde sorulduğunu düşünmek bile insanı titretiyor, soğuk soğuk terletiyor. Bu açıdan şimdiden vicdanımızın böyle bir soru ile karşımıza çıkması ve bizi mecburen mahşer hazırlığına sevk etmesi iyidir. Bu aynı zamanda vesvesenin de faydalı cinsidir. Bunun zıddı vurdumduymazlık, boşvercilik, lâkaytlık ve tehavündür1 ki, bu iyi değildir. Mahşeri biraz ciddiye alan bu meselede rahat olmamalıdır.

DEVLET MALI KAMU MALIDIR 

Devlet malı kamu malıdır, millet hakkıdır. Hep söylenegeldiği gibi, içinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. Dolayısıyla bu şahsî haklardan ayrıdır. Yani kişilere borcunuz vardır; ödersiniz, helâlleşirsiniz, biter. Ama devletin bir tırnak kadar hakkı üzerimizde kalmış olsa bunu nasıl ödeyeceğiz, nasıl ve kiminle helâlleşeceğiz? Bu haktan nasıl kurtulacağız? 

Bu mesele bu yüzden her halde mahşerde hususî bir sorgu alanı oluşturacaktır.   

Bu yüzden Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri diyor ki: “Fert, mütekellim-i vahde olsa; müsamahası, fedakârlığı, amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maa’l-gayr olsa hıyanet olur.”2

Yani bir adam kendi hakkından vazgeçebilir. Kendi hakkını helâl edebilir. Bu amel-i salihtir. Ama bu adam devletin bir tırnak kadar hakkından vazgeçemez. Kamunun bir tel kadar alacağını yok sayamaz. Toplumun bir saç kadar hukukunu çiğneyemez. Çiğnerse hıyanet olur.  

Hazret-i Ömer (ra) hassasiyeti bu açıdan önemlidir. Hazret-i Ömer’in (ra) devlet işinden özel işine geçtiğinde devletin mumunu kullanmadığı, kendi mumunu kullandığı rivayetlerde geçiyor. Keza sırf bu sorumluluğun şiddetindendir ki, Hazret-i Ömer’in (ra) bazen “keşke anam beni doğurmasaydı!” dediği rivayet edilir.  

MÜMKÜNSE TAZMİN ETMEK

Bununla beraber devletin veya işverenin, çalışanına müsaade ettiği kimi tasarruflar da söz konusu olabilir. Bu durumda çalışan kendisine tanınan imkânlardan, sû-î isti’mal etmemek şartıyla, müsaade edilen kadar istifade edebilir. Meselâ bir kimsenin çalıştığı iş yerinin (devlette çalışıyorsa devletin) suyundan içmesi, elektriğini şarj veya başka işi için kullanması veya bazı imkânlarından yararlanması, istismar olmamak şartıyla, müsaade edilmiş imkânlardan olabilir. Şüphesiz bu imkânların karşılığında devlet veya işveren çalışanından özveri, gayret, verimlilik, fedakârlık, aidiyet, kalite, sahiplenme, severek çalışma gibi bedeller isteyecektir. Bu çerçevede kimi iş yeri çalışanına yemek ve yol gibi başka imkânlar da sağlayabilmektedir. 

Her ihtimale karşı kılı kırk yararak düşünmeli ve kamu hukukuna dikkat etmelidir. Bu çerçevede eğer çalışan isek, birinci planda bizden istenen özveriyi, gayreti, işe hakkını vermeyi bihakkın sağladığımızdan emin olmalıyız. Gösterdiğimiz özveri, müsaade edilmiş imkânları inşallah karşılar.

İkinci olarak: Hakkına girdiğimizi zannettiğimiz karşı taraf bildiğimiz veya tahmin ettiğimiz kişiler ise doğrudan bedelini tazmin edip helâlleşerek arınmamız mümkündür. 

ZEKÂTTA ARINDIRMA NİTELİĞİ VARDIR

Üçüncü olarak ise, bilmediğimiz bir kişiden her hangi bir şekilde bilmeyerek üzerimizde kalan haklardan tamamen arınmak için, zekâtımızı ve sadâkamızı cömertçe üzerimizde kalan hak sahiplerinin haklarını da niyet ederek vermemizden başka çaremiz kalmamış oluyor. 

 Esasen zekâtta böyle bir arındırma niteliği vardır. Zekâtın kelime manası temizlemek ve arındırmak demektir. Zekât maldaki bilinmeyen kul hakkının meydana getirdiği kirliliği giderir. Meselâ komşular arasında, arkadaşlar arasında, kardeşler arasında, müşteri ile satıcı arasında, taraflardan birine bilmeyerek hak geçmesi söz konusu olduğunda, bilâhare verilen zekât malı bilinmeyen kişilerin haklarından doğan kirlerden arındırıyor.

Dipnotlar:

1- Sözler, s. 252. 2- Sünûhat: 20.

Okunma Sayısı: 3050
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • mehmet ali

    17.11.2016 19:08:09

    Cok guzel bir yazi. Saolun... Ancak aci bir itiraf ki toplum olarak cok uzagiz bu soruyu kendimize sormaktan

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı